4 BÜYÜK DENİZ ROMANI | me Zarn Yavrusu — Yazan: Kadir Can No.21 bi kaçan Forsalara doğru . sür'atle geliyorlardı - Tersanedeki gemi, hâlâ, koca-! man bir meşale gibi çatır çatır ya| nıyor, bütün Venediğin üstüne kı-! . ve korkunç bir aydınlık saçıyor) lu, Bu aydınlıkta yedi korsanın bul genç şahin yavrusuna gönül bağ- laması, yemin etmeleri, görülecek geydi.. Kara Yusuf Alinin yanma otur- muştu. Bir aralık gittikçe uzakla- san sahile dikkatle baktı. Sonra başını çevirdi: — Reis!... — Ne var?... — Kenarda atlılar dolaşıyor. lar... Bizim gittiğimiz tarafa doğru| gidiyorlar... Hepsi de kenara baktılar. Yusuf doğru söylüyordu. Küçük Hüseyin de fena bir haber verdi: — Zannedersem arkadan oda geliyorlar... Bana öyle görünüyor... Ali geriye döndü. Onun gözleri (diğerlerinden hem daha keskindi hem de alış- kımdı. - — Evet!... Bizi tutmak istiyor- lar... Bu yağmur da bir türlü din- mek bilmedi. Hüseyin, küreklere daha hızlı asıl!... Yoruldunsa yeri- ni başkasına ver!... — Peki reis!... Karadan elleri meşaleli atlılar, denizden üç dört tane büyük ka- yık, onları yakalamak için geliyor- lardı. İ Karadaki atlılardan korkuları yoktu, Fakat kayıklardan biriyle çarpışırlarsa kendilerinin de de - nize dökülmek ihtimali (vardı. Bundan başka, belki daha büyük bir gemi de onların arkalarına dü- şebilirdi. Şehri geçmişlerdi. Şimdi girin- tihi, çıkımtıdı, sazlı bir sahilin uza- ğından geçiyorlardı. Lâkin arka- daki kayıkların az da olsa kendi- lerine yaklaştıklarını gördüler: Ali: — Karaya çıkmaktan (başka! çare yok.. Denizde gizlenecek yer yok ki... Sen ne dersin Kara Yu- suf?... — En iyisi budur ama, ayak- larımızdaki zincirler olmasa!.. Diğerlerinden bir kaçı da: — Evet!... “Dediler... Ali silkindi: : — Neden vaktile - söylemezsi -| niz. Ben bunu unutmuştum bile... Elini koynuna soktu. Kuşağı - nın arasına daldırdı. Oradan iki kalın eye çıkardı: — Al da, çabuk kes!... Arka - mızdakiler yetişmeden bu işi bi - tirmeli!.. Bütün korsanların gözlerinde bir sevinç şimşeği çaktı: — Bravo, reis!... Ali reisin de sevinç ve gururu - na son yoktu. Eyeler işlemeğe başladı. Bir sa- at kadar sonra, kesilmiyen hiç bir ayak kösteği ve denize alılmıyan tek zincir kalmamıştı. — Şimdi, isterse karşımıza bir ordu çıksın!... Bu sözleri Kara Yusuf söyle - mişti. Ayaklarını ve kendini bir kuş kadar hafif bulunca pek yük- sekten atmıştı. Mi yandırmaktan kendini alamadı: | — Yavaş gel, bendeki şu ufa - cık hançerden başka hiç bir silâ - hımız yok!... Hepsi de bu sözün doğru oldu. ğunu kabul ediyorlardı, onun da-. ha neler söyliyeceğini dikkatle! dinliyorlardı. Ali devam etti: — Artık Venedikten epeyce u- zaktayız.. Ateş söndü ve biraz sonra güneş doğacak... Etraf ay - dınlanmadan evvel karaya çık - mak, oralarda bir yere saklan - mak ve ne yapacağımızı aramız - da konuşmak lâzım... Eğer güneş doğduktan sonra da böyle deniz üstünde kalırsak, bizi armud gibi Kara! avlarlar... — Evet!... Karadaki meşaleli (süvariler bazan görünüyor, bazan