Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Petrol kralı! “Hakiki petrol kralı Rokfeller değil, bir Kelandalıdır Diğer bütün sanayiden daha zi- yade, petrol sanayiinde rasyonali-| zasyon, birleştirme ve ihtisas lâ - zımdır ki, bunlar asri kapitaliz - min muvaffakiyetle başarmış ol - duğu hususi vasıflarıdır.. Bugün vaziyet o hale gelmiştir ki geniş- leyip kol budak salmak ve muaz- zam servetleri bakımınmdan her i. kisi de beynelmilel mahiyeti haiz iki büyük tröst birbirinin karşısrı - na dikilmi; bulunuyorlar. Pir Petrol hiç şüphesiz dünyanm en gerçek hükümdarı olmak isti- dadmı gösteriyor. 1890 yılmda petrol işleri yalnız bir devletin e- Nndeidi. Şimdi ise üç büyük dev- let bununla alâkadardır. Bu asrın harpten önce gelen yıllarında sadece Royal . Doç - Şel adiyle anılan — bir Avrupalı tröst kök salmağa uğraşıyordu. Onun tarihi, asri ticaretin büyük destanlarından birini teşkil eder. Bundan aşağı yukarı 34 yıl ön: ce küçücük bir Holanda firması olan Royal Doç'un idare müdürü August Kessler izinli olarak Av- Tüpaya geliyordu. O yaşlı bir a- damdı. Uzak Şark ona varamı - Yordu. Sıhhati de bozuktu. Na - polide karaya çıktı, indiği otelde ölüverdi. Cebinde Lâheyde bu - İynan rüesaya hitaben yazılmış bir mektup bulundu. Kendisine halef olarak: Henri August Vil - helm Deterting adlIr birisini tav . siye ıdıyordu —— >Bu adamdan daha yaşlı, daha “Aktidarlı birçok kişiler vardı. Fa: kat Kessler ne yaptığımı iyi bilen bir adamdı. İsteğine saygı gös - terildi ve 1900 yılmda 34 yaşın - daki Henri Deterding küçük fir - marnm başma geçirildi. ».. » - Deterding işa başlamak üzere kollarını srvayımca — karşısımndaki rakipleri düşündü. Bunlar — üç büyük kuvvetti: Çar imparatorlu- | gu, Britanya imparatorluğu — ve Birleşmiş Amerika cümhuriyetle - Yİ.. Birleşmiş Amerika cümhuriyet- leri Rokfellerin — tehditlerinden korkmkla berabe Standard Oi- li bütün harici buhranlara kuv - vetle müdafaa etti. —Bu dalüzu - mu takdirinde Bırlııııu; Ameri - Deterding'in böylı oı-du ve do- nanmaları yoktu. Koruyucusu ol- madığı gibi petrolünü Rokfeller - tarafımdan yaratılmış Çin piyasa. larma taşıyacak vapurları da yok- tu. Buna rağmen genç Holandalı bu piyasaları istilâ ve zaptetmeği düşünüyordu. Bir tek darbe ile bu adam her iki müşkülü de yen- di Rokfelleri bir tarafa — atarak bagün buyruk sürmekte — olduğu *mparatorluğun temellerini attı. * & Sonraları Lord Bearsted paye- sini almış olan sessiz, açık göz ve hiç sıkılmaz bir yahudi olan Mar- hus Samuel şarkta küçük fakat ve. rimli bir kbok ticareti işletiyordu. Gemi kumpanyalariyle olan muh- telif tecrübeleri ve Parisin Roçıld' firmasiyle münasebetleri borç pa- | ra ile ticaret filosunu artırdı vel kendisi küçük mikyasta gaz işleri- ne girişti. Deterding onun adını işitmiş ve ticarette dehası olduğuna ka - naat getirmişti. Samue! ile elele verince yalnız Rokfelleri yenmek değil, ayni zamanda Britanya - nın da harp filosunun himayesini elde edecekti. Birleşme oldu. O gündenberi Royal - Dutch - Shell firmasının siyasi ve ticari nüfuzu Rokfellerin bütün gayretlerine rağmen boyu - na arttı. # 8a Şaşa kalmış olan Rokfeller faz- la istihslâtla dünyayı boğmağa uğraştı. Samuel ile — Deterding buna sadece güldüler. Zaten is. tedikleri de buydu. — İhtiyatlar kendilerinin ellerindeydi ve ken - dilerine şimdiye kadar engel olan nakil vasıtaları da çok geçmeden adetâ bir inhisar g'bi ellerine geç- ti. Milyonlarla Çinlinin evinde Standard Oilin vermiş olduğu lJâmbalarda Royal - Doç gazı ya- nıyordu. Deterdingin kuvveti art- tr. O vakitler dünyanın en zengin gaz kuyuları olan Kafkasyada his- se senetleri almağa başladı. Ay- ni zamanda da Miısır, -Romanya, Orta Amerika hı&ğ Birleşmiş A- merika cümhüriyetlerinde kendi- ni gösterdi. Petrol yavaş yavaş donanmaya da girdi. Bugün İngiliz donan- ması tama onu yakıyor. İşte bu bakımdan da Deterding, evren- ' sel bir mahiyet aldı. A a * Deterding bugün 16 firmanın başkanıdır. Emri altında çalışan birinci sınıf diplomatlar bir alay teşkil edecek kadar kalabalıktır. Yalnız kendi şahsi serveti 65 mil- yon İngiliz lirasr, bizim paramızla 380 milyon Türk lirası olduğuna göre ÂAvrupanın en zengin adamı sayılmaktadır. Bütün dünya gaz vapurlarının en büyük kısmı onun kontrolü al.- tındadır. 25 muhtelif memlekette 45 ta- ne gaz tasfiye fabrikası vardır. Her ne kadar bütün dünya üzeri- ne dal budak salmış olmakla be- raber siyasi kuvvetinin asıl kökü İngilterededir. Deterding şimdilik. Amerikalı Rokfellerin Standard Oil firma- sını pek geride bırakmakla bera- ber, dünyada yeni belirmeğe baş- lyan üçüncü kuvvetin karşısında bu ak saçlı 68 lik ihtiyarın ne ya- pacağı merakla beklenmektedir. Üçüncü kuvvet Rusyadır. U - mumi harp cihan ülkelerini altüst ettiği gibi “cihan gaz,, meselesi- ni de ta temelinden bozmuştur. . çbi Günün Fotosgrafları Müuhtelif gazetelerde çıkan günün hadiselerine ait fo *tograflarla mecmualarında düğünüz spor etle dbi fetograflar vıluıŞ& n ketlerine —ait kütüphanesinde ulılııııktıdıı hare- Istanbulda VAKIT HABER — Akşam Postası Yerebatan sarayı mı yoksa sahrınç mı”? “Aman! Yerebatan sarayma korkmadan nasıl girerim ?,, İstanbulluyum.. Burada doğ - dum, burada büyüdüm.. —Koca şehrin dört bucağımı bilirim.. Fa - kat, simdiye kadar, şu meşhur Ye- vebatan sarayını gidip görmek bir türlü kısmet olmamıştı.. Onun hakkında yalnız tarihten alınmış basit bir bilgim vardı.. Ve önün - den belki bin defa geçtiğim halde şu esrarengiz yer altı gölünü gidip bir kere görmeyişime kendim de şaşryordum... İş güç desem; değil!.. İnsan bir tatil gününde pekâlâ vakit bula bilir.. . Merak etmiyorum, desem; ya- lan! Bilâkis merakımdan çatlryor- dum.. Çatlayordum da gena gidip göremiyordum.. Velhasıl, bir giz!! düğüm ki açana aşkolsun.. Maa - mafih, bu yalnız bana has bir ga- rabet değil... İstanbulluların çoğu böyledir.. Ben, daha Sarıyeri gör - miyen, Adaya gitmeyen, Ayasof - yaya girmiyen, müzeleri gezmiyen çok hemşehri bilirim.. Mister bil - mem ne, Mis bilmem kim tâ dün - yanın öbür ucundan buraları, bun- ları görmek için avuç — avuç para harcarlar, günlerce yol alırlar, ge- lirler, görürle, övünürler, gider - ler de biz ayacıklarımızla, gözleri mize ufacık bir zahmeti çok görü- - Şu geçen Kurban bayramı bana fırsat verdi.. Bir kaç kişi toplan - dık, cumur cemaat Yerebatan sa - rayma gittik. Sözüm ona, sarayın harap sokak kapısına bir kâğıt ya- pıştırmışlar, üzerinde — şu satırlar yazılı: , “Bayram münasebetiyle hususi tenzilât..,, Arkadaşlardan biri: — Dört ayaküstüne — düştük .. Tenzilâttan da istifade ediyoruz.., dedi. Ayluda bizi, orta — boylu, tıknazca bir siyahi zat karşıladı .. Yerebatan saraymın — teşrifatçısı olduğu anlaşılan bu güler yüzlü a- dam bizi küçük tahta barakasın - da kabul etti. Merasimle bilet - ler dağıtıldı.. Ortadaki mangal - da ısındık ve yer altma inmek için hazırlanmağa başladık.. Bir ta - raftan de isminin Abdi olduğunu öğrendiğimiz bu zatla konuşuyo - ruz. Ö, yüzünü çepçevre kaplamış beyaz sakalları ile rengi arasın - daki tezat içinde ve hiç eksilmiyen gülümesemeleriyle bize lâf yetişti- riyor: — Malümu âliniz, burası tariht bir yerdir efendim.. — Malümu âliniz, efendim, ta » rihler burasını yazar efendim ... Bay Abdinin anlattıklarını tek- rara lüzum yok... Yalnız, kendisi - nin her cümle başında tekrar et . tiği (Malümu âliniz) — kaydiyle söyleyebilirim ki; burası — saray maray değil, muazzam bir sarnıç- tan ibarettir.. Tâ, BizanslIrlar za - manından kalmadır.. Hâlâ içinde muhtelif derinlikte mevcut olan suyu, Belgrat ormanından Cebeci- köyü kemeri ve İğrikapı ile Aya - sofya maksemleri vasıtasiyle gel » mektedir. Kral Jüstinyen (565 «« 527) bu sahrmcı aeski Bizans saray larının bulunduğu bu yerde muha- Yerebalan sarayından bir görünüş sara veya başka sebepler yüzün - den susuz kalmak tehlkiesine kar - şı tedbir olmak üzere yaptırmış ... Fakat, ne yapı... Hâlâ o zamanki metanet ve vaziyetini muhafaza ediyor. O zaman buraya (Bazili - ka) derlermiş.. Bazı tarih yazıcı - ları ise, başka benzeri — olmayan bu sarnıca Kral Kostantini bâni olarak gösterirler. Rivayet muhte-' hf... zaman üstünde Süleyman peygam- berin bir heykeli varmış.. Sonra - dan Makedonyalı Bazil bu heykeli | eritmiş, yerine kendi heykelini yaptırmış.. İstanbul Türklerin eli- ne geçtikten sonra da buranın mu- hafazasına itina olunmuş, üzerine binalar yapılmış, filân falan... Sakın, bunları yazışımı, ukalâ. İiğima vermeyin! Lâfmn sırası gel- di de söyledim.. Ve söylediğime bir yandan da iyi ettim zannında- yım... . Çünkü, bir çok kimseler, ismine aldanarak burayı yere bat - mış bir saray sanıyorlar.. Bunu da tesadüfen öğrendim.. — Biz o gün yer altına inmeden, avluya tipik bir karı koca geldi... — Karı koca olduklarını nere - | den anladın?, “Diyenler buluünur belki!.. Anlatayım: Her ne ise.. Bürası yapıldığı . | toprağın altmda esrarengiz bir de“ Kadın başına siyah bir türbian | bağlamiş... Mangal maşasiyle kıv- 1 rıldığı belli olan oksijenli raçları şakaklarına doğru uzanıyor.. Üze- | rinde, sart bir kürk, manto.. —A- yaklarmda alacalı bulacalı bir is - karpin... Erkek, pantalonu k““ai bez kostümünün üstüne bir reglân | pardesü geçirmiş.. Başında bir me- lon şapka, elinde kehribar tesbih.. Önde kelli fe!li koca, arkada kürk mantosiyle, terbiye edilmiş kuzu gibi, kadın tıpış tıpış — geldiler.. | Erkek paraya — davrandı.. Kadın bırakmadı, kelimeleri dişlerinde eze eze: — “Bey,, dedi.. Acele etme a - yol... Sor bakalım... Tehlike var mı? Memur atıldı: — Ne tehlikesi efendim, malü - mu üinüvnı Kadın sözünü kesti: —— | — Ne tehlikesi olur mu? Kaocâ saray yerin dibine girmiş.. Bi? içerde gezerken — güldür güldür bir tarafı yıkılıverirse — maazal * lah!,, Biz gülmemek için dudak * İarımızı ısırdık.. — İhtiyar memuf" | meşhur (malümu âliniz) lerini is" | raf ederek kadıncağıza izahat ver" meğe başladı.. Kadın, sarnıç, lâ * fını işidince, — gene onun sözünü kesti.. Mantosunu vücuduna şöyle sararak: — AÂaaa, ayol sarnıç bizim ev' de de var.. Paramıza yazık, “Bey gel sinemaya gidelim.,, dedi ve ko" casını kolundan çeke çeke götür * Biz, taş merdivenleri — inmeğt raşladık... Derine indikçe soğuk, rutubetli bir hava vücudumuzu s7” rıyor, etraf gittikçe kararıyor, Ni* hayet, bir dakika sonra — kayu bir gece içindeyiz.. Merdivenlar bitin" ce kendimizi harap bir iskele üze" rinde bulduk.. BBiran kendimi,; mehtapsız bir gece de deniz kıyı * sında sandım.. Önümüzde iki san” dal bağlı... Yan tarafta yağ fıçıla' vının üzerine kurulmuş bir sal du* ruyor. Etrafıma bakınıyorum: Hudu * du belli olmıyan bir göl.. Sıra sıra kalın taş sütunlar.. Bu sütunların üzerine biribirine benziyen müte * katı ,kubbeler inmiş... Manzaraıh insana ürperti — verecek dereced? korkunç.. Sütunların arasına asıl * mış elektrik lâmbalarından dökü * len zayif ışıklar, burayı dolduran su üzerinde garip yakamozlar ya" pıyor... Kayığa bindik.. Kürekleri so * ğuk bir yeşillik içinde harelenet suya ağır ağır daldırıyorum. Ade- ta bu loş köşelerde sak!anmış ha- letleri ürkütmekten korkuyor gibi yim.., Her biri sekiz metre yüksek* liğindeki sütunların arasında da * laşıyoruz. Tam 336 sütun saydık.. Epeyilerledik.. Tahta iskele gözden kayboldu.. Şimdi tamaraen nizin ortasındayız.. Kayığımız a * ğir ağır ilerliyor.. Bir aralık garip bir hurma ağacının önüne geldik * Bu yontulmuş bir taş sütundu * Burada su derinliği görünmiyor.» Yüksek kubbelerden dökülen ışık” lar küreklerin etrafında gizli de * niz canavarlarının fosforlu gözle- ri gibi pırıldıyor. Kendimi Seza: rın Romasında kurulmuş efsan€ şehirlerinden birinde bir gondol- da zannediyorum. Kulaklarım ile' ride işlemeli sütunların arasınd? gelecek bir rübap sesi bekliyor Fakat, duyduğumuz, kubbelerde? dökülen su damlalarınm çıkardığ! müteamadi bir şıpırtı... Ayni sütunlar arasından dön* dük... Taş merdivenleri arkamız dan tırmandı.. Yerebata! sarayının bakımsız avlusunda gü * neşin parlaklığına kavuştuğum 73* man, korkulu bir uyadarı uyanal insan gibi: — Oh, dedim... İhsan Arif Gökpınaf