26 Eylül 1934 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

26 Eylül 1934 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

eg - 26 Eyllll 1934 |öz lürkçe mi, Bunu anlamak için aşağıdaki iki yazıyı karşılaştırın! SAVAŞTAN — BARIŞA Os Buğün Dil bayramı dolayısile, öz 'Türkçe yazılmış ilk roman Savaştan Barışa başlığile, basılıp satılığa çıka- rıldı. (Vâ - Nü) ile arkadaşı Çürüksulu Merziyet Hanımın yazdığı bu romanda, şunlar anlatılryor: Orhanm sevgilisi Belkısr, İzmir bas- kınında Yunanlı Nikola Ergis öldür- müştür; gene o adam, Orshanın yüzün- de derin bir kılıç yarası açmıştır. Şim-| di bir Balkan ülkesinde, elçilik kona - Kımızda Tevfik Rüştü — Bey, Balkan uzlaşması için büyük bir eğlenceli top- lantr yapmıştır. İki eski düşman, kar- şılaşmışlardır. — Pusat işliklerinin yala- bacı (—silâh fabrikalarının mümessili) olan Ertof iki adamı kışkırtıyor. tarafını, öz Türkçe romanda okuyu - nuz, Bakalım, anlamakta güçlük çeke- cek misiniz: — İzmire girdiklerinde, Türk - lere karşı çok iyi, çok adamca dav ranan, kadınlarınızı esirgeyen az görülmüş er adamlardan eski Yu- nan buyruğu M. Nikola Ergis.... Sonra da, alay eder gibi Türk seyasacısınınyüzüne baktı: — İyiliklerinizi, barışçılığınızı işitmiş olan Yeşilpınarlı Orhan Bey! İki can düşmanı, şimdi karşı karşıya idiler, Orhan elini tabancasından ayı- rıp yağıya uzatamadı... . Nikola Ergis te kendinde o gü- cü bulamadı. Eski Yunan çerisi; önünde du- — ran adamın kesik yüzüne bakıyor- YAt Ertof çarpımtı içindeydi: “ . Ah, şu toplantı umduğum gibi bitse... Pusat işteşliğinin ve- receği ödenler aşıp taşacak! diye düşünüyordu. Böyle olunca bıcgas tavsıyacaktır. Çünkü Yunanistan- daki aykırr düşünceliler,oradaki u lusa “Biz demedik miydi?,, diye- rek yaygarayı basacaklardır... *“Bulçaristandaki çeteciler, çalı- | mına getirip, olan bitenler üstüne yüz katacaklardır. Hele bizim ak- | çamızla işliyen büyük Avrupa ba- sınları neler yazmıyacak, neler... “İşte, Türklerin barışçılığını gördük...,, diyecekler. “Balkan brcgası mr, Balkan savaşı mı?,, başlıklarmı koyacaklar... — “Bir 'Türk buyruğu eski bir öcü yüzün- den bir Yunan buyruğunu öldür- dü!.,, çığlığını koparacaklar... Ne düşünceler yürütecekler: “Kurun- lardanberi süren yağılık, hiç yatı- şabilir mi?,, Neler görüyorum? Biraz önce verdiğim tabancayı, Orhan Bey yancığında oynatıyor.. Tanrım bana- yardım etse de bu gece istediğim olsa!, Genç adama bakıyor, sevine- rek: “— Oh, oh, benzi ılxıh;ı atı- yor. Kendinden geçer gibi olu- yor... Sarardı, morardı, kızardı... Biraz önce söylemiş olduğum söz- ler ona işlemiş olacak. Yağısına, gözlerile yiyecekmiş gibi: bakı- yor... Kirpiklerinin telleri — kıvıl- <€ımlar saçıyor... Ha babam ha...,, Büsbütün kışkırtmak — için de yüksek sesle: — Demir gibi. bakıyorsunuz... Sakın önceden başka yerde birbi - rinizle karşılaşmış olmayın... Dü - #inün bakalrm... Bu ismi usgarmı- yor musunuz? diye ayak diredi... Orhan, bu adı