kaybolu- yorlardı. Demek ki, oraları inişli yokuşlu, sarp yerlerdi. Zaten saz- lıklardan sonra sarp kayalıklar, girinti ve çıkıntılar başlamıştı. Doğu tarafı beyazlanır gibi ol du. Ufak bir adacığın yanına gel- mişlerdi. Ali emir verdi: — Bu adanın arkasından kıv - rılarak sahile çıkacağız... Haydi; Hüseyin!... Ufak ufak sivri kayaların bi- riktiği sahile yanaştılar. Birer bi » rer atladılar. Kara Yusuf en ge - ride kaldı. Kayığı burnundan tutarak havaya kaldırdı, sonra sivri bir taşın üstüne bütün kuv - vetiyle çarptı. tekne delindi ve içine su dolmağa başladı. Kenardan bir kaç büyük taşı! aldı. Kayığın içine attı. Sonra! bütün kuvvetiyle bir tekme vur - du. Kayık açıklara doğru yirmi, oluz alım kadar gitti. Sulara gö- müldü. Tuhaf bir ses çıkardı, et- rafında büyük su halkaları bıra- karak kayboldu. Bu suretle izlerini lerdi. Cenuba doğru hızlı hızlı yürü- meğe başladılar. İkide bir duru - kaybetmiş- yorlar, etrafı dinliyorlardı. Hattâ! Ali reis kulağını yere dayıyor, me şaleli atlıların ayak seslerini duy- mak için çalışıyordu. Fakat bir şey duyamıyordu. Demek ki ya onları kovalamak: ten vazgeçtiler, yahut uzaktaydı- İar... Denize baktılar, Geldikleri tarafta ve uzaklar - da şimdi yalnız üç, dört kayık de. gil, bir de ufak galer görünüyer- du. Belki de, gemideki bütün Türk korsanlarının kayboluşu tersane kumandanmın gözüne çarpmıştı. — Yürümesini unutmuşum be! — Vallahi doğru söyledin!... — Ses yokk.. Hele şu korkuyu! atlatalım da o zaman çok konuşu- Son sözleri Ali reis söylemişti. Eski bir deniz kurdundan türke) sızdı. Hiç durmadan düşünüyordu: Hürriyetlerini bağışladığı, üzerle- rinde biç bir silâh bulunmıyan bu yedi baba yoldaşmı nasıl selâime- te iriştirmeli?... AA HABER — Akşam » Postası Alman diplomatı Yeniden şehir şehir dolaşmıya çikiyor Almanyadan bir diplomatın daha Avrupa siyaset âlemine sa- ıverileceği zannediliyor. Bu diplomatın adı Froyser fon Lersner'dir. Eski diplomatlar - i dandır. 1919 da Versayda Al man murahhas heyetine riyaset etmişti. O zamandanberi çok ince ve mühim meseleler üzerin | de birkaç defa vazifeye gönde- mişti. Alman diplomatının bu sefer- ki ziyareti Paris ve Londraya o- lacaktır. Ne için gideceği henüz bir sır halinde . tutulmaktadır. Fakat gene “müsavi hak,, iste - mek veya Sar reyiamına dair bir talepte bulunacak demektir. Almanyanın bu siyaset ada - mının şimdiki teşebbüsü, Alman- yanın son zamanlarda pek yal- nız kalmış vaziyetiyle alâkadar olduğu zannediliyor. Filkakika Almanyanm son za- manlardaki tek başına vaziyeti gittikçe mühimleşmektedir. Sov- yet Rusya Milletler Cemiyetine girmiştir. İtalya, Almanyadan eskisinden daha uzaktır. Al- man — Lehistan anlaşması, Al manlarca o kadar mahdut bir sa- hada görülüyor ki, siyası değeri. ni kaybetmektedir. Bundan başka İngiltere ile Fransanın münasebeti Almanya» da bir ittifak mahiyetinde sayıl maktadır. İngilizler, Almanların bu yol da görüşünü derhal tenkit ediyor- lar. Bu arada “Mançster