21 îkinciteşrin 1936 CUMHURÎYET [ Türk tababet tarihinden j Moskovada casuslar gizli silâhların plânlarını yaktılar Gizli ilimlere göre Türklerde madencilik Kimyayı madenî eski Türklerde, tarihten çok evvelki devirlerde bile mevcuddu 4 Arkeolojik keşiflere gelince, bu da Türklerde kimya ilminin bulunduğu kanaatini kuvvetle takviye eder. Arkeoloji bize, kimyaya Türklerin kablettarih devirlerde sahib olduklarmı da gösterir. Ege Türklerinin çini sanayiı hiçbir zaman inkâr edilemez. Tarihin yaşamadığı ve bulunmadığı bu devirlerds, bir Türk kimyası ve bir Türk san'atı vardı. Renkler her türlü tezhib ve telvin ile yapılıyordu. Türk mezarları, Kurganlardan, daha başka bir şekilde Ziguratlar ve yahud da Sakaratlar buna en büyük bir ıspattır. Zuguratlar, yedi suru, yedi yıldızı temsil eden ve muhtelif renklerle süslenmiş olan büyük mezarlardır ki bunlar d* altıncı yıldızı temsil eden ay, gümüşle islenir, yedincı yıldızı temsil eden güneş te altınla tezhib edilirdi. (Bu husus hak kında şu eserleri okuyunuz: Lenormant: Manul d'histoire de l'orient; Maspero; histoire ancienne des peuples de l'orient). Bunlar sarayların arkasına konulur, buraya hakanlar, ve yahud pek büyük yararlıkları görülmüş insanlar defnedi lirdi. Babilin Madinin yani Ecbatan şehrinin zükuratları pek meşhurdur. Bunlardan bir tanesi de Orta Asyada vardı. Bu zükurat eski Talas ve bugünkü Evliya adada bulunmaktadır. Çinü Hiyoetsang, bu havaliden geçerken bu harabeyi o zamanlar tabiî daha yeni idigörmüş ve bunun Dübbüekber şeklinde yapılmış olduğunu kaydetmişti. Bu zü kuratın bulunduğu yere Kurata namı verilir. Yani tam tercümesile (Babadağı), mecazî manasile de (Ecdadın metfun) olduğu yer demektir. Olüdağı olan Kurganlar üe alelâde ölülerin kondukları piramid, yani dağ mezarları idi. Türkler arasında ölüler de şahsiyet lerine, kabiliyetlerine göre bir mezara sahibdiler. Büyük vatanperverler, büyük hakanlar, büyük alimler sarayın züku ratına gömülüyor, diğerleri de derecelerine göre kurganlara gömülüyorlardı. Bu kurganlar da ölünün şahsiyetine göre büyüklükte, başka mimarî bir tarzda oluyordu. Bizce matlub cihet, zükuratlardaki telvin meselesidir. Mavi, beyaz, siyah, san, pembe renkleri takib eden gümüş sıvamalar, altın tezhibler, bunların hepsı bir vukufun, bir bilginin, daha doğrusu kimyevî bir bilginin mahsulü idi. Biz beyaz bir suyu, kimyevî bir madde ilâve etmeden siyah yapamıyoruz, ve bunu asırlarca saklıyamıyoruz. Hindistanda son yapılan arkeolojik hafriyat Mohen Jo Daro da, asıların bu kıt'alara vücudünden çok evvel, Türk Travidiyenler tarafından yapılmi" mavi ve beyaz renklerdeki payanslatı gözümüzün önüne koymaktadır. Bunlar Egelilerin çini sanayiile pek yakından bir karabet gösterir. (Mackay; archaeologiral Suvey of India, Report 1923 1924 (1926), sahife 4 8 ) . Yani büliin Türkler gibi, Hindistana inen Travidi yen Türkler de renkler yapmasını bili yorlar ve bu renkleri asırlarca muhafaza ettirıyorlardı. Sonra bunların tamamile birbirlerine yani Hindistandaki Türk eşyasınm, Babil, Medi, Ege, Eti ve ilâh. Türk eşyasile ayni şekil ve kıyafette olması, bu ilmin daha Hicretten evvel, anavatanda doğdağuna, Türk halkının müşterek ve müçtemi