isitmekten cok xörlenirdi: | — Bamakalırsa, Anadolü akı- Alt| ıîı — Nikola Ergis... diye boğuk boğuk söylendi... Geriye doğru bir adım daha Altı... Madam Ergis azıcık şaşala- mıştı: — Ne oluyor?.. diye pusat iş- Tikleri yalabacının kolunu tuttu. nından tanıdık çıktılar. Kocanızın Türklere çok iyilik etmiş olduğu- Nu söylüyorsunuz. Görünüşte bu beyin de usgardığı bir geçeni var. Kocanıza tabu edecek... “ Bu sözleri öyle sinire batacak | gibi, sinsice söylüyordu kil... | Genç Türk seyasacısı büsbütün tersleşti: Şimdi artık Nikola Ergis, üze- | rine doğru gelen bu adamın karşı- sında geri geri gidiyordu. kiyordu. O da: Ergis, Orhanın bir solukluk durgunluğundan sıra bularak ya - na doğru sıyrıldı. Şimdi genç seyasacı — Dışişleri inancile karşı karşıya kalmıştı. Tevfik Rüştü Bey: — Ne oçocuğum? -dedi.- Biraz önce seni sordum. Nerede idin? I- ki gün iki gecedir boyuna çalıştı- ğın için sökeldin sanmıştım. Kü- dün başlarken ortada yoktun; Kaygılandım. Üzülmem — doğru çıktı. Vah, yavrum solmuşsun, tit- riyorsun, bir yerin ağrıyor - sanı- Yım. Haydi git dinlen bari... Ay, senin “barış dalın,, da yok... Dur, yakana elimle takayım. Tevfik Rüştü Bey üşüntülü yerlerdeki bütün adamlarla konuş mak inceliğini bilir. Kendisine pek az önce biri, barış imi olmak Bu sırada, Gal, habire sizik çe- | üzere, yabancı dillerde (palm) de nilen dalm, o gün için yaptırılmış minimini örneklerinden bir kaç “— Ah, tabancayı atarken sizi- | sayı vermişti. Bunlardan genç a - ğini alabilsem... Bu işi bir başar- | damım yakasıma iliştirildi. sam yaşadım!... diye düşünüyor- Orhan, bir takım sözler kekele- du. Hele bizim arkadaşa diyecek | di. Ne söylediğini sorsanız kendi yok! Ortalığı iyiden iyiye kızış- | de bilemiyecekti. Belki sökelme- tırdı!,, diğini, belki de gecenin ayazında 'Yunan seyasacısı iki adım ge - | azıcık üşüdüğünü bildirdi. Hem, riledikten sonra kendisine sırtla - | çerilen angıya tabu etti. rını dönmüş duran bir kaç kişiye Küdünlerde Dışişleri inançları çarptı; ister istemez durdü. Bun - | hiç yalnız bırakılır mı? Bizimki- lar arkalarma vuranın ne olduğu- | tabancanın tetiğini açan, hem de 'nin de dört bir yanını yabancı — daha da bir çok Bunun üzerine yancığımdaki | kişiler sardı. ' Tevfik Rüştü Bey bunlarla lâ- | sinirliliğin son kertesine varan Or | kırdıya koyulunca Orhan tek ba- hanın gözleri önünde yepyeni bir | şına kaldı. görek canlandı. 'Tevfik Rüştü Beyin dört bir dinliyenlermiş. Bunlar dağılınca, Orhan, Türkiye Dışişleri inancı ile göz göze geldi. Tevfik Rüştü Bey | küdünü süslemek için bir çok yer- | lere asılmiş ölan büyük Başkanı- mız Mustafa Kemal ile İsmet Pa- şanın sizikleri önünde duruyordu. Orhanın tabanca tetiğindeki e- hi titredi, Gene de için için: “ - Büyük babam da, benim gibi barış düşüncesine kapılmış, eski yağılarımızla uzlaşmak yolu- nu tutmuştu. Gel gelelim, nasıl al- dandığını sonradan öğrendi...,, di- ye söyleniyordu. Hem de, gözlerinin önünde Bel- kısın, solgun yüzü, Yeşilpınar kö - yü savgısı, (Öcümü unutma!) sö- zü fır dönüyordu. Ğ Tevfik Rüştü Beyle sizikleri görünce, tetiğe dokunan parmak - larına gevşeklik geldi. Beynine sldıran düşüncelerle angısındaki görekler yavaş yavaş ilindi. Boğucu bir odadan bir yaz ta- nına başını çıkarmış gibi içi açıl - dı. “— Onlar böyle istedikten kel- (li... »diye düşündü.