i 1 . . İN lif p ri GM v b SİMLEY Di İslâm inkılâbı Tarih boyunca her inkılâp bir sınıfa dayanmıştır. Fransız Büyük İnkılâbı burjuvazya sınıfına; komüniz- ma inkılâbı, işci sınıfına; vesaire vesaire... Askerler, râhipler, derebeyleri gibi sınıflar, tarihte bellibaşlı re- jimlerin, mes zamanlar ve mekânlar içinde, da- yanağı olmuş İnkılâp yad içtimai sınıflardan birine istinat etmiyen inkılâpları, dolayısiyle devlet ve idare şekil- lerini, üzerinde tecelli edeceği maddeden mahrum bir ruh gibi, mücerret ve havada muallâk farzeder. Sınıf- lar, tarih boyunca, fikirlerin ve dâvaların manivelâsı olmuştur. © Gercekten, içtimai sınıflar, zamanın tecelli ay- nası olan mekân gibi, dâvaların müşahhas tezahür z€- minleridir. Sınıfmz, ruh ve fikri kadrolaştırmanın, zaptetmenin imkânı yoktur. o İslâm iğ 5 MM ise sınıj, insan topluluklarının, enfaat, imtiyaz ve tasallüt iktidarına bağlı hizip tnekküll ini değil, bütün insanlığı ku- şatan üstün insan vasıflarının merkezinde toplanacak kütlelere dayamr. Öyleyse İslâm inkılâbında sınıf, bellibaşlı fârikaların kendisini cemiyet içinde sınırla- mış zümreleri değil, kütlelerin, bütün insanlık çapın- da mayasını tutturacak örnek şahsiyetler kadrosunu murat eder, Bu kadronun da bellibaşlı bir sımf ismi vardır. e İslâm inkılâbında sınıf dâvası, böylece, bir yan- dan sınıf mefhumunun dar ve hasis çerçevesi dışına çıkıp bütün beşeriyeti kucaklayıcı bir genişlik belir- tirken, bir yandan da, mücerret fikirlerin taallüksuz kalmaması ve mutlaka müşahhas hayat akışı içinde bir «yed-i emin» ler kadrosuna malik bulunması gibi sınıf mefhumunun, ilk zararlı cephesine karşılık ikinci faydalı cephesinden semerelenmiş olur. & İslâm inkılâbında sınıf, böylece, varken yok, yok- ken vardır. Dar ve hasis mânasiyle yok; ana oluşa mih- rak teşkil edici ve dâvayı müşahhas plânda temsil ve bütün insanlığa teşmil edici mânasiyle var... SINIF G İste, zamanın tecellisindeki mekân zarureti ha- linde, maddi dayanak noktası olmak haysiyetini ka- bul ettiğimiz ve bütün darlık ve hasisliğine sed çekici ölcüleri de kendi içinde mütalâa edip onu inhisarsız bir açıklığa ulaştırdığımız sınıf, İslâm inkılâbında, is- miyle ve cismiyle, münevverler kütlesidir. Nasıl sosyalizma ve onun azmanı komünizma, ga- yet müşahhas örneklere dayanarak ortaya hakkı çalı- nan bir işci ıstırabı çıkarmış ve bunu sistemleştirmiş- se, bizim dayandığımız ve bütün insanlık mikyasında hudutsuz ve şâmil gördüğümüz zümre hakkı da, fikir çilesinden ve idrak ıstırabından doğar. Demek ki bi- zim münevverler sınıfından anladığımız bu asil mefhumun orospulaştırılmış delâletiyle baştan başa mankafa ve hiçbir işe yaramaz, zoraki okuryazarlar kalabalığı değil, Kargabüken zehrini almış gibi kıvra- mrcasına fikir çilesi ve idrak ıstırabı çekenler kad- rosudur. © Karl Marks «Kapitalist nizamlarda, biriken ser- maye ve edilen kâr, sâyi ödenmemiş işçilerin zaptolun- muş haklarına karşılıktır» diyor. Esası tamamen yan- uş, fakat sathı tamamen doğru olan bu düsturu, hak merkezine irca ancak şöyle olabilir: «Başıboş rejimler- de biriken yanlış ve edilen hata, sâyi istenmemiş mü- nevverlerin yol açılmamış faaliyetlerine karşılıktır.» © Bir İmam-ı Gazâli ile keleş bir çoban arasındaki farkı daima aziz tutan ve tutacak olan ölçümüz, keleş çobanla uyuz keçinin de hakkını kendilerinden daha emniyetle tekeffül edecek nizamın, nihai hak ve adl tecellisi içinde fenaya ermiş ve nefslerini aşmış en- tellektüeller hâkimiyeti olduğunda asla tered- düt sahibi değildir. Bütün bunlar yüzündendir ki «Hâkimiyet halkın değil, hakkındır!'» düsturunu, herbiri hakta fâni öla- rak ruhlarına nakşetmiş idrak soylularını teşkilâtlan- dırma ve sadece hak adına nefs dışı imtiyazlandırma dâvası, İslâm inkılâbının istinat edeceği sınıfsız sınıfı, yani topyekün insanık mihrakımı ifade edecektir. deolocya Örgüsü — BÜYÜK DOĞU | 1001 ÇERÇEVE | ) O Di diyar ki, geçit meydanları kadar ge- niş, cam sırtı gibi düz, güvercin ka- nadı derecesinde temiz yollarında, zun boylu, nur yüzlü, sade kılıklı, zarif edalı, maddeleri ve ruhları ma- mur insanlar dolaşır... O diyar ki, insanları maddi ve mânevi mânada birbiriyle kakışmaz, çekişmez, sövüşmez; birbirini kıskanmaz, bir- birinin zararına beslenmez, birbirine faydasız gözle bakmaz... O diyar ki, er (politeknik) talebesi gibi hep aynı dogma'lara inanır, tes- bih taneleri gibi hep aynı dizide sıralanır, du- var tuğlaları gibi hep aynı. yükselişe omuz ve- rir... O diyar ki, içinde, ceza ve hukük mahke- meleri sayısınca, güzellik, iyilik ve doğruluk mahkemeleri çalışmakta ve üstün müeyyidele- »ini haykırmaktadır... O diyar ki, fertleri, hay- van ve nebat hürriyetine zıt insan hürriyetiyle hürdür; hürriyet denince de insanın kendi eli Necip Fazıl KISAKÜREK YAR ve iradesiyle tahdit ettiği ve kimseye «ferdi- yet, hürriyet» lâfını ettirmediği şeyi anlar... O diyar ki, çevresinde idrak soyluları, paçalı ta- vuklar derecesinde olsun bir farikaya sahiptir; ve alınlardaki fikir kırışıklıklarından üstün rütbe işareti yoktur... O diyar ki, sınırları için- de hâkimiyet, ne şunun, ne bunun, ne onun, ne smıfların, ne cemiyetin, ne milletin, sadece hak ve hakikatindir; ve herkes, herkesi aşkın bir kanuna esir ve hiç kimse başıboş değil... O di yar ki, köy, toprak, şehir, insan, mektep, hü- kümet, eser, dâva, her unsuru, en iyi şairin en güzel manzumesi gibi, lisan, vezin, kafiye, e mâna halinde emsalsiz bir düzene bağ- ıdır... O diyar, o diyar, o diyar nerede?.. O diyar bizdedir; ve dünya, yepyeni bir sis- tem ve salâhiyet ölçüsüne gebe... ida,