yaşadıkları bir zamanlarda vücude geldiğine zerre kadar şüphe bırakamaz. Madenciliğin mucidi olan Türk tabialile kimyaya da sahib olacaktı. Şu halde Türkler arasında bu ilim, tarihin yaşamadığı ve bulunmadığı bir devirde mevcuddu. Yazıya, madenciliğe ve ilâh nasıl sahib olarak birbirinden aynldılarsa, kimya ilmine de sahib olarak birb.rinden ayrıldılar. Ve bunları gittikleri yerlerdeki vahşilere öğreterek onlan da riıadenî yaptılar. Bizde dinde bile dolayısile bu ılrae verilmiş büyük bir kutsiyet görürüz. Şark Türklerinin dinlerinde, ve soa ra bütün Türklerin dinlerinde ufak bir isim farkile müşterek endriler vard.r. Bunlar, evliya, akıllı, malumatlı, alim ruhlardır. (Harlez: la religion nationale des tartares orientaux, sahife 14). Siıing King kitabı bu ruhlar hakkında şu malumatı verir: (Eğer endrilerın karşı.^nda iğilir isen sana nüfuz, kuvvet, saadet, ilim ve akıl verir). Yani bunlar fevkalbeşer kuvvete, dehaya akla sahib olan, madenleri işleten, onlan renkten renge sokan ruhlardır ki, ilım'e uğraşanlar bunların himayesıne mazhar olurlar. Demir bütün Türklerin dinlerinde Allahtr. Bakır da ayni uluhiyete sahibdir. (Tangeze) lerin yeni mabedlerin ilâh resimleri kutsiyetinden dolayı daima tuncı'ardan vücude getirilmiştir. Gorülüyor ki Türkler kimyayı madeniyeye de vâkıftılar. Madencilikle beraber bunu da keşfetmişlerdi. Eğer keşfetmemiş olsaydılar, madencilıkteki büyük terakkiyi gösteremezlerdi. Oyle bir terakki ki bugün bütün dünyayı hayretler içinde bırakıyor. Tıb, kimya, Türkler arasında kablettarih devirlerde doğdu ve islâmiyetin Asyayi Vustayı işgal ettiği zamana kadar bunlar arasında baki kaldı. Bunlardan Arablara intikal ederek, onlar arasında da \aşamadan öldü. Bu hususu başka yazı'arımıza terkediyoruz. Şimdilik diğer yazımızda, Türkler arasıuda tıb ve kimyanın bulunup bulunmadığını, lengüistik esaslara da istinad ile tetkik edelim: L'nutmamalıdır ki tarihî buluşlar için lengüistik tetkikler, en doğru, en iyi esaslardır. Münevver Türkiye Cumhüri yetinde lengüistik tetkiklere hasredilen ehemmiyet, yeni tarih için cidden en ehemmiyetli bir harekettir. Tr.rihî safsata masallar, antropolojik tetkikler ve ilâh yaşatmryor. Onu çıkartan, yeniden kuran sade lisan ve lisanî tetkiklerdir. Işte biz bu tetkikler saye sindedir ki bugün yekdiğerinden uzakla şan iki kavmin ayni menşeden bir kardeş olduklanm anlıyabiliyoruz. Dün şehrimize gelen Daily Expressin Varşova muhabiri gazetesine şu telgrafı çekmiştir: «Sovyet müdafaa plânlarmın çalın ması akabinde, Moskovanın göbeğinde kâin ağır sanayi komiserliğinde dün gece müthiş bir yangın çıkmıştır. Tethişçi kundakçıların eseri olduğu söylenen yangın ikinci katın bütün aksammdan ayni anda çıkmış ve her tarafa sirayet etmiştir. Yangın çıkan katta kimya harbi sanayiinin tahlilhaneleri ve en son harb eslihasının gizli plânları ve modelleri bulunmakta idi. Yangın binayı, en son memurun terketmesinden tam iki saat sonra çıkmıştır. İlk tehlike işaretini veren bir gece bekçisi olmuştur. Gizli polis teşkilâtma mensub ajanlar hâdise mahalline itfaiye ile birlikte yetiştikleri zaman ikinci kat muhteviya tının tamamile yanmış olduğunu gör müşlerdir. İtfaiye efradı yangını