5 NTisan 1837 CUMHURÎYET BERLÎN MEKTUBLARI: Almanyada yüksek tahsil Almanyada 23 Üniversite ve 76 bin yüksek tahsil talebesi vardır. Bu ilim müesseselerinde beş bine yakın ecnebi ve 400 Türk talebe okuyor Belgrad toplantısının uyandırdığı akisler [Baştarafı 1 incı sahijede] HUKUK KÖŞESt: Hamburg Üniversitesi tesi şöyle yazıyor: «Küçük İtılâfm eski şeklile boş bir formülden ibaret olduğu âşikârdır. Her üç devletin politikası şimdi Macaristana karşı bile kendine mahsus bir cereyan ta kib etmektedir. Çekoslovakya Sovyetlerle bir pakt imza ederek ilk darbeyi vurmuştur. Bu tarzı hareketten hoşlanmıyan dığer devletler de serbestçe hareket etmek hakkını kazanmışlardır. Bu esasın Ital ya Yugoslavya paktından doğmuş olduğuna şüphe yoktur. Şurasını da kay detmelidir ki Fransanm yardımma rağ men Benes plânı kabul edilmemiştir. Belgrad tebliği bu plândan bahsetmeğe bile lüzum görmemiştir.» Gazete Küçük îtilâfm artık birbirile rabıtası olmıyan devletlerin toplanma sından başka birşey olmadığını ilâve etmektedir. Otomobil kazalarından doğan hukukî mes'uliyet Şu yazıyı kaç kişi anlar? Şoförü tarafından işlenen bir kazadan dolayı hukukî bakımdan otomobilin sahibine de mes'uliyet tereddüb eder mi? 2 [*] noktai nazannı tesbit etmeden evvel davanın mevzuunu kısaca hulâsa etmek faydalı olacaktır: Werner 20 8/934 tarihinde bisikletle «Rüegsau» köyünden geçerken Lüscher ismindeki bir adamın idare ettiği bir kamyon tarafından çığneniyor ve iki gün sonra da aldığı yaralardan mütessiren vefat ediyor. Kamyon «Lüscher» in kardeşine aiddir. Fakat mahkemenin kanaatine göre bir otomobilin zilyedinin seyrüsefer izinnamesı üzerinde ismi yazılı olanın olması mutlak surette icab etmez. Zılyed araba üzerinde filen tasarruf hakkma malik olan kimsedir. Bu itibarla istihdam edilen kendisini istihdam eden tarafından arabayı kullanmaya mezun kılınmış, bu takdirde arabanın Zilyedi demektir. eşen mevacibi verilecekti, kütük incelenip çalıklar ayırd edilmiş yerinde olanların ve dirlikleri defterleri hazırlanmıştı. O gün donanma da Akdenize çıkacaktı. Bortonlar, Polakalar, Karavelâlar, Barçalar, Vardakostalar, Kırlangıçlar Baştarde'nin ardında sıralanmış bulunuyorlardı. Patroneler, Riyaieler, Kapudaneler el öpüp gitmislerdi. Serhadlerden ilgarla gelen Ulaklar, birçok di.ler yakalandığını ve vire ile birçok palangalar elde edildiğini müjdeledikleri için herkes sevinc içindeydi. Venedik Balyözü de Duj'un r.ameiini teslim etmek ve Hedne'nin muteber tutulduğunu gösteren temessükü almak üzere divana gelecekti. Keseler hazırdı. Defterdar büyük yararlık gösterip hazinede bulunan eşrefıleri, aynalıları, altmışlıkları, ellilıklerı, barbutları, sümünleri, yeni zencireklilerı, rumileri, zoltaları, kamertabları, şahileri, tuğralılan, sülüsleri, fındıklıları, florileri, mangırları, nısfiyyeleri Darbhanede ve Bedestende değistirerek ulufeye gereki olan çil akçeyi tedarik etmişti. Asakıri Bektasiye sabah namazile beraber saray avlusuna yığılmıştı, Sipahıler de sıralannda geleceklerdi. Onların veldeşleri beraberlerinde ve hizmet defterleri yanlanndaydı. Dergâhiâli çavuşları mücveze ile, çavuşbaşı