Gara- yan,, gazetesi muhabiri diyor ki: “Almanlar burada yanılıyor » / lar. Gerçi İngiltere ve Fransa Avrupa mizamını umumiyetle sağlamlaştırmakta beraber çalış- mıştır. Fakat bu sağlamlaştır - ma, Almanya aleyhine değildir. Almanyanın tek başıma kalışı gittikçe ehemmiyet peyda ediyor. Bununla beraber, Avrupa niza - mının açıkça görüldüğü milletler cemiyetine istediği zaman gire- bilir...,, kl OZAN OPERETİ (Eski Süreyya Opereti) Şehzadebaşı Ferah tiyatro - sunda. Ramazanda her gece Muhlis Sas bahaddin, Fahri Gülünç, İsmail Düm - büllü, Bu gece DİLEĞİNE ERENLER. Operet 3 Perde yy 3g yy Sg yy mi, onların karaya çıktıkları yere kadar geldiler. Orada dolaştılar. Sekiz arkadaş bütün kuvvetle - rini bacaklarına toplıyarak iler - liyorlardı. — Durun!... Hepsi de durdular... — Nal sesleri!... Hepsi de bunu işittiler ve yüzle- ri bir an için, ağaran ufka karşı sararır gibi oldu. o Ş'malden, ol- dukça sert bir rüzgâr (o esiyordu. Artık yağmur yağmıyordu. İleride bir burun. Döndüler... Küçük bir koyun içinde bir kaç balıkçı kayığı ve bir kulübe gör » düler. Daha ileride küçük bir kö - yün damları vardı. Birdenbire geri çekildiler. Ali reisin etrafında toplaridılar. Ali onlara fikrini söyledi: — Biraz daha burada kalırsak yakahandığmizi gündür. ç (Devamı yar), —T: 50002 84 : Aka Gündüz | (“0-39 — Ama çok yalvarırırm. Ka- pıcıyı görünce bu odayı size be- nim bulduğumu söyleyiniz. Ya- rım lira komisyonu var. Yarım lira yarım liradır, çocuğumun ayakkaplarını oyamatırım. Kış geldi. — Olur, olur, söylerim. — Eksik olmayınız. Esoes caddeye fırlayınca geniş bir soluk aldı. e Ve anladı ki eski tanıdıklarımdan hiç birinin yanı» na gdemiyecek, En sapa bir sokok- ta en kuytu bir oda, Esoes içih ya- şıyacak başka bir yol yoktu. Öyle bir yer bulmalı idi ki, üniversite- ye görünüp tanmmadan (girsin, görünüp tanınmadan çıksın. Akşama doğru aradığı gibi bir bodrum odası bulabildi. Yeni üniversiteliler onu tanımı- yorlardı ama, adımı, sanını çok işitmişlerdi. Gazeteler resimlerini basmışlar, genç ozanlar destanla- rmı yazmışlardı. Rektörle fakül- te dekanı onu yeni gençliğe öyle bir tanıtış tanıtmışlardı ki, gözbe- beklerine kadar kıpkırmızı kesil mişti. Kekeliyerek: — Ben bu kadar övgüye değer işler yapmadım. Diyebildi. Eskiden olsaydı, hemen topal doçent, tek bacak miskin diye ad takarlardı. £ Fakat şimdi durum bambaşka idi. Herkes derin bir saygı ile selâmliyor, saygı ile ko- nuşuyor, ve savaş alanlarında al dığı Esoes adı yaşıyor. Dış varlıktan DUsbÜtüN çekil - mişti. Hiç bir sıyasaya, politika - ya kulak vermiyordu. Genç ve a - teşli/iş arkadaşları (o birbirleriyle avaz avaz konuşurlarken o, göz lern mikroskobundan aymmazdı. Dün birbirini boğazlıyan ulus- lar, bugün birbirini iliklerine kadar soyup soğana çeviriyorlar. dı. Yeni yeni devletler kuruldu. Başkalarından koparılıp kurulan bu devletler için: — Niçin? Diyenlere hemen şu karşılık ve- riliyordu: — Vilson prensiplerine göre! Ötede gökten var olan bir sürü ulus