söndürmekle meşgul oldukları esnada gizli polis memurları da binanm sair aksamını inceden inceye araştırmışlardır. Araştırma neticesinde birinci katta ağır sanayi komiseri Orjonikidzein odasını ateşe vermek için alınmış bulunan tertibat arasında petrollu bir kundak bulunmuştur. Vak'adan biraz sonra bina dahilinde daha inceden bir tahkikat yapmak üzere polis teşkilâtından elli ajan daha celbolunmuştur. Gece olmasına rağmen ağır sanayi komiserliğine mensub yüksek memurlar da çağırılarak ikinci katın tamamile yanmış bulunan enkazı arasında kun dakçılar tarafından yangından evvel bir şey çalınıp çalmmadığı hakkında tetkikat yapılmışsa da bu hususta müsbet bir netice almamamıştır. Çünkü her şey tamamile kül haline gelmiş bulunuyordu. Bütün gece ve bugün sabahtan ak şama kadar ajanlar yangın hakkında tahkikatla iştigal etmişlerdir. Gizli polis teşkilâtının yüksek me murları yangmm geçen hafta müdafaa plânlarını çaldıran devletin gizli ajanları tarafından" çıkarıldığını iddia ~'et mektedirler.> Cumhuriyet Bu havadisin ne dereceye kadar doğru olduğunu anlamak için alâkadar makamlar nezdinde tah kikat yaptık. Kendilerine bu hususta hiçbir malumat gelmemiş olduğundan havadisi tekzib veya teyid eder mahi yette bir şey öğrenemedik. Plânlar, Ağır Sanayi Komiserliği binasile Rakamlar 14 üncü Luinin, Şarlkenin, Dördüncü beraber kül oldu Hanrinin hayatlarında da müessir olmuş... 2 Napolyonun hayatında rakamların rolü Yeni bir hâdise Eski bir vakıa ransa Dahiliye Nazırı Salengronun ölümü bana, eski Viyana elçisi Sadullah Paşayı hatırlattı. Her iki diplomat, ölüme karşı duydukları, susuzluğa benzer iştiyakı havagazi musluklarından boşanan seyyal zehirle tatmin etmek dalâletini ihtiyar etmişler ve bu fani dünyadan kendi dileklerile göçüp gitmişlerdir. Fakat Salengro ile Sadullah Paşa arasındaki münasebet, ahiret yolculuğunu ihtiyarî olarak kabul etmelerinden ve o yola ayni vasıtayı kullanmak suretile girmiş olmalarından ibarettir. Yoksa onlarm ölüme keşkül açmalannı icab ettiren âmiller büsbütün ayn olup bu bakımdan mukayese edildikleri vakit Salengro çok geride ve Sadullah pek ileride görünür. Çünkü Fransa Dahiliye Nazın iyi bir tahlil sonunda post kavgasından başka bir şey olmadığı belli olacak bir politika gürültüsüne papuç bırakmış ve selâmeti yeryüzünden çekilmekte bulmuş « tur. O, yıllafdanberi Lil şehrinin belediye reisi ve gene o şehir politikacılarının elebaşısıydı. Müttehid halk cephesine, kuvvetli bir unsur olarak, girip te nazır oluncıya kadar ne Gringoire gazetesi, ne başkası onun vaktile asker kaçağı ve divanıharb mahkumu olduğunu iddia etmiyordu. Post, çıplakları imrendirdi, kıskandırdı ve bağırttı. Salengro, kendi dağarcığmda da benzerleri dizili duran bu politika oyunlanna omuz silkip geçebilirken hayatını silkip geçti. Bu, ruhî tekâmül bakımından onun geri ve pek geri olduğunu gösterir. Halbuki Sadullah Paşa, yurduna çöken felâketlerin, musibetlerin ve çeşid çeşid afetlerin ağırlığını ruhunda sezerek ve bu sıklete tahammül edemiyerek kendi kendini şehid etmiştir. O, Berlin kongresinde murahhas olarak bulundu, her parçası bin Türkün kanile yuğrulmuş olan koca bir ülkenin sahibsiz bir şai, ortamalı