selimisile, çaşnigirler, müteferrikalar, saraçlar, mataracılar, tüfekçiler, muhzırlar, sorguçlu sorguçsuz perişanilerile, üsküflerile yerlerini almışlardı. Kallavî, kafesî, horasanî, paşayî, kâtibî, mollaî kavuk ve taclar, yüzlerce kafayı süslüyordu. Herkes kaftanına, biniş ve kuntuşuna sarılıp merasimin başlamasını bekliyordu. * * * Bu yazı, şu biçimde olarak belki hiçbir kitabda görülmez. Fakat satırlar arasındaki tabirlerin hepsi, eski tarihlerde sık Sik göze çarpar. Evrak hazinesi vesikalarını tetkik edenlerin vak'anüvis tarihlerini okuyanların satır başına bu tabirle karşılaşmamaları mümkün değildir. Kütük gibi, dirük gibi, çalık gibi bir kısım kelimeler Selçukiler ve özü Türk olan başka devletler tarihinde de görülür. Demek ki eski tarihi esas kaynaklarından okumak, eski vesikalardan istıfade etmek için bu tabirlerin neye delâlet ettığini bilmek gerektir. Sonra bu kelimelerin çoğu öz türkçedir, tarihî haysiyet'.erile beraber lisanî kıymetleri de vardır. Lâkin bugün yabancı lugatler gibi anlaşılmaz hale gelmişlerdir. Onları derleyip toplayıp alfabe sırasile tasnif, lugat ve ıstılah olarak delâlet ettikleri manaları tesbit etmezsek az bir zaman sonra ölü kelimeler arasına girecekler ve tarihin bir kısmını da ölüleştireceklerdir. Askerî, siyasî, malî ve içtimaî olarak geniş bir tahminle üç bin kelimelik bir yekunu ancak bulabilecek olan bu tabirlerin dilimize yabancı kalmasına meydan vermemeliyiz. Canlı bir kelime, bir dil için büyük bir servet teşkil eder. Bizim elimizde ise, dediğim gibi, üç bine yakın unutulmuş kelime var. Hem eski tarihin kolayca anlasılmasını temin etmek, hem de dilimizi gereksiz bir ziyandan korumak için onları yenibaştan sahneye çıkarmak icab etmez mi? Bu lüzum, tarihe ilgi bakımından, ilmî bir zaruret olunca ihmalin hiç yeri kalmaz sanıyorum. Berlin (Hususî muhabirimizden) Alman yüksek tahsil müesseselerinin 14 iincü asra kadar uzanan eski bir tarihleri vardır. Avrupada ilk üniversiteyi kurmak şerefi, 1119 da vücude getirdık]eri Bologna Üniversıtesile İtalyanlara nasib olmuştur. İngiltere 1214 te kurduğu Oxford Üniversitesile ikinciliğı, İs panya 1239 da kurduğu Salamanca ve Fransa 1255 te kurduğu Sorbonne Universitelerile üçüncülük ve dördüncülük şerefini elde ettiler. Viyana ve Prag Üniversiteleri hesaba katılmamak şartile Almanyada ilk üniversite 14 üncü asırda Heidelberg'de kurulmuştur. Bugün Almanyada 23 üniversite mevcuddur. Bunlardan dokuzu 15 16 ncı asırlarda, yedisi 1 7 1 8 inci asırlarda ve beşi de son iki asır zarfında kurulmuştur. Alman üniversitelerinin hususiyeti Teşkilât itibarile dığer Avrupa üni versitelerinden pek farklı olmıyan Alman üniversiteleri mühim bir hususiyet taşır lar: Tahsil serbestisi. Üniversite talebesinin takrirlere olan devamı kontrol e dilmediği gibi talebenin muhtelif sömestrlerini muhtelif üniversitelerde geçirmesine de müsaade edilmektedir. Bu usu lün faydalan şunlardır: Evvelâ talebe memleketin muhtelif yerlerini yakından tanımak fırsatını buluyor; saniyen muhtelif hocalann çalışma tarzlarını görü yor ve nihayet kış sömestrlerini kış sporlarının yapıldığı yüksek mıntakalarda, yaz