Budun birliği, dil birliği ile kurulur | Meiek ve Şieyt;iı ı Ayni zamanda içim de sarsıldı. 1 Zira Ali Beyin pantalon cebin- deki eli hafif hafif oynuyordu. ' Ondan başka da alkışlamıyan yoktu. Bir aralık arkadaşı gene kulağı- | na iğildi. Bir şeyler fısladı: Yü - zünde yalvaran ve korkan Bir in - sanın hali vardı. Fakat Ali Bey ona cevap bile vermiyor, yüzü gittikçe daha de - mirleşiyordu. Cemal masayı bırakıp - birak - mamak düşüncesi arasında boca- | İıyor, sağa sola ürkek bakışlar at yordu. Meral, şarkısına başlamıştı: Bugün başka, yarm başka, Her gün koş bir yeni aşka.. Yaşa yürek yaka, yaka, Üzdükçe arkandan gelirler.. Merdivenden iniyor, masaların iskemlelerin arasında, vücudunun güzel kıvrımlarını gösteren en ince figürlerle şarkısma devam e - diyordu: Oözleri süz, beli kıvır, “ak gösler, gerdi *af erkekleri kanctı Uzun kirpikli iri gözlerini sü - r; ince belini kıvırıyor; mev- un bacaklarını gösteryior, beyaz serdanını kırarak olgun göğsünü Labartıyor, ve erkekleri - çıldırtı - yordu. Gözlerimin biri onda, Âli beyin pantalon cebindeki eli - nin bileğindeydi. Şimdi daha çok kımıldamıya, dimdik ve kımıldamıyan gözlerle Zehrayı süzmeye başlamışlı. Zehra bir aralık durur gibi ol - du. Zannederim her ikisinin bakış- ları bir saniye için biribirine ras- lamıştı. Yüz ver, kendini verme; Seysen de sakın bildirme.. Bir daha. . . Masalardan biri hemen boşal « miş ve Zehra onün üstüne sıçra - mıştı. Ansızın sustu. ikincisi 'Volga Volga” şarkısiyle ve diğer eserleriyle halkımız tarafından da ga- yet İyi tanınan Rus mugannisi Şalia- Olduğu yerde sallanır gibi ol- du. Sonra birden gerildi; sanki çelikten bir yaydı. Benden başka herkes yalnız o- na bakıyordu. Tam bu sırada Ali Beyin eli bir şimşek hızıyla cebinden çıktı. Par lak bir namlının havaya kalktığı- nı, masanın üstünde gözleri fırla- miş, elleri havada, ağzı açık duran Zehraya çevrildiğini ancak göre- bildim. Silâhla hedefin arasında beş a- dım aralık vardı; bu — vaziyette genç kadını öldürebilmek için yalnız tetiği çekmek yeterdi. O ka dar yakın ve o kadar meydanda idi. göğüste ince bir kan sızıntısı bıra- karak bir taraftan girecek, diğer taraftan çıkacaktı. Genç kadınla beraber en son ümidimin de öldüğünü, çölde son damla su gibi eridiğini görür gibi oldum. İnsan çok zaman bütün bir sa- adeti, bütün bir hayatı yalnız bir saniyeye, bir saniyenin onda veya yüzde birine borçlu kalır.. hamleler de çok zaman, düşünmek sizin, bilmeksizin, tasarlamaksızın yapılır.. Zehraya çevrilen namlıyı kav- ramak, sahibinin elinden almak i- çin vakit yoktu. Şimdi genç kadın yüzünü kol - larile kapamış masanın üstünden yere atlamak üzere idi. Herkes onun bir baygınlık ge - çirdiğini sanıyordu. Ali Beye yakın oturan iki kadin- la bir erkek tabancayı görmüşler fakat şaşırmışlardı. Önümdeki bira şişesini kaptım. | Tabancayı tulan kolun omuz başı- na bütün kuvvetimle fırlattım, Silâh patladı. Zehra masadân yere atladı. Sahnenin kenarındaki küçük kar- pıya doğru koştu. (Devamı var) sanat istidadına malik bulunması sa « yesinde temayüz etmiştir; bugünün en yüksek tasnif edilen mugannisi o « pin, en büyük kızı Melle Stellayı Kont | dur denebilir. daan de Pemur isminde bir asilzadey- he evlendirmiştir. Şaliapin, vaktiyle bir yedekçi idi. Dünyanın en kalım ve harikulâde er- xek sesine, ayni zamanda yüksek bir hi üü lll lll el l lll lll eee ni Arkada, yeni evliler ayakta duru- İyor. Şalipinin solunda zevcesi, sağında i- se damadının — annesi - oturmaktadır. Diğer kuızlar, gelinin kardeşleridir. | İşte, şimdi parmak oynayacak, | | tetik çekilecek ve kurşun o güzel Gölge gibidir erkekler, | O