Haber'in hikâyesi Arkadaşım Fahri fevkalâde ke- derli görünüyordu. Yanıma gel. diği on dakikadanberi ancak bir iki kelime söylemiş, hiç gülümse- memişti. Halbuki son Wevrece şen tabiatli, alaycı neşeyi ve şakayı se wer bir adamdır. Bu hal'ni onun i-| çin gayri tabii buluyordum. Zaval- lının başına muhakkak büyük bir. felâket gelmiş olmalıydı, sordum: — Hayırola, ne oldu? Pek ke derli görünüyorsun.. Bu sualim onu birdenbire can- landırdı. Sözüm sanki eski ve her zamanki neşesini iade etmek için bir tılısım tesiri yapmıştı. Kahka-| halarla, eliyle karnmı tutarak ka- tıla katıla gülmeğe başladı. Hay- retle yüzüne bakıyor, ne olduğunu anlamağa çalışıyordum. O, kahka- ha nöbeti kesilince: — Bir şey yok, dedi, büyük an- nem öldü de!.. Şaşkınlıktan elimdeki cigarayı düşürdüm. Aptal aptal onun yü- züne bakıyor, fakat bir türlü mu- ammanın anahtarını bulamıyor - dum. Çünkü büyük annesi ölen bir adamın böyle katıla katıla gül-| mesi için pek katr yürekli bir a - dam olması lâzımdır. Halbuki ar - kadaşım pek merhametli, — hattâ| yüfka yüreklidir. Asıl beni hay - rete düşüren cihet ise bu değildi. Arkadaşımın ailesini gayet yakın- dan biliyordum, büyük annesi yok tu. Fahri bir müddet benim şaşkın- lığıma bakarak — gülümsedikten sonra: — Haline acıdım, dedi, işi sana anlatacağım. Esasen anlatmağa da htiyacım var. Sen benim en iyi arkadaşımsın, senden sır çık- maz. Ve anlatmağa başladı: — Geçen pazar sabahı işe git- mek üzere evden çıktım. Güzel, nefis bir bahar günüydü. İnsanın böyle bir günde işe gitmeğe mec- bur oluşu ne fena bir şeydir, diye düşünüyor, çalıştığım daireye git- mek üzere tramvay caddesine doğ- ru yürürken ayaklarım sanki ge- ri geri gidiyordu. Caddeye çıkmış, tramvay bek- liyordum. Şakrak bir ses beni dalgınlığımdan çekti. Dönüp bak- tım, eski tanıdıklardan bir kızca-| ğız.. | İki aydanberi yüzünü gördü -| ğüm yoktu. Meğer İzmire hala - sının yanına gitmişmiş, bir hafta evvel 'stanbula dönmüş.. Şöyle Bir kır gezintisi yapmağı pek canı istiyormuş amma, tek ba- şına gezmeğe çıkamıyacağı — için bundan vazgeçmeğe mecbur kal- mış.. Hiç olmazsa Beyoğlu eııldc-ı sinde biraz dolaşarak hava almak Açin kendini sokağa atmış.. Bunları uzun uzadıya anlattık- tan sonra sustu, bir teklifimi bek- liyormuş gibi yüzüme baktı. — İstersen beraber bir gezinti- ye çıkalım.. demek istiyor, fakat bunu benim teklif etmemi bekli - yordu. Ben böyle bir gezintiye çoktan razıydım, hattâ can atıyor- dum. Fakat belimi büken iki nok. ta vardı. Cenimbe bir tek liracık cüz - danda boynunu bükmüş, tek ba - şına duruyordu. Sonra işime git - mek mecburiyeti de üstelik ce - ba, Kızcağız beyhude yere benim teklif etmemi bekledikten sonra bir şey çıkmadığını görünce İâfı kendisi açtı: — Ne dersin, seninle başbaşa Bir yalan bir kır gezintisi yapalım mı? Şaşırdım, kekeledim ve ken - dim de farkında olmadan ağzım - dans — Hayhay, çok iyi olur! Sözleri dökülüverdi. Kızcağız sevindi, 1evincinden, nerede olduğunu bile unutarak, kendilerine oyuncak hediye edilen çocuklar gibi ellerini çırparak: — Bak, göreceksin, ne güzel ei—' leneceğiz, diye söylendi. Kolkola girerek yürümeğe başladık. O, soruyordu: — Nereye gideceğiz? Nereye gideceğimizin bence hiç