AZIL tekrar. sandala atladı. Halatı “bir "u- cundan mavnaya, bir ucun- dan da sandala bağladılar. Kürek çeke çeke gittiler. Öbür mavnaların yanına ge- lince, halatı çözdüler. Ra- gp, ucu çengelli sırıkla mavnasını rampa etti Mavnada ikisi yalnızdılar, Ragıp, çoktan yükselen'aya © bakarak mırıldandı: — Hani çok kötüleştim, Fazıl, bilir misin? Nedir bu kupkuruya insanlık be ?.. Vaktiyle ocakcılık yapar- ken mavnacılık iyi gibi ge- lirdi aklıma Fazıl, onun omuzuna «Al. dırma» der gibi vurdu. Üzerinde 594 numara yazılı olan kâtran perçinli : tahta kapıyı EA ker leri indiler, pak boşluğunda alev Mk sonra lâmba ziyası, daha sonra da sigara dumanları gö- .rüldü. İçerisi bir kaya oyu- ğu kadar basık ve dardı. Karşılıklı iki tahta peyke üzerinde partal yataklar, ortada tavanı tutan kalın ve yıpranmış bir direk di. binde boğazı kırık bir testi, kenarda da su tulumbasının mavnanın dibine inen paslı maden borusu vardı. Ragıp yatağın üstüne uzanıp derin bir göğüs geçirdikten sonra sigarasından dumanlar vurmağa daldı. önleri merdivenin bittiği yerdeki dört köşe deliğe ve oradan örünen h Hfç ydınl iş gök kubbeye takılıydı. Zih- ni âdeta arzular mahşeri . Fazılın hevesle ayatın bu mavna deliğinin dışında kalan binbir türlü şeklini düşünüyordu, Va- purlara kürek kürek kömür boşaltığını ' hatırladı , içi burkuldu, Ömründe bir de- fa olsun, şpatta iznine çıkan rüdüğü olmamışdı. Kendini bildü bileli mavnacılık eder- di. Yalnız bir defa büyük lara ooakçı yamağı fakat ateş karşı- sında terlemekten başka bir işe yaramamıştı, Sekiz 12 LİMAN o E. e senedir çalışıyordu. Adını kimse bilmez gibiydi; sadece mav. a numarasını söylerlerdi. Üç senedir de ona 594 di. yorlardı. Kaç kereler hep böyle sırtüstü yattığı yerden, açık kapak deliğine ve oradan gök yüzüne bakıp içlen- mişti. Bazan ay, onun gö rebileceği kapak deliği üzerine dikilir ve o hemen kalkıp kapağı ka- patırdı. Ay ışığını sevdiği gün olmadı; çünkü bilirdi. ki, insanlar o saatlerde mutlaka sevdikleriyle mü- nasip bir köşeye çekilmiş, öpüşmektedir! Halbu yine mavnalarda x o, yıllardır bu mavna de- liğind e Yari mezar hayatı sürüyor: — Ra şe Ne oldube?., Gözlerim ıslandı!,. Ragıp yatağında doğru. lup sigarasını, yağlı kömür bulaşığı kunduralarıyla eze. re ap verdi : — Sigaradan Fazıl . Du- man gözüme kaçdı da... bürü inanmış göründü, ve anladı ki Ragıp çok dert- md ği arkadinila, öğ- re Ki sen kolay kolay tk takımdan de- ildin!.. O, < göğüs geçirerek kekeled Artık bildiğin