sömestrlerini deniz sporlarmın yapıldığı sahil şehirlerinde geçirmek suretile Almanyada bugün t^rbiye işlerinde bi rinci plâna alınan sporla yakından meşgul olabilıyor. Almanyada mevcud olan bu 23 üniversite umumiyetle tam teşkilâtlıdır. Berlin, Münih, Frankfurt üniversiteleri gibi pek maruf ilim müesseselerinin haricinde kalan diğer üniversitelerde de ayni teşkilât ve ayni kuvvetli tedris usulleri mevcuddur. Hatta küçük şehirlerde bulunan üniversitelerin bazan Alman ilim hayatında en ehemmiyetli rolleri oynadıklan da görülmüstür. gencliği üniversiteye başlamadan evvel bir sene müddetle Arbeitsdienst denilen memleket hizmetinde çalışmak mecburi yetindedir. Bu mecburî hizmeti yapmı yanlar üniversitelere ve yüksek mekteblere kabul edilmiyor. 1925 te neşredilen bir kanun, Alman gencliğini bir sene müddetle devlet ve âmme hizmetinde çahşmak vazifesile mükellef tutmuştur. Genc kızlar ve erkekler bu müddet zarfında muhtelif devlet işlerinde bilfiil çahştırılıyorlar (meselâ kanal v e j o l inşaatında, umumî sıhhat ve içtimaî muave net işlerinde). Bu hizmetten sonra memleketini ve memleketinin ihtiyaclarını çok daha yakından tanıyarak üniversiteye gıren genc, yeni bir hayat enerjisile çalış mağa, ihtısas yapmağa başlıyor. Alman talebenin hususiyetlerini kısaca şöyle hulâsa etmek kabildir: Çok ve muntazam çahşan, beden ve ruh muvazenesine e hemmiyet veren ve bu itibarla sporunu hiç ihmal etmiyen bu genc, geniş bir umumî bilgi yerine dar fakat derin bir ihtısası gaye ediniyor ve böyle çalıştırılı yor. Bu karakter ayni zamanda Alman milletinin karakteridir. Son senelerde Alman talebeye fırka ve memleket işlerı de büyük mikvasta yükletilmistir. Almanyada bulunan ecnebi talebe Almanyada mevcud 76 bin yüksek tahsil talebesi arasında pek çok ecnebi de vardır. Bunların sayısı Maarif Nezaretinin 1936 kış sömestri istatistiklerine nazaran 4788 dir. Almanyada en çok talebesi olan milletler Polonyalılar, A merikalılar, Avusturyalılar ve Rumen lerdir. Türkiye 60 millet arasında tale besinin çokluğu itibarile 14 üncülüğü ahyor (158 talebe). Komşu milletlerden Rumenlerin 361, Bulgarların 209, Yunanhlann 115, Yugoslavyanın 82. İranın 58 talebesi vardır. Maamafih bütün bu rakamlar 1935 senesine aiddir. Son iki üç sömestrde Türk talebenin sayısı birdenbire çoğalmıştır. Bugün Almanyada 400 kadar Türk talebe okumaktadır. Ekseriyeti hükumet talebesi teşkil ediyor. Umumî vaziyet şudur: Türk talebe Almanyada okuyan muhtelif milletlere mensub talebeler arasında iyi bir vazi yettedir. Belki de en iyiler arasmdadır. Ekserisi yarın memlekete yepyeni bilgi lerle dönecek, memleketin yarınki kül lür ve teknik hayatında üzerlerine çok mes'uliyetli ve ayni zamanda çok şerefli işler alacak olan bu gencler, birçok mahrumiyet içinde çırpınan fakat buna rağmen tekrar eski millî kudretini almağa başlıyan bugünkü Alman cemiyetini de içyüzile tanımak fırsatını bulurlarsa kazanclan ne büyük olacak!.. Adnan Cahid Ötüken 2 Tatbikat: A ) İsviçre Federal mahkemesi, Stocker Marendaz davası dolayısile yolun dönemeç bir noktasında korne çalan ve fakat kornesine cevab verilip verilmediğini dinlemeden hızla