saniyede yapılan kurtarıcı | Yazan: ISHAK FERDİ ANÇERLİ KADIN Istanbulda ge- çen çok heye- canlı bir zabıta romanıdır. Bu Büyük Roman mw"w&w— Te ei Marpuçcuların dertleri ve dilekleri Rıza paşa yokuşunda, 8 numa- rada marpuççu Mustafa — efendi diyor ki: Marpuççular vaktiyle 4 - 5 dük- kândı. Şimdi 3, 4 dükkân kalmış- tır. Bunun sebebi tömbekinin çok pahalr oluşudur. Eskiden yanı - mızda işçi de çalıştırırdık. Şimdi ise kendimiz güçlükle geçiniyo- ruz. İşçi yetiştiremiyoruz. ve bu san'at günden güne tedenni edi - yor. Bu sanatın beslediği sırcılar, şişeciler, lüleciler, imameciler, kehlibarcılar, marpuç ağzı diken kadınlar kalabalık bir — kütledir. Ve tömbekinin inhisar altına a - hındığından beri devam eden pa- halılığı yüzünden bunlar hepsi açlığa mahkümdurlar. Gazetelerde yerli tömbeki ye - tiştirildiğini okuduk. Tectrübeler iyi bir semere verirse, belki bu sa- nat da yeniden dirilir ve bu kadar kişi açlığa ve işsizliğe mahküm ol- maz. Bütün dileğimiz ve arzumuz yerli tömbeki yetiştirilmediği tak- dirde tamamen sönecek olan bu san'atı kurtarmak için hükümetin tömbeki fiatlarını indirmesidir. Ait N eai y İ M eyıçe AT ea Öz Türkçe, öyle gür bir kay- naktır ki ondan dilimize sağlık ve canlılık akacaktır. Tn BKF B ı gaP ADaygag İN ayia aa rw|MW"MmılnııınııIl""—ııııııll""llnıııı!"““vmıl*.lınıl—mıı; Yeni Romanımız Yarın Başlıyor HİNiyaıall? î î Yarınki Sayıgn?__zda Başlıyor ESNAF Sanatkârlıktan hammalilığa değil fayda vermelidir Bakırcılarda hamal Hasan e - fendi diyor ki: Eskiden benim de mükemmel bir bakırcı dükkânım vardı. Fa - kat iflâs ettim, dükkânımı kapa - mek mecburiyetinde kaldım ve şimdi hamallık yapıyorum. Emin olunuz, burada kalan 7 - 8 esnaf da iflsâ etmiye mahkümdur. Ben bunca senedir san'at öğ - rendim. Dökmecilik ettim. Şimdi sefalet içindeyim. Fabrikalar bizi bu hale koy - du ve mahvetti. Çünkü fabrikalar dayanıksız iş çıkarıyorlar ve ucuz- dur diye herkes alıyor. İşte ben yüreği yanik eski bir esnafım. Beni dinlesinler ve bu san'atı kurtarsınlar. — Fabrikaları bu milletin fertlerine zarar değil, fayda veren bir hale sokmalıdır. Bir usul bulmalıdır. Sırmakeşlik ölüyor Mercanda Sırmakeş Nikolaki Efendi diyor ki: Eskiden san'atımız çok revaç- ta idi. 60 dükkân sırmakeş vardı. Şimdi ise 5 dükkân kaldı. Buna sebep dökme armalardır. Gerek orduda, gerek poliste ve gerekse mekteplerde dökme arma kabul VE l KADIN Okuduğunuz zabıta romanlarının en hoşu- nuza gideni olacaktır. I Berberlerin tatil ihtiyacı tatmin edilmelidir Mercan, Harbiye caddesinde | 7 numarada berber Lütfi efendi | Makineler fertlere zarar | de diğer meslektaşları gibi, tatil ihtiyacından bahsediyor. Onun bu arzusu niçin tatmin edilmiyor. “Bizim bir cemiyetimiz var, se- mede 325 kuruş veririz, buna mu - kabil 325 paralık faydası yoktur. B'-: düşünmüyor, bizim hayatı - mızla alâkadar olmuyor.. Sonra bizim ne cumamız var, ne bay - yamımız. Mütemadiyen çalışırız. 14 senedir çalışıyorum. Ne oldum? Hiç!.. Bu on dört seneden de bir şey anlıyamadım, hayatım bir hiç o- lup geçti. Biz de, ailemizle otur - mak, gezmek, biraz hayatın tadın- dan anlamak isteriz. Fakat neden- se, bunu bize çok görüyorlar. Ve bir türlü tatil saatleri için karar werilmiyor. Diyeceksiniz ki: Madem - tatil | Etiyorsun, dükkânını kapa. Seni meneden var mı?. | Evet, doğru.. Fakat ben yalnız nasıl kaparım.. Zaten üç beş müş- terim var. Onları da kaçırayım mı Fakat bütün berberlere ait bir ka- rar verilirse o zaman çok iyi olur. edildiğinden bütün işlerimiz bo- zulmuştur. Bütün ümidimiz yeni bir şeklin ortaya çıkmasıdır. Ak- si takdirde san'atımız. tamamen ölmeğe mahkümdur,