bir ehemmiyeti yoktu. Mesele na » sıl — gidebileceğimizdeydi. Nasıl para tedarik edecek, işe gitmemek için ne bahane, ne yalan uydura- caktım, — Ne olursa olsun, diye düşünü- yordum, şimdi bir otomobile atlar, ticarethaneye giderim. Oraya va- rıncıya kadar her halde aklıma makul, yutulabilir bir yalan gelir.. Bu suretle biraz para tedarik - et- mek imkânı da hasıl olur. Düşündüğüm gibi yaptım. Be- raberce otomobile atladık. Ben de yalan düşünmeğe koyuldum. Fa - kat kız mütemadiyen konuşuyor, bir şeyler anlatıyor, sual sorup du- ruyordu. Otomobil, bana birkaç saniye gibi gelen bir müddet içinde, tica - rethanenin bulunduğu binanın ö - nüne gelmiş, durmuştu.. Bende hazırlıkta bir yalan yoktu. Ya - zıhaneye çıkarken bile ne söyli - yeceğimi, ne mazeret uyduraca - ğımı kararlaştıramamıştım. İşe başlama saatinden — yarım saat teahhürle yazıhaneden içeri girdiğim zaman patron başını kal- dırarak dikkatle yüzüme — baktı, sonra: — Hayırola? dedi, geçmiş ol - sun.. Hasta mısın? Uyduracağım yalanı düşünme- ğe o kadar dalmış, o kadar dü - şünceli bir hal almıştım ki — bu, patronun bile dikkatini çekmiş ©- lacaktı.. Sorduğu sual şimşek - gi - bi süratle beynimin içinde bir fi- kir uyandırdı: — Sizlere ömür, büyük annem bu gece sabaha karşı öldü! Yazıhanede ailemi tanıyan kim- se yoktu. Bu itibarla anne ve baba cihetlerinden olan büyük annele- rimin her ikisinin de, ben daha kü- çükken öldüklerini bilmeleri mev- zuu bahsolamazdı. Yalanıma de- vam ettim, Bizim patron iyi kalpli bir adamdır: — Böyle bir günde insan bura- ya kadar gelir mi? dedi, telefon etseydin.. Sonra birden elini alnına vur- du: — Affedersin, dedi, paraya ih - tiyacın olacağını unuttum. Elli li- ra kâfi gelir mi? Sevincimden az kaldı, büyük annemin öldüğünü unutuyordum. Teşekkür ettim, vezneye uğraya - rak elli lira avansı aldıktan son - ra, kapıda bekliyen otomobile ken dimi attığım zaman gülmekten az daha katılacaktım. Otomobille Büyükdereye kadar gittik. Öğle yemeğini orada ye - dik.. Velhasıl meşhur — tabiriyle “felekten nefis bir gün çaldık..,. Ertesi gün yazıhaneye gitti - ğim zaman “büyük annemin öl - düğünü,, unutmuştum bile.. Bir gün evvel, mükemmel surette gez- miş, eğlenmiş, kurtlarımı dökmüş olduğum için oldukça neşeliydim. Arkadaşlarımın nezaketen keder- HABER — Akşam Postası ittihat ve Terakkinin eski Çarıkırı kâtibi mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor; No. 42 Eski Mardin mutasarrıfı Nusratin idam edildiğini duyunca arkadaşlar arasında ağlamıyan kalmadı Paralar, cezaları böyle en ufak bahanelerle arttırılarak alınır; fa- | saat üçten dörde kadar görülebi - | arkadaşlarımız gibi hiyanete kur- kat, işin garibi makbuz verilmez . Bu Allahın belâsı yere düştüğü- müzün ikinci günü, — merhametli! çavuş tarafından — lütfen verilen müsaade üzerine koridora çıktık; dolaşmağa başlaudık.. Bir aralık Mehmed — Ali sevinçle kolumu dürttü; " — Ayol bizim arkadaşlardan bir kısmı burada, — diye bağırdı... Filhakika, karşıki odalardan bi - rinden bizim felâketzede arkadaş- lardan bir kaçı çıktı, bize doğru ilerlemeğe başladılar.. Biribirimize tehalükle yaklaş - tık. Benim gibi deli rolü yaparak Haydarpaşa hastahanesinden ti - marhaneye