bir peştemal gibi parçalanıp paylaşıldığmı gördü. Abdülhamidi ise başkâtibliğini yapmak münasebetile yakından tanıyordu 've onun Türklüg* süreceği kirleri sezinsiyordu. Meşrutiyetin ve onunla birlikte bütün medenî hakların Türkelinde ilga edilmesi, zalim bir idare sisteminin kurulması bu sezinsemelerin doğruluğunu gösterdiğinden zavallı Sadullah Paşa ruh veremi olmuştu, eriyip gidiyordu. Nihayet dayanamadı, yurdun ölümünü görmektense yurda kendi ölümünü göstermeği tercih etti. * * * Bizde, Avrupalı ağzından çıktı diye, herhangi bir söze ağız sulandıra sulandıra «enfes» demiyenlerin ve hakikatleri Avrupalılann da arasıra tahkir ettiklerini söyliyenlerin ilki Sadullah P a şadır. O, Fransanın meşhur Başvekillerinden ve tarihçilerinden Guizotnun Türkiyede beliren yenileşme temayüllerini «taklid» diye tarif ve tanzimat müessisi Reşid Paşayı da «Bir güzel Türk diplomatı olmaktan ziyade Avmpa diplomatıdır. Büyük Petro gibi hareket edecek yerde Parisli gibi davranmıştır» sözlerile tezyif etmesi üzerine yazdığı bir mektubda bakınız ne diyor: «Bir millet, terakki merhalelerini aşıncıya kadar mukallid, o merhaleleri geçip te başka milletlere örnek olacak seviyeye erişince mu kalledünbih olur. Bugün biz taklid edelim, ta ki yann bizi taklid edecekler çıksın!» Ne güzel söz ve ne doğru görüş?.. Ehramlar da rakamların sırlarına uygun olarak yapılmış eserlerdir 8 rakamı; kâinatın daimî ve munta zam harekâtının sembolüdür. Fisagor taraftarlan bunu adil ve nısfetin tim sali olarak kabul ederler. Zira, iki müsavi çiftten mürekkebdir: (4+4), bunların her ikisi de müsavi birer çifte ay rıhrlar: (2+2). 9 rakamı; basit rakamların sonuncusudur. Ziraate hasrolunan 9 ayı hatırlatır. Müsellesî Ehramm 9 köşesi, zekâ ve dehayı temsil eden 9 kızı, yani Yunan esatirinde ülum, fünun ve sanayii nefise hâmiyeleri addolunan 9 periyi... 9 rakamı, her hangi bir rakamla darbolunsa hasılı darbın mecmuu 9 çıkar. Hulâşa, 9 rakamı ebediyetin, bâsübadelmevtin timsalidir. 9 dan sonra gelen rakamlar cemolunurlar ve 9 rakamı tarhedilir. Meselâ bu sene 1 + 9 + 3 + 6 = 19 9 = 1 dir. Pek iyi anlaşılıyor ki bu sene zarfmda mühim hâdiseler olacaktır. Birlik, ittihad, ittifak gibi... * * * Rakamların tesiri şahsa ve hâdiselere göre değişir. Uğurlu rakamlar, tek olanlar veya cemi ve yahut tarhedildikten sonra tek kalanlardır. Bir Lâtin darbımeseli: Numero deus impare gaudet.. (Tanrı tek rakamı sever..) manasına gelmektedir. X? rakamının fena şöhretl rak,amjarı mecmuunun 4 olmasmdandır. Halbuki 13 rakamı bazılan için uğursuz ve bazıları için de uğurludur. 13 cuma günü servetini kaybeden bir adam şüphesiz bedbattır. Fakat, ayni günde bu serveti eline geçiren adama da bedbaht denilemez ya.. Musikişinas (Maseta), 13 rakammdan pek çok korkardı. 13 ağustos 1912 de vefat etti. Hakkı varmış. zandı. 1529 şubat 24 te Almanya İmparatoru ilân olundu. 1540 senesi şubat ayında Gand ihtilâlini bastırdı. 24 şubat 1556 da terki saltanat etti ve 24 şubat 1557 de Yuste manastırına kapandı. Milletlerin hayatı da tıpkı ferlderin ki gibi rakamların tesiri altındadır. 7 rakamı Fransanın mukadderatı üzerine hâkim olmuştur. Fransa ittihadı, ilk defa 7 nci Şarl zamamnda ilân olunmuştur. Domermy (7 harf) te doğan bir çoban kızı 1429 da Orleanı zaptetti. 