, Muhasebesi fında türlü yorumlara başvururken, bizim yoru- mumuz gayet sadedir: Bu zevatın, bu şartlar altında muvaffak olmala- rına imkân ve ihtimal mevcut değildir. Zaten, nevzuhur C.H.P. ideolog- larından profesör ve filo- zof Nihat Erim'in buyur- dukları gibi, muhalefet diye gösterilen şey, kendi başını yemiş ve bitirmiş- tir. Bu, doğrudur; zira on- lar, evvelâ kendi başını yiyecek, sonra da posasını «bera-yi hazım» C.H.P. ye 'erkedecek bir muhalefet- len başkasına hiç muhale- let ismini verirler mi? Gerçek muhalefet, C.H.P. gözünde, irtica, vatan hi- yaneti, şenaat, Türk düş- manlığıdır. İşte size, C.H. P.nin anladığı muhalefe- tin bir «tasvir-i nefis» ini takdim ediyoruz: ŞANTAJ Şu mahut şantaj ve teh- dit mektupları işine bazı Üniversiteli genç kızların karıştırılması nasıl? Ne buyurulur? İnanınız ki, bu kadarını hayal ve kâbuslar âleminde bile göremezdik. Günden güne, «vis» lerin elinde esir ve zebun, te- rakki ettirilen kızlarımıza Hak acısın! Bizse «pesl» demekten başka hiçbir şey yapamıyoruz! i k AKİF Merhum Akif hakkında bir kutlama haberi oku- duk. Akif'i kutlamak, Fik- ret'i kutlamak, Nâzım Hikmet'i kutlamak, Ziya Gökalp'ı kutlamak, siyahı kutlamak, beyazı kutla- mak, meleği kutlamak, şeytanı kutlamak; bu ne haldir? Sağ ve sol elleri- mizin hareketini bir mer- kezden idare etmediğimizi gösteren bu haller, Alla- hım, ne gün kadar süre- cek; ve ne gün, pekmezle yenen kar helvası gibi, gü- neş kâsesinin içinde zift içmekten kurtulacağız? Be. De. olmasın! yanların yılbaşısı!.. Bizde dığına göre bizimkilerin de yılbaşısı... İste, işbu bizimkiler, iki gün sonra, hayatlarından bir sene daha eksildiği, yani mezara bir adım daha yak- laştıkları için, deliler gibi, hora tepip nârayı ba- sacaklardır. Böyle kutlamaların, fotoğraf cam- ları gibi, aslında bütün beyaz renkleriyle siyah, siyah renkleriyle de beyaz olduğunu anlıyamı- yan bu bedbahtlar taifesine yeni seneleri kutlu Yılbaşı Gecesi İki gün sonra yılbaşı... Bizim değil, Hıristi- bizim olan şey kalma- Mustafa MÜFTÜOĞLU iğ be * a İN H ÂDİSE malüm... Liverpol rıhtım- larına yanaşan Kastamonu vapu- runa -25 yaşlarında münevver bir İn- giliz genci geliyor. Hakkiyle münev- ver, nurlanmış bir genç... Zira bu genç, Müslüman olmuştur. Genç, va- pura atlayıp tayfalara sarılıyor, on- ları kucaklıyor, öpüyor, vapurda na- maz kılıyor. İngiliz gencinin gözünde Kastamonu vapuru, din kardeşlerinin çerçevesidir; ve İngilizin bu çerçeve içinde boy göstermek istemesi kadar tabii bir şey olamaz. Genç, din kar- deşlerine, İslâm dinine bütün bir vic- dan saffet ve hürriyeti pahasına gir- diğini anlatıyor. İngilizceden okudu- gu bir Kur'an tefsiri üzerine hidayete erdiğini, daha evvel bütün dinleri in- celemiş olduğunu, hiçbirinde Müslü- manlıktaki ulviyet ve hakikati bula- madığını söylüyor. Pek yakın zaman- da Kur'anı asli harfleri ve lâfızlariy- le okuyabilmek için Arapçaya çalış- tığını da ilâve ediyor. Gencin gayele- rinden biri de yakında Türkiyeye gel- mek ve bu İslâm yatağı içinde din Efendiler, Utanıyoruz! Abdurrahim ZAPSU kardeşleriyle düşüp kalkmaktır. Hiç hayret etmedik! Zira biz, İslâm- lıktan mahrum milletlerin, gerçek te- rakki yolunda yükselişi nisbetinde İs- lâmiyete karşı bir anlayış istidadı elde edeceğinden ve eğer nasibinde varsa hemen hidayete ereceğinden emin bu- lunuyoruz. İngiliz gencinin hareketi, daha bircok ırkdaşı gibi, son derece tabiidir. v Fakat hazin olan, tabii olmıyan nok- ta, bizim, kendi öz cebimizde kaybe- dip şimdi garp iklimlerinde aramaya başladığımız cevherin, bir yabancı elinde tecellisine karşı duyduğumuz şaşkınlık ve donukluk halidir. Hidayet yolcusu genç İngiliz, Kas- tamonu vapurunun da su kesimi altı- na düşen yosunlar gibi, bizim bazı zümrelerimizce çerçcöp ve gerilik un- suru telâkki edilen bir cevheri eline alıp hayat kurtarıcısı diye Türk san- cağına doğru koşarken, bu sancak et- rafındakilerin ona bakışlarındaki ür- kek ve mahcup mâna ne müthiş!!! (89. SN SN VR e YO li dnmn