kaldırılmış, oradan kaçmış, fakat tekrar yakalanmış olan eski Muş saylavı İlyas Sami, bugün İstanbulda diş tabibliği ya- pan Atıf, Cümhuriyet Halk parti - si Zonguldak idare heyeti başkanı iken ölen çok sevgili — arkadaşım Mithat Akif ve ilk parti ile Malta- ya gönderilmiş olan eski (meclisi meb'usan) saylavlarından Sudi bu dosların arasındaydı. Uzun müddet biribirlerinden ayrı kalmiş Uostlur gibi birtbirr - mize sarıldık.. Mehmed Ali, bir gün evvel — hapishanei umumide, merkez kumandanlığında ve bura- da başımızdan geçenleri anlatma - ga başladı.. Ben, alık meczub ro- lüne devam ediyor, pes perdeden söyleniyordum.. Ailelerimiz o gün hapishaneye görmeğe gelmişler, fakat İngiliz - lere teslim edildiğimizi öğrenerek bizi aramağa başlamışlar.. Bir gün sonra Arapyan hanında bizi bul - dular.. Fakat, İngilizler görüşme - mize müsaade etmediler.. Evden yatak, yorgan, — elbise ve çamaşır göndermişlerdi. Bunları yukarıya - yolladılar .. Çamaşırlarımın içinde bulduğum küçük bir puslada li görünmeğe çalışan yüzlerle ge- lip: — Başın sağ olsun! Üzülme, dünya bu, hastalık sağlık insanlar için.. Diye beni taziye etmeleri yalanı- mı hatırlattı. Kederli bir tavur ta- kındım, taziyelere karşı boynumu bükerek mahzun mahzun teşekkür ettim. Fakat benim gibi şen tabi- atli ve şakacı bir adam için böyle bir rol oynamanın ne kadar güç| olacağını tahmin edersin. Bir iki saat sonra bir aralık rolümü gene unutmuştum. Bir kahkaha savu- rarak: | — Çocuklar, dedim, aklıma çok gülünç bir fıkra geldi, geçen gün anlatmışlardı.. Fakat fıkrayı anlatamadım. Bi- zim altmışlık muhasip dik dik yü- züme bakarak söylenmeğe başla- mıştı: — Ne günlere kaldık yarabbi! Büyük annesini daha dün toprağa bırakan delikanlılar bugün sevinç Arapyan ha - | madan nasıl idam edildiğini aklı - nında mahpus bulunanların aile - | mız almıyordu. Yakın tarihten kanlı yapraklar 29 MAYIS — 1803 leri tarafından ancak salı günleri leceği bildirildiği için o gün gele - cekleri bildiriliyordu. O gün ben göremeden gittiler... Haftada bir saate inhisar eden bu ziyaret kaidesini değiştirmek için yaptığımız teşebbüsler iyi bir son vermedi. . Arapyan hanındaki üçüncü gü- nümüz pek acı geçti.. Sabahları uyanır uyanmaz gazeteleri okuyup vaziyeti öğrenmek mutadımızdı .. O sabah da İnzilizlerin okumamı- zamüsaade ettikleri — muhalefet *| paçavralarını elimize alınca do - nup kaldık.. Çünkü bu varakpareler iri harf- lerle, merkez — kumandanlığında bizden ayırdıkları — eski Mardin mutasarrıfı Nusretin asılmak sure- tiyle idam edildiğini yazıyorlardı. Arkadaşların — içinde ağlamıyan kalmadı... Daha iki gün evvel, merkez ku - mandanlığındaki odanın bir kö - şesinde büzülmüş, — yüzü sapsarı, gözleri dalgın duran zavallı Nus - reti hatırladım. Ingiliz zabiti bizi ayırıp götür - meleri emrini verince o köşesinden Hatılmmre Namaue l Rüceskakayn . — Maltaya gideceklerin içinde ben de vardım, diye seslenmişti.. —Nemrud Mustafa da ona: — Senin muamelen — bitmedi.. Burada — kalacaksın! — cevabını vermişti... Bu sözler kulaklarımda çınlıyor- du.. Demek ki, hain — divanıharb reisinin (muamele bitmedi) — de- mekten kasti idam imiş.. Ve işin asıl haiz tarafı, — zavallı Nusret, akibetini bir hissikablelvuku ile anlamış da bizimle beraber gitmek istemiş... Mutasarrıf Nusret, divaniharb tarafından on seneye mahküm e - dilmişti.. Hükmü kat'iyet kesbe - den bir adamın yeni bir karar ol - —- —— içinde olabiliyorlar! Aklım başıma gelmişti, kendi- mi topladım. Bu sefer sinirli — bir kahkaha savurduktan sonra başı - mı iki elimin arasına alarak ağlar| gibi yaptım. Muhasip buna al - dandı. Biraz evvelki — sözlerine pişman olarak: — Zavallı çocuk, dedi, merhu- meyi çok sevdiği anlaşılıyor. Si- nir nöbetleri geçirmeğe başladı! Bu hâdiseden sonra artık gaf yapmadım. Daima kederli duru- yor, şüphe uyandırmamaf. — çalı- şıyordum. Fahri bir müddet sustu. Sonra elini hiddetle masaya vurarak söy- lendi: — Bu, üç gündür böyle . Gül - meği bile unuttum. Kederli rolü yapa yapa neşemi,yaşama zevkimi kaybetmekten bile korkuyorum. Daha bir hafta bu rolü oynamağa mecbur kalırsam, nevrasteniye ya- kalanacağım muhakkak!... F. M. aei 43 Zavallı — Nusret de diğer bazı ban olmuştu. İtilâfçıların memleketi işgal et- miş olan düşman kuvvetlerine da- yanarak yaptıkları rezaletlerin ve kepazeliklerin bize en çok doku - nanlarından biri, boğazlıyan kay - makamı Kemalin, ikincisi de Mar- din mutasarrıfı Nüsretin kanunsuz şekilde asılmaları olmuştur. Ayni akibetin benim için de hazırlanmış olduğunu — evvelden haber almıştım. Nemrut Mustafa, Gümüşsuyu hastanesinde kendisi- ne yaptığım ağır ve hakaret âmiz n_ıuıuıelı üzerine beni sağ bırak- mıyacaktı. Hele hapishanede ad- liye müsteşarı mahut Sait Mollaya saldırışım, itilâfçıların bana diş bilemeleri için kâfi gelmişti. On- lar gizli bir toplantılarında beni de öbür dünyaya göndermek ka- rarını vermişlerdi. Nemrut Mus - tafa bu hiyanet çetesinden tali - mat almıştı. Fakat, gelgelelim, banim akıl hastası oluşum hakkım- âa doktorlar tarafından — verilen müteaddit raporlar ve dışarda be- ni kurtarmak istiyenlerin sarfettik- | leri avuç dolusu para bu kadar i-, #0i gerkeşile d dünsen S Ç ŞA ni on seneye mahküm etmişler « di. / Arapyan hanında her gününü bin türlü işkenceler içinde geçiret biz mevkuflar, Geride dört yetim bırakan bu arkadaşın arkasından uzun müddet matem tuttuk. Arapyan hanma — geldiğimin dördüncü sabahı erken uyandım * Yatağın içinde ciğara içip düşü * nüyorum. Mehmet Ali, hâlâ u * yuyor... Etraf sessiz... Sokaktaf geçen yük arabalarının sesinde? ve limandaki bir iki vapurun dü * düğünden başka bir şey duyul * muyor. Ben, henüz giyinmiş vaziyettö düşünürken kapımız açıldı. Ma * hut baş gardiyan içeri girdi. Ev * meni tercüman çavuşun arkası! idi ve elinde çavuş tarafından bİ” kaç gün evvel gazbedilmiş olat para cüzdanım bulunuyordu. Cüzdanımı görünce sevindim * Kendi kendime: : — Heriflere nahak yere ifl'"_ etmişim. Benim parama mı tenet zül edecekler? İşte dört gün *0” gelirip teslim ediyorlar. Aşkv""' şunlara, diye düşünmeğe dım, Ermeni tercüman cüzdanı! banf uzattı: t 'emal Oğuz! Bu cüzdan V nin değil mi? — Evet, benim! Para cüzdanını yatağın ü'fü; attı. Hemen aldım. İlk işim 'çb" açmak, fakat, ancak dört "': mak hunduğunu görerek apışıP ka! oldu. Tercümana: — Aman, azizim! Bu cihd": benim 700 liram ve bir takım |» netlerim, bonolarım vardı- j (Devamt var ne oldu? d &C Ve Ca el KA B