1429 u cemediniz. 7 bulursunuz. Ayni senenin temmuz a yında Kral (Rens) taç giydi. Temmuz, senenin 7 nci ayıdır. 14 üncü Lüi zamanında 14 te iki 7 vardır Fransada mutlakiyeti idare ilân olundu. Fransız ihtilâli 1789 senesi temmuzunun 14 üncü günü (Bastil) in zaptile başladı. Keza 14 te iki 7 var. Temmuz da 7 nci aydır. 1789 da cemolunur, iki 9 çıkarılırsa 7 kalır. Bu ihtilâl neticesi 21 eylul (3 defa 7), 1794 te birinci cumhuriyet ilân olundu. Birinci imparatorluk devrinde 7 ve muzaaflan, 14, 21, 28 ve 35 rakamları Napolyonun hayatında iyi ve fena te sirler husule getirmiştir: 1807 senesinde Silezya ve Portekizin zaptı, Eylü, FrifTahd' zaferleri, Tilsitt sulhunun imzası, üniversitenin ihdası... Viyana sulh namesi de 14 teşrinievvelde imzalan mıştır. Napolyon, 14 eylulde Moskova ya girdi. împaratorluk 1814 te nihayet buldu. Napolyon 1821 de öldü. *** POLlSTE İKİ TAYFA ARASINDA Kadı köy iskelesinde bağlı bulunan İlhami adü yelkenlide tayfa Abbas ile Hasan dün kavga etmişler ve birbirlerini döğmeğe başlamışlardır. Kavgada Abbas eline geçirdiği bir demirle Hasanı tehlikeli surette yaralamıştır. Hasan hastaneye yakalanmıştır. kaldırılmış, Abbas ŞEHÎR tŞLERl Maaşı artırılanlar Belediye merkez tahakkuk müdür lüğü maaşı 70 liradan 80 liraya, kıdem müddetini dolduran şirketler komiseri İsmail Hakkınm maaşı da 45 liradan 55 liraya çıkarılmıştır. Bulgaristanda askerî kıyafet değiştiriliyor Bulgar gazetelerinin yazdıklarına gö re 1937 yılı iptidasmdan itibaren Bul garistanda askerî üniformalar tamamen değiştirilecek, zabit üniforması umumen yeşil kumaştan yapılacak, madenî düğ meler yerine tamamen yeşil çuha düğ meler kullanılacak ve pelerin kaldırılacaktır. Sonra öyle rakamlar vardır ki bir Belediye, bina ve yollar hakkmdaki kimsenin hem saadetine, hem de felâkanunun tatbikatına dair yapılan izah ketine sebeb olur. Misal: 4 üncü Hanri ve 14 rakamı... nameye uygun bir şekilde bina yap (Hanri de Bourbon) 14 harflidir. Atırmak istiyenlere müsaade vermeğe yın 14 ünde doğmuştur. 4 defa 14 sene başlamıştır. İzahnameye göre, bina ruh yaşadıktan, 3 defa 14 sene saltanat sürsatnamesi alabilmek için Belediye Fen dükten sonra ayın 14 ünde katlolun heyetine bir proje örneği vermek lâ muştur. Katili (Ravaillac), cinayetten zımdır. Proje ile beraber, yapılacak bi 14 gün sonra idam olunmuştur. Bir rakamın, bir insanın hayatında nanın rengi de bildirilecektir. Her nevi oynadığı rolü tesadüfe hamletmek doğbetonarme inşaatla arzı 15 metro ve ru olmadığı gibi rakamların bizim andaha ziyade olan sokaklarda vücude lıyamadığımız tesirlerine inanmamak getirilecek inşaata, yerleri ve şekli mü ta elden gelmiyor. Bunun pek canlı bir him görülecek inşaata dair yapılacak misali, (Şarl Ken) in hayatında görü (Şarl projelerin merkez Fen heyeti tarafın lür. 24 rakamı ve şubat ayı Ken) in bütün hayatına hâkim olmuş dan tetkik edilmesi lâzımdır. tur. Yüksekliklere izin verilebilmek için Şarl Ken; 1500 senesi şubatınm 24 ünbodrumdan başka üç kattan fazla katı de dünyaya geldi. 