dövletleri de başka bayrak - Jarm altına çekilip almıyordu. U- Taslı varlık bu mudur? Onları kur dunuz, bunları ne diye bozuyor- iun7? Diyenlere de susuyorlar- dı. Vilsonu, Milsonu anmıyorlardı. Topiu, barutlu savaş bitmiş, ys- sil masal bir evrensel boğarlaşma beslamıştı. Esoes hiç birini görmüyor, işit- miyor, aldırış etmiyordu. Yalnız onu zorla sürükliyenler vardı. Bunlar; genç, heyecanlı talebe- leriydi. Onları çok sevdiği için zoraki dinler, şöyle, böyle bir iki lâfetmeği uygun görürdü. Tıb fa- küliesindeki Mısırlı genç ellerini kollarını aça, oynata her gün bir yeni olgu (hâdise) bildirirdi. — Esoes! Sayım Doçentim! Ka hirede yeni bir ayaklanma olmuş. Kadınlar, genç kızlar bile kan döküyorlarmış. — Daha bıkmadılar mı? — Ulusal istiklâl için kan dök- mekten bıkılır mr? Ertesi günü karayağız bir Mal- talı yanına sokulur: «- Doçentim! der, bizim Valet- “ «addesinde lord Plumere bom- b m elime Sl $ Birinci kânun 1934 Alma ve bâşka dile çevirm Devlet yasasınca koru udur. — Niçin? — Ulusal kurtuluş için. Kapıcı gazete okur. O larr, istemeden kulağına Fasda büyük savaş varmış! lerin Mustafa Kemal Paşası “ff ti, vasdan Ankaraya gelmiş. Mi“ lay İsmet Bey İnönünde karşı duyu bozmuş. Paraguvay, Oraguvaya sali miş, Çin ayaklanmış, Şanghay ler içinde. 4 Ceneral Vrangel Londrad8 beyaz ordu kurmağı düşünül muş. İngiliz lirası bir buçuk kat * si , İtalyan liretini sıfıra düşmö! ten kurtarmak için Ciyoliti nesine üç nazır daha alınmış. ki, solini adında bir eski savaşçı K* gömlekliler fırkası kurmuş.» Esoes o kadar bunalmıştı ki gün rektöre gidip yalvardı: — 6 numaralı lâboratuv#”” bir kapısı daha var ki arka €8” deye açılır. Onun anahtarın". na verirseniz çok büyük bir 9” Eğ edersiniz. Ben oradan giri #ğİ, kayım. Çalışamıyorum. j Ve rektöre hepsini anlattı. Rektör içinden alay ederek? | nahtarın verilmesini buyurdu 5 808s o günden sonra bir kat” ! görünmez oldu. Gençler ve 8” daşları onu lâfa tutmak kaçınıyor, abuk sabuk söyle” rek uzaklaşıyordü. geti O artık insanları sevmi; Onun yerine insanlığı İlk iş olarak ii insanlık tapkmı büyük Pren$ yaptığı aşıdan başladı. Pre? ondan altı ay yaşatıcı bir ilâ” mişti. O bir kaç aşı yapmı! büyük genç iki yıl yaşamıştı. çamurlu, akrepli zindanlar” de... Demek bu aşı üzerinde inc“ inceye çalışmak boşa vi emek olmayacaktı. İnsanlığı verem gibi bir salgından kurtarmak. düşündükçe sevincinden içi m yordu. Bir gün düşündü: İs veremden kurtardım diyeli” ama bu, büyük bir şey gö ki. Kanserden kurtardım: öyle. Şundan kurtardım, * kurtardım. Hepsi güzel, Arkasından bir savaş olacak? Üç beş hafta i milyon kişi ölecek? Öbür beş yüz yılda öldü bir savaş temizleyip Ne yapmalı öyleyse? Öyleyse insanları #8' ğazlaşmadan kurtarmalı" ş Bu'da kendisi gibi iki 7... fen profesörünün ya) yeceği nane değildi. dine önce gülümsedi, — Niçin yapacağı Dün insanlığı may A laştıranlar, bugün lanıp (Evrens bârış işin ruz) demektien Çi laboratuvarında bütün Yi çalışan bir bilim adamının d (Deve