- böyle olmalı. Ddrr!... Ben sanki özyurdumu — on- lardan daha mı çok severim? On- Jar sanki benim düşüncelerimin bütün çığırlarını teker teker ge- çirmeden mi bu anlaşma bitimine yardılar?. Bu üç büyük Türk Bel- | kış gibilerinin başından geçenleri bilmiyor mu?. Hepsinin birden yasını tutmuyorlar mı?,, g K3 $A Bir ağaca dayanmıştı. Beyni Çok geçmeden anlaşıldı ki 'ken- | boşalmış gibiydi. Çevresinde dö- dilerine Ergisin çarptığı adamlar, | nenleri görmüyor, kulağına hiç Ya- | bir söz irişmiyordu. O, böyle du- nında çevrelenerek söylediklerini | yurken biraz ötede ağaçlıklar ara- | sında üç kişi konuşuyordu. İçlerin |“den biri Bulgar çetecilerindendi. | Bu adam Türk elçiliğinin konuk- luğuna gelebilmek için hem adını sanını değiştirmiş, hem de öteden- beri bütün Balkanlarca tanılan o kaba sakalını kesmişti. Böylece bilinmez bir kılığa girmişti. Daha doğrusu böyle sanmakla kendi kendini aldatıyordu. Çünkü Türk elçiliğinin kaprdaki gözcüsü, onu, içeri girerken, sezmiş; ne yapaca- ğinı anlamak üzere arkasma bir iki kişi takmıştı. Bunlardan - biri de uzaktan bakınca pek vurdum duymaza benziyen, ancak açıkgöz lüğü, cingözlüğü sonradan anlaşı- lan Yaşar çavuştu. Orhanın ulağı Bulgar çetesine uzaktan, yakından göz kulak olur- ken, onun, hem Ertof, hem de Gal ile bir ilişiği olduğunu çakmış, bu- na da pek şaşmıştı.. Nitekiln, şim- di, bu üç kişi, yanyana gelmiş, kuytu bir yerde konuşuyorlardı. Şu var ki, konuştukları ne idi? Bunu anlamak, üstesinden gelinir işlerden miydi? Çünkü üç adam pek işkilli, kuşkuluydular. Yanla- Fiına kimsenin yanaşmaması jçin gözlerini dört açmışlardı. Hem de önünde durdukları ağacın sağına soluna, üstüne altıma da, kimse var ms diye, bakmışlardı. Şimdi yapyalnız olduklarına inanıp kanarak — görüşüyorlardı. Gel gelelim, elçiliğin gözcüsü ile | Yaşar çavüş, üç kişiden daha tetik ü € anlıca mı kolay? 'Mai ve siyah,, tan bir yaprak! Uşşaki Zade Halit Ziyanın “Mai ve siyâh,,1 Osman- lıca yazılmış en güzel romanlardan sayılmaktadır. En tanınmış, beğenilmiş yerlerinden birini alıp gösteri- yoruz. v e di 245 YU Çlslam YATTULA g1 DADIN AA y $e Y y) Ve AA ga Ö3K g İA di ÇB öğy * DFG Tei G3 93S AD SP YA Y ÖŞ A RİŞİ Dt J) e geei 6 A IST ASSS OU 7 hö) * ))35> _.J»K.J ng.' Bacely> ı':- Ol)3a İ ge J,İ.j',_ * ;),Ç_p aale ÜzE ÜU Ş ZABU NS e Y a el t Ş e Üa Üncüm y e SŞ VÜY b 3 İ ötürüm Ci 2 7 renli y d3 ll EE gö NL? DA T M ı .. 