1518 senesi şubatında olan bina plânlarında asansör yeri a Castille tahtına oturdu. Pavie muhareyırmak mecburiyeti vardır. besini 1525 senesi şubatm 24 ünde ka bir Rum davacı onu mahkemeye sürük damdı. Sıkmtıdan çatacak yer aradığım ler; burada Hacı Toran gene sahneden için, bir küfür savurup yolu tutarken birkaybolur. den göz göze gelince, hayretle bağırmaBundan sonrasmı, içki âlemi coştuğu dan kendimi alamadım. Fakat bu gözler zaman, işine geldiği gibi çevirerek anlat bana yakm geliyordu. Şüphesiz o, çok tanıdık birisi, medreseden şerikim Naz tı: Bu da mı genclik? Topunuzu ce miydi. Ya bu kambur, ya bu sakal, ya bimden çıkarırım!.. Hamidin taht bu kıyafet!.. İmkânı yok diye düşünü tan indiği sırada otuz beşimin için yordum ki, o hemen «Kâmil!... Sen budeydim. Bir sabah Kavaladan vapura ralarda ha?...» diye hararetle karşı atlayıp Iskenderiyeye gittim. Rıhtıma ladı. Rıhtıma yakin bir yerdeki odasına çıktığım vakit beş sarı altınım vardı. So beni zorla götürürken bütün hayatını ankaklarında arabca ile ingilizceden başka lattı. Bursadan sonra onu bir daha gördil duyulmıyan bu şehirde tanıdık yüze memiştim. Yıllarca vapurlarda komo raslamak için, haftalarca dolaştım. dorluk yapmış. Bu sırada gene Türklerin (Binbir sebebden) memlekete döne kaçmasına yardım etmesinden şüphelenmediğim için elimdeki para da tü diler diye bir daha İstanbula dönemez keniyordu. Her kapıyı çalıyor, ha olmuş. Son senelerde bu işinden çıkarıltıra gelmedik yere başvuruyordum. Sel mış. Seyyahlara tercümanlık etmiş. Nigibi akan bu yabancı halkın içinde son hayet onu da kaybedip bu hale düşmüş. pulum bitmek üzereydi. Beni görünce gözleri parlıyarak elime sarıldı. Kimbilir belki o dakika, kendisiBir akşam, sular kararırken rıhtımdaydım. İçime bulanık fikirler çöktü. «Ser ne yardım edeceğimi zannediyordu. Hiç sem! Ne olabilir? Neye mal olsa ölmi olmazsa yatacak bir yeri var diye, muyeceğim. Ne lâzımsa yapacağım: Dilen hakkak ki onu kıskanmıştım. Henüz kenmek mi, çalmak mı, öldürmek mi?..» di dımden bahse fırsat olmamıştı. Çamurlu ye söylenip yürürken yolun tam ortasm bir yolda zindan gibi karanlık, yıkık bir da birile çatıştım. Bu, uzun sakalı nere merdivenle bir hanın son katına tırmandeyse ağarmış, beli bükük kuru bir a dık. Odasına, adeta bir ine girdik. Yol Inşaata müsaade ediliyor KARISINI YARALADI Langada Kâtibkasım mahallesinde Cami soka ğında oturan Artin karısı Bayzar ile geçimsizlik yüzünden kavga etmiş ve karısını ekmek bıçağı ile sol memesi altmdan tehlikeli surette yaralamıştır. Artin kanları görünce: «Ah ben ne yaptım» diye aşağı kattaki rın» demiştir. Gelen polisler mışlardır. göstermek için önde giderken esvabının tamir kabul etmez yamalarını görüyor dum. «Ne de olsa yatacak bir yeri var!» diye düşündüm. Kimseyi aramadan yıllarca yaşaması gösteriyor ki, onun mutlaka dayanacağı birşey var. Kimbilir burada, duvann bir köşesine gömulmüş gizli bir kasada nekadar parası olacak! diyordum. Bu dakika onu kâşanesine giren bir Karun sanıyordum. Zihnimden öyle fena fikirler geçiyordu ki, aramızda ufak bir ihtilâf çıksa onu bu karanlık izbede soluk aldırmadan boğazlamak ve hemen kaybolmak işten değildi. kiracılara yaralıyı gitmiş ve «karımı vurdum. Polis çağıhastaneye kaldırmışlar suçluyu yakala M. TURHAN TAN dandı. Ve