yoluna devam eden müddeaaleyh (Stocker) i kazanın mes'ulü addetmiştir. B) Gene ayni yüksek adalet divanı Ruffieux davası hasebile otomobilcinin manevra yapmak kasdile geri geri giderken arkasını kontrol etmemesini mes'u liyeti mucib ve hatalı bir hareket addetFransız gazetelerine göre Paris 4 (A.A.) Belgrad konfe miştir. ransı, Fransa için bir muvaffakiyetsiz C) Ayni mahkeme bir otomobil kazaliktir. Gazetelerin ekserisinin mütaleası, sı neticesinde cismanî zarara uğrıyan bu yoldadır. Gastıglioni ismındeki adamın tazminat taLe Peuple gazetesi, diyor ki: lebini esas itibarile kabul etmiş, fakat «Hakikat şudur ki Küçük İtilâf, Belkendisini, mütevazı bir bütçeye malik olgrad konferansından sarsılmış olduğu masına rağmen yüksek bir klinikte tedavi halde çıkmıştır. Bılhassa İtalyan Yuettirmesini gayritabiî telâkki eylemiş ve goslav misakının imzası, üç memleket a tazminattaki tedavi ücreti masarifini de rasındaki birlikte ciddî rahneler açmış içtimaî seviyesini gözönünde tutarak testır.» bit eylemiştir. Aube gazetesi, yazıyor: Filhakika bir kaza neticesinde cisma«Bu, Fransa için bir muvaffakiyetsizliktir. Niçin inkâr etmeli? Maamafih te nî bir zarara uğrıyan kimsenin «tedavi lâşa düşecek olursak haksızhk etmiş olu masarifimi dava ettiğim adam verecek ruz. Merkezî Avrupa, mevcud kıymet tir» diye bütçesine elvermiyen bir kli lerden hangisine güvenilmesi lâzım gele nikte kendisini tedavi ettirmesi hüsnü niceğini pekâlâ bilir. Fransa ile İngiltere yetle telifi kabil olmıyan bir harekettir. fena oynıyorlar. Fakat neticede muhak Hüsnüniyet onu icab ettirir ki bizatihi kakak surette kazanacaklardır.» zaya sebebiyet veren kendi parasile kenHumanite gazetesi, Yugoslavyanın disini tedavi ettirmek zorunda bulunduFransanm an'anevî dostu olan Küçük İri ğu zaman şahsî bütçesi normal olarak kalâfa mensub bulunduğunu yazmakta, son çmcı nevi bir hastanede tedaviye imkân Belgrad toplantısının bu itilâfın inhilâ veriyorsa o hastanede nefsini tedaviye linın haılevî bir mukaddemesini göstermiş tâbi kılmış olsun!... bulunduğunu ilâve eylemektedir. D) Otomobil kazası dolayısile otomoMaamafih Oeuvre gazetesi, istikbal kim olduğunun bilinmesi lâzımdır. Zil den emin ve nikbindir. Bu gazeteye nabılin «Detenteur» ünün, yani Zilyed'inin zaran, zaman, Romanya ile Yugoslav yed kimdir? Otomobilin sahibi midir? yayı kaçmış oldukları siyasî nizarria irca Yoksa otomobili sevk ve idare eden mietmek vazifesini deruhde edecektir. dir? Le Journal ile Ere Nouvelle gazete İsviçre Temyiz mahkemesi Werner lerine gelince, bunlar, Küçük İtilâfın tebdavası münasebetile bu suallerin cevabıliğinden memnundurlar. Bunlardan birinnı vermiş bulunmaktadır. Mahkemenin cisi dıyor kı: E) Cenevre Hukuk mahkemesi 12/ 6 934 tarihinde vermiş olduğu bir kararla (Holzstein Pellarin davası) bir kaldırımdan diğer bir kaldırıma geçen yaya yolculannın çok dikkatli olmasını, o es nada yolun ortasından geçen nakil vasıtalarına kendisinden evvel geçmek (Prio rite de passage) hakkını tanıması icab ettiğini, aksi takdirde kazanın bizzat mes'ulü olacağını tesbit eylemiştir. Fakat bu «evvel geçmek» hakkma rağmen muhtelif yollann birleştiği noktada otomobilcinin herhangi bir kaza ihtimali müvacehesinde derhal durmasını temin edebilecek bir surette süratini evvelden tenkiz etmiş bulunması lüzumu da mahkeme tarafından kabul edilmiştir. F) Kezalik Cenevre hukuk mahkemesi Gourieff davası münasebetile koca sının ölümünden dolayı zevcenin istinadgâhmdan mahrum kaldığını kabul etmiş ve kaybedi'en bu istinadgâh dolayısile kadının ziyanını şu miktarı kıstas ittihaz ederek tesbit eylemiştir. «Bir karısı ve bir çocuğu olup ta se nede 5000 İsviçre frangı kazancı olan bir aile reisinin işbu kazancının üçte bi rini karısmın geçimine tahsis eylediğini [•] Bu yazının birincisi 30 ikincikânun kabul etmek lâzımdır.» «Frar>î, Tuna havzasında bir müteDr. Münib Hayri Urgübliî tarıhli nushamızda çıkmıştır. kabil yardım vücude getirmeği düşünmeden evvel garbî Avrupanın emnıyetı meselesile mesgul olmaktadır.» Ikincisi de şöyle diyor: «Tebliğ, Küçük İtilâfın hegemonyası hakkındaki şayiaîara muzafferane cevab vermıstir.» İ Turgudlu muntazam bir plânla yeniden yapılıyor Prag ile Berlin arasında bir itilâf mı? Paris 4 (A.A.) La Republique gazetesinin Prag muhabirine göre, iyi rr.alumat almakta olan mehafil, Pragla Berlin arasında bir itilâf hasıl olmuş olduğuna gitgide daha fazla inanmaktadırlar. Almanyadaki yüksek mektebler Bu 23 üniversitenin haricinde Almanyada 70 kadar yüksek mekteb de var dır. Bunların arasında ekseriyeti yük sek nruallim ve yüksek teknik (mühen dis) mektebleri teşkil ediyor (10 Technische Hochschule ve 20 kadar muallim mektebi). Akmdan Akma Tarihî ve edebî roman. Bıf eserde Türk gücü, Türk zekâsı, Türk inceliği bütün parlakhğile görünür. Eser bastan basa şiirdir, tarihtir. felsefedir. san'attır. M. Turhan Tamn kaleminden çıkmıştır. Fiatı bir Iira. Istasyondan şehre doğru güzel bir gorunuş Almanyada talebe hayatı Yüksek tahsil müesseseleri hakkında bu tafsilâtı verdikten sonra biraz da Almanyadaki talebe hayatından bahsede yim: Addedi son istabistiklere nazaran 76 bine yaklaşan Alman yüksek tahsil Turgudlu (Hususî) Kurtuluş Sa vaşmda bir kül yığını halinde kalan kasabamız modern şekilde kurulmakta ve her yerde yeni bmalar yükseldiği gibi şehrin muntazam bir plâna tevfikan vücud bulmasma da dikkat edilmektedir. Maarifin, yıyeceğı ekmek kadar kendisine lâzım olduğunu söyliyen halkı mız, Türkiyedeki kasabaların hiç birin de eşine tesadüf edilemiyecek muazzam bir ortamekteb kurmağa da azmetmiş bulunmaktadır. Bu maksadla binbir fedakârlık gösteren hamıyetli halk yüz bin liraya yakın bir para teberrü etmiştir.Bu işi yakından takib eden halkçı Valımiz doktor Lutfi Kırdara karşı halkımızm beslediği hürmet ve muhabbet cidden büyüktür. dostum. Yalnız şu olur: Sen bana küçük burjuvanın, ben sana proletaryanm mü dafaası için karşılıklı fırsat veririz. Ben sana derim ki: Ay! küçük burjuvayı beğenmedin mi? Yeryüzünde büyük keşiflerden ve icadlardan yüzde sekseni kü çük burjuva tarafından yapılmıştır; sanatkârlann ve mütefekkirlerin çoğu küçük burjuvadır. Beğenemedin mi? Küçük burjuva en seçme smıfı temsil eder: Güzideler, askerler, muallimler, memurlar, esnaflar hep bu sınıftadır ve