çocu .. lipkı babası... alin- den nasıl bir soyluluk ve güzellik tüttüğünü anlatamam. Ve işte El-Muttalip, bu söz üze- rine, bir deveye atladığı gibi, tut- muş Medine'nin yolunu... Medineye bir akşam üstü varan El-Muttalip, Neccar oğullarına mahsus yerde Şiybe'yi buldu. Ay- rıca sorup soruşturmasına hiç de lüzum kalmamıştı. Şiybe, arkadaş- lariyle top oynuyordu; ve El-Mut- talib'in onu bir hamlede tanıması için, şöyle uzaktan bir defa görme- si kâfi geldi. Tıpkı, El-Muttalib'in kardeşi Haşim... Heyecan içinde ilerledi, çocuğu bir kenara çekti ve ona kim olduğunu haber verdi. De- di ki: — n senin amcanım! Baban Haşim'in kardeşi... Şimdi seni ba- ba evine götüreceğim. Bunun için Mekkeden geldim. Benimle Mekke- ye gelir misin? — Gelirim. Ve El-Muttalip, annesini güç be- lâ razı ettikten sonra, ay parçası çocuğu devesinin arkasına bindirip devenin başını Mekke istikametine çevirdi ve deveyi sürdü. Mekkeye, günün en sıcak zamâ- nında vardılar. O sırada Mekkeli- ler, gölgelere sığınarak sıcağın te- sirinden uzak kalmaya çalışıyor- lardı. Birden, bir deve üzerinde ve toz toprak içinde, El-Muttalib'in gelmekte olduğunu gördüler. Arka- sında bir de çocuk... Çocuğun kim olduğunu soranlara El-Muttalip, hızla geçerken, şu kısa cevabı ver- di: —.Abdim (kölem) dir! , Bir müddet sonra, baştan ayağa yeni ve cici elbiseler içinde bütün Mekkede dolaştırılan ay parçası çocuk, parmaklariyle göstererek uzaktan kendisini hayran hayran edenlere şu teşhisi ilham ediyordu: hiçbir sülük ve yol terakkisi hâsıl olmaz; ilim ve marifet, ancak Tu- hani ve ilâhi ahenklerden doğar. Halin başlangıcında, salikin zi- kirden evvelki sıfatları, vecd değil, sadece tevacüttür. Bu halin ötesi vecddir. Vecd, hüzün ve âşktan tekellüfsüz ve tasannusuz olarak salikin kalbine inen teessürdür. Büyük mürşitler, vecdi tevacütten adamakıllı ayırt edici sınır çizgile- rini tesbit etmişler, vecd hakkında” şu kat'i ölçüyü koymuşlardır: Vecd, düşünmeden, isteme- en, nefsini sıkmadan ve zorlama dan, kalbe dolan teessürdür ve Zzi- kir semerelerinin neticesidir.» Her kimde zikir ve «evrad» işi fazla ise, Allah tarafından kalbinin jeyzleri de ziyadeleşir. Kalb feyz- lerinde sermaye, zikir ve «evrad»- dır. Bu bakımdan vird ve zikri ol- mayan salikin kalbi örtülü kalır. Saliklerin zahiri amel ve gayret- leri, ibadette halâveti temin ettiği gibi, bâtıni amel ve gayretler de vecdi doğurur. Hâsılı vecd, Allah cemalinin ni- metiyle coşan kalbin, hayret ve heybet içinde gömleğini parçala- masıdır. Bu halde ruh, önünde açı- lan esrar âleminden aldığı mânevi sarhoşluk tesiriyle yiye oynar Yi ir. narak erimesi ve kaybolması şek- ve ucar, Vecd, zikir halâvetinin bastırdığı anda ruhun aşk hücumu- na karşı tahammülden aczini hay- kırması şeklinde belirtilmiştir. Vecde bağlı olan vücut mefhu- mu, vecdin üstü olarak terakkiden sonra hâsıl olur. Salikin, Hak vü- cudunda, beşeri sıfatlarından soyu- linde tecelli eder. Zira Hakikat Sultanının zuhuru ânında beşeri- yetin bekası tasavvur edilemez. Tevacüt, başlangıç halidir. Vücut ise son mertebe ve nihai hal... Vecd, bü iki halin ortasıdır. Tevacüt salikin alış, vecd veriş, vücut da tükeniş derecesini belir- tir. Bu üç derece, tasavvufta «isti- âp, istiğrak, istihlâk» tabirleriyle ifade olunur. Tevacütte salik için istiâp, yani alabildiği kadar almak vardır. Vecdde iştiğrak, yani ken- dini vermek ve kendinden geç- mek... Vücutta da istihlâk, yani harcanmak... Bu bahiste salikin halini, aynen «ilm-el-yakin, hakk-el-yakin, ayn- el-yakin» dereceleri gibi, bir ada- mın evvelâ deniz kıyısına inmesi, sonra gemiye binmesi ve daha son- ra batıp denizde boğulması tarzın- da misallendirmek mümkündür. Esseyyid ABDÜLHAKİM 18/ Sk fevip aşı KISAKÜREK — Bu Abd-ül-Muttalip (Mutta- lib'in hizmetçisi) dir! Böylece, çocuğun kim ve El-Mut- talib'in nesi olduuğ haber verildiği halde, Mekkeliler Şiybe'ye Abd-ül- Muttalip demekten caymadılar. Şiybe ismi kullanılmaz oldu ve ye- rinde Abd-ül-Muttalip lâkabı kal- dı. Abd-ül-Muttalib'e anne evinde verilen Şivbe ismi, onun, yaratılış- tan, yarısı siyah, yarısı beyaz gümüş renkli saçlara malik olma- sındandır. Şiybe, renk bakımından bu mânaya gelir. Amca El-Muttalib'in ilk hareke- ti, kardeşi Haşim'den kendisine ka- lan malları Abd-ül-Muttalib'e dev- retmek oldu. Ay parcası çocuk, Mekkede, ba- ba vatanında ve evinde büyüdükçe, her ân kabilesinin biraz daha hay- ranlığını kazanıyor, gitgide Kurey- şin uğur ve bereket vesilesini hey- kelleştirmeğe başlıyordu. Mekkede kıtık hüküm sürdüğü vakitler, Kureyş büyükleri onun eline yapı- $ıp cocuğu dah taraflarına çekerler ve Abd-ül-Muttalibin yüzü suyu hürmetine Allahtan yağmur ister- lerdi. Allah, çocuğun alnında ya- nan ve asli sahibine pek yaklaşmış bulunan nur aşkına bu duayı ka- bul ederdi, » Mevlit Kandili ve Mekkenin fethi yılının ilk gecesi, yani bizim bütün aksidâvamıza men- sup kimselerin hora tepeceği gece, aynı zamanda Efendimiz, Kurtarıcımız, Müjdecimiz Allah Sevgilisinin, yüzleri suyu hürmeti- ne yaratılan dünyaya ayak bastık- ları gecedir... Mekkenin fethi de -ne garip ve esrarlı tesadüf- yine bu geceye rastlıyor... Bu esrarlı münasebeti dâvamız yolunda en hayırlı ve mübarek bir işaret te- lâkki eder; ve birçoklarının büsbü- tün zivanadan çıkacağı o gece, bi- zim büsbütün zivanaya girmek üze- re sabaha kadar göz yaşları içinde ibadetle meşgul olmamızı dileriz.