cevabımı beklemeden «merak etme iki şiltedir. Birini sana vereyim» dedi. Sonra bu bir avuç bozukluğu avucunda şakırdahp yeniden yatağın üzerine attı: Işte bu da sermayemiz! Oturduğu yerde doğrulup zorla omuzlarını gererek: Görüyorsun, ne kadar kocaldım! diyordu. Vakıâ otuz beşini ancak geçen bu adam, uzun sakalile, bükük belile hemen ellisinde görünüyordu. adam Cumhuriyetin içtimaî romanı: 39 Yazan: Hilmi Ziya Hacı Toran sofraya en sonra geldi. Iri gövdesile kalabahğı yararak, baş ta rafta açılan koltuğa yerleşti. Yanındaki iskemlede onun kadar iri bir misafir vardı. Dev gibi cüssesine rağmen zarif ol mağa üzenen bu adam, vilâyetin ileri gelen müdürlerindendi. Dökük saçlarile soyulmuş yumurtaya benziyen başına ifade vermek için her zaman heybetle şışirdiği gövdesini, zorla çattığı kaşlarını bugün adeta yok etmek ister gibiydi. Kos koca adam küçücük yere büzülmüş te sığıvermiş, görünmemek için sanki bir nokta haline gelmişti. Hacı Toranın yanında, bu kaybolurcasına artan tevazuu acaba neden geli yor? Koridorlarda bir sirk ayısı gibi a şağı yukarı dolaşıp kendini teşhir eden bu adamın, burada birdenbire Efendisini görünce yaltaklanarak burnunu yere sürtmesi nedendir? Hacı Toran rakı içmiyorsa da, sofralarında oturuyordu. Genclere yol olsun diye: Bana bakmayın!.. Günahtır amma, bir kere başlamışınız. dedikten sonra: Hadi, ben görmemezlikten gelirim diye, bu işte yükü üstünden attığını göstererek güldü. Oyle görünüyor ki sofradakiler onu sayıyor, veya hiç değilse bilinmiyen sebeblerle bu hissi veriyordu. Hakikaten bir kabahat işliyormuş gibi, kadehlerini yavaşça çekiyorlar. Hacı Toran, Bursalı bir gassaiin oğ lu. Küçük yaştanberi kapı kapı dolaşıp insanları en zayıf günlerinde tanımıştı. On altı yaşında medreseden mektebe naklettiği zaman çelimsiz bir çocuktu. Yeni mektebin dersleri, asla çözemiyeceği bir düğüm gibi geldiğinden, sıhhatini bahane ile okumayı bıraktı. Babası, can ve başla onu bir tüccar yanma verdi. Rivayete göre: Tüccar top atınca, kâtib efendi birdenbire kaybolup, az sonra Kavalada, bir tütün işinde meydana çıkar. Hürriyetin başlarında Bende çalışmağa tâkat kalmadı. Bir gün yolda yıkılıp gideceğim. Işte O, bu sırada lâmbayı yaktı. Fakat sana para ve (köşedeki dolabı gösterip) bana neşeyle bakıyor, gene her zamanki yemek.. dedi. Sen çalış, ben buradan emniyetle gözlerinin içi gülüyordu. Otu yardım ederim! racak başka yer olmadığı için yatağmın Gözlerim faltaşı gibi açıldı. Dünyaya ucuna iliştik. yeniden çıkmak için hatıra gelmiyen bir Paran var mı? diye sordu. fırsat elime geçmişti. O gece ilk defa ra Hayır, dedim. Döşeğin altından hat, deliksiz bir uyku uyudum. Ertesi bir kutu çıkarıp içindeki ufaklığı döktü: gün onunla iş aramağa çıktık. Boşuna ne Bende var, dedi. Ve sırıtarak, «bunlar son!» diye ilâve etti. Ben cevab vermeden ona ve yerdeki parıltılara bakıyordum. Yatacak yerin var mı? Utanarak etrafa bakınırken: Istersen burada kal. Diye mınllere başvurduk! Öğleye doğru yorgun argin bir hamlacı taşına çökmüş düşünüyorduk. Dalgm dalgın, etrafa bakınırken gözlerim karşı köşede çanak çömlek satan işportacıya ilişti. Irili ufaklı por selen tabaklannı kırkar paraya satıyor. {.Arkasi tar ı I