her yerde ekseriyettir. Onu geri ve henüz ne şuu runu, ne de iptidaî bilgisini kazanmış bir müstahsil smıfına irca etmek kolay değildir. Yann Avrupada bir küçük burjuva ihrilâli patlak vermiyeceği temin edilemez. Türkiyede ise ne amele, ne de büyük bir sermaye kesafetine dayanan hatın sayılır bir büyük burjuva smıfı vardır. Topyekun küçük bırrjuvayız. Sen nesin? Öyle değil misin? Müşterek sınıfımıza aid bir karakteri niçin yalnız bana izafe ediyorsun? diye sorardım. Fakat bahsi bu tarafa götürmıyeceğım. I M. TURHAN TAN kalkmıya hazırlanıyordu. Vücudünde ağnlar vardı. Oturmayı ve arkasına yaslanmayı tercih etti. Bu hareketi, o ana kadar sakladığı fikirlerine karşı Süley manda da, Necatide de bir merak uyandırmıştı. İkisi de ona baktılar. Orhan doğruldu ve Süleymana döndü: Necati biliyor, dedi, ber. bu gece pek yorgunum, adeta hastayım; öyle iken münakaşanızı büyük bir dikkatle dinledim. Itiraf ederim ki bahse karışacak kadar da bu mevzuda birşey bilrmyorum; fakat bu meselelere karşı benliği min ta dibine işliyen bir merakım var. Doğrusunu söyleyim, Süleyman Bey, sizin münakaşa tarzınızı anhyamadım. Acele hüküm vermek te istemiyorum. Ben düne kadar eski manasında bir materyalisttim. Bugün kanaatlerim değişmiş midir, bilmiyorum? Fakat bir buhran geçiriyorum. Necatile çok münakaşa ettik. İtiraf ederim ki o beni de çok sarstı. Sarstı, yıktı diyemem, sarstı. Aramızda bu mevzua hiç gelmedik. Sadece maddenin mahiyeti üstünde konuşuyorduk, rnetafizik çerçeve içinde kalıyorduk. Şimdi bu bahis beni her tarafımdan kavradı. Etüd etmediğim bir mesele üstünde f'.kir Cumhuriyetin edebî tefrikası: 39 BÎZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa kaşaya dönmek istemem. Fakat şu burjuvadan, küçük burjuvadan ne anlarsın? Küçük burjuva kimdir? Buna orta sınıf diyip çıkan da var. Güzel. Bu küçük burjuva işçi midir, burjuva mıdır? İşçi de ğildir, çünkü burjuvanın küçüğüdür; burjuva değildir, çünkü büyük sermayenin esiridir. Geçen gün bizim Muallimler cemiyetinde bunun münkaşası oldu. Mual limlerden biri, irfan amelesinin hukukunu pek haklı bir tarzda müdafaa eden başka bir muallime bağırdı: «Sen hangi ameleden bahsediyorsun? En büyük mekteb lerde dersin var. Ayda üç yüz liradan fazla para kırıyorsun, halis muhlis burjuvasın!» dedi. Tuhaf değil mi? Ayni tarzda bir münakaşa Matbuat Cemiyetinde de olmuş. «îleri» gazetesinde okudum. Biliyorum ki siz küçük burjuvayı sermaye pençesinden kurtararak kendi füzyonunuz içine almak istersiniz. İşçi kesafeti mevzuu bahsolunca onu kendinizden sayarsmız; aranızdaki ihtilâfların üstüne düşünce ona hücum edersiniz. Hakikatte şudur ki bir küçük burjuva sı Fakat kimin namma? Kendi millî varhkları namma! Millî tarihleri ve millî idealleri namma! Sen bunu bir merhale telâkki ediyorsun ve bir kere bu merhale aşıldıktan sonra millî vahdetleri parçalıyarak yerine sınıf temerküzleri koymak istiyorsun. Okuduğun yazı, bütün zavahirine rağmen hıçbir mazlum milletin müdafaası değildir. İçinde Amerikalı, İngiliz, Fransız... bütün Avrupa amelesi de dahil olduğu halde, sadece tek bir sınıfın müdafaasıdır. Senin davanın Türk milletile, Türk milletinin saadetile ihiç alâkası yoktur. Sen Avrupanın mil •let emperyalizmi yerine bir nevi sınıf emperyalizmi ikame etmek istiyorsun. Süleyman, boğazmda çatlıyan ve se sini birkaç dilime ayıran sun'î bir kahkaha sahverdi: Sınıf emperyalizmi! dedi, parlak labirler icad ediyorum. Gülme! Gülmek ne bir ilim, ne de bir delildir. Zannediyor musun ki sizin sınıf kelimenizin bu tabirden daha fazla haysiyeti vardır? Tekrar rıazarî müna nıfı kabul edılmek lâzım gelirse dünyanın her tarafında ekseriyeti teşkil eden odur; kapıtalızme karşı bir iddia sahibi olmağa ilk hak kazanan odur. Amele de her yerde büyük burjuva gibi ekalliyettedir. Sizin davanız bir ekalliyet hakimiyeti yerine başka bir ekalliyet hakimiyeti ikame etmekrir. Küçük burjuvayı arada kaynatmak istiyorsuTiuz. Hesabınızm en yanlış tarafı budur ki muvaffakiyetinize de bu mâni olacaktır. Necati söylerken, onun tesir mihverinden dışanda kalmak ıstıyormuş gibi lü zumsuz bir ısrarla cüzdanının içini dü zeltmekle meşgul görünen Süleyman iki defa gözlerini kaldırdı ve onun yüzüne baktı. Dirseğini lâmbanın ta yanma dayayan Orhan yorgun ve kızarmış gözlerini ondan hiç ayırmıyordu. Süleyma nm ikinci bakışındaki hayrete kanşan hisler çok müphem olduğu ıçın, Necati bir misafirine karşı mecbur olduğu riayetin hududunu aşmaktan çekiniyormuş gibi iki adım geri attı, biraz evvel terkettiği sandalyanm kenarını tuttu; o zaman ellerinin titrediğini farkettiği için, en saygılı ve gayrişahsî münakaşalardan sonra bile iki tarafm içinde kalarak benliğin bir tarafına yapışan acı tortularm birikmesine meydan vermemek istedi, oturdu ve daha sakin bir sesle dedi ki: rarında senınle beraberız. Hatta, daha ileri giderek söyliyeyim: Ancak siyasî bir merhale olarak, Türkiyenin, Avrupa emperyalizmile mücadele eden sosyalist gruplarla birleşmesine de çok taraftarım. Fakat zaferi kazanırsak, memleket sul ha kavuştuktan sonra biz artık bu sınıf davasına giremeyiz. Avrupada aleyhi mize yeniden bir sürü ihtiras uyandır makta millet olarak hiç menfaatimiz yoktur. Süleyman cüzdanmı kenara bıraktı ve ayağa kalktı; elleri cebinde ve iki kat olmuş denecek kadar iğilerek odanın ortasına doğru birkaç adım atmıştı. Ağır ağır doğruldu ve Necatiye döndü: Azizim, dedi, esasta senden ayrılıyoruz; sen hâlâ küçük burjuva kafasile düşünmekten kendini alamıyorsun. Necati de ayağa kalktı ve ellerini arkasma koydu: Esasta ayrıldığımız doğru; fakat Süleyman, dostum, nedir bu küçük bur juva kafası, Allahaşkma? Sen münakaşada kâh uzun bir kahkahayı, kâh ta bu neviden, kıymetleri sence tayin edilmiş tabirleri bana bir fikir ve bir delil olarak ileri sürüyorsun. Sen bana küçük bur juva kafası diyorsun, ben de sana proleter kafası diyeyim, ne çıkar bundan? Küçük burjuvanın, yahud proleterin adi Emperyalizme karşı mücadele ka liği hemen ispat edilmiş mi olur? Olmaz Süleyman omuzlarını kaldırdı ve bı raktı, Necatiye yarım arkasını dönerek: Sor kardesim, sor! dedi; sabaha kadar sor, kim cevab verir? Cevab verir miyim sanıyorsun? Dirseğini lâmbanın kenarından çeken söylemiyecek kadar fikir haysiyetim var. Orhan, dizlerini uğuşturuyor, ayağa (Arkası var)