399 h ada BAA SI V) Jül GA ei0 ÜN gl yt azl GyI TT B303 İN gA N SD AZ A G G A Oly g8 . » 53314i YA GA AOA GKL GA v 5 ga SNO VA ği O gua AA SA Seall Alem 3 )90 Ce5Ai GAŞ L y hünüe İT erkelolab Sil; 455 * GAŞ byaLa İA y ha 3igim SS eblemareİ İyseazmi HBolsl ea UA ll A Va V U)ŞZ ğit Oğillğ) 63339 GdT a ı_;:;),! ;'4:.! Ç ÇA G Yİ GĞ Szle 7 çe ÇASi ŞI Yü G SÜY ea L Ğ, bozüN V Bu sahranın üzerindeki semanın al-| haşmet dökülür, biraz evvel sönük tından sadayı paki melâik kadar hafif! bir hava uçar ki, vakfı sem'edilse bir âlemi ruhun aksi zemzemesine benzer deruni nağmeler mühtezdir. Bütün ma- nazır, sabahlara mahsus o rengi müp- hemiyet içinde hava ve hayalden mü- rekkep bir zıl'şeklinde durur; — fakat bir zaman gölir ki nagehan bir nuru duran sinei habidei sema envarı — behi- €e ile dolar. Bir kenarı ufuktan güne « şin şa'şaai hafifesi sahraya bir tufanı en. var döker, bu haşmeti müdebdebei se- manın altında sahra o müşevveşiyeti manazırdan sıyrılır, bir nuru lâtifi na- zarrüba içinde şa'şaapaş olur.. Söylemesi sizden: öz Türkçe mi daha anlaşılıklı, yoksa, Osmanlıca mı? Hele yeni yetişenler, düşüncelerini söylesin! ( sesacEDeLELLCARARAEECEAECCARARA geneserecnLnLALEESADELDADEA .. davranmış, onların konuştukları- nı dinlemek kurnazlığını bulmuş - tu, Bakınız nasıl: t Üç kişi fısıldaşmağa başlar baş- Jamaz yanlarına bir çocuk gelerek hepsinin yakasına Balkan budun - larının tevirlerile boyanmış — yap- ma çiçekçikler taktı. Sonra, uzak- Taştı, Adamlar, bu çocuk yaklaştığın- da sustular; uzaklaşınca gene ko- nuşmıya başladılar. Artık Yaşar, yer katındaki küçük odadan, pek güzel dinliyordu; çünkü onun gönderdiği çocuk, üç kişinin ya- nma tele bağlı bir kiçikses bırak- mıştı. Elçiliğin gözcüsünün bu gi- bi işlerde kullanmak üzere hep ya nında bulundurduğu avadanlık çok elverişliydi. Hem bahçenin bir çok yerleri - ne, ne olur neolmaz diye bir ta- kım teller germişlerdi. İşte bu yüz den aşağıdaki konuşmayı dinliye- bildiler. Ertof'un sesi: — Arkadaşlar! Giriştiğimiz işin bozulduğu görülüyor.. Başarma umudumuz büsbütün öldü — diye- vrenercceLeLEnLAELACEDALEE D mem, yalnız istediğimiz gibi - Ni- kola Ergisi suğdıçın ortasında Or- hanın eliyle vurduramadık... Ah, onun Karşısına o coşturucu - sizik- ler çıkmasaydı, bıçgas ülküsünü unutup öcünü alırdı! Doğrusu, bi- zim için de pek iyi bir iş olurdu... * Çeteci Gospodin: N — Demek ki şimdi bile bir iş becerebileceğiz?. Ertof: — Hayhay! Gospodin: — Nasıl? Ertof anlattı: Buyruk — Zabit, Seyasacı — Siya- si, Yağı — Düşman, Pusat — Silâh, İşlik — Fabrika, Bıcgas — Misak, Ülüs — Halk, Basın — Matbuat, Ku- tün — Asır, Yancık — Cep, Usgar- mak — Tahattür etmek, Yalabaç — — Mümessil, Tabu etmek — Teşekkür etmek, Sizik — Resim, Görek — Man« zara, Dışişleri — Hariciye, İnanç — Vekil (nazır mânasında), Küdün — Resmi kabul, Angı — Hatıra, Bitim — Netice, Sökelmek — Hastalanmak, Ba« h rış—Sulh, Üşüntü—Kalabalık, U Emirber, Tevir — renk, Kiçikses Mikrofon, — Avadanlık — Âlet, mut — Ümit, Suğdiç — Ziyafet, Ül- kü «« Gaye, meiktire, ——— S betliğ U. l y Di Büliğrie Hari. | ) | î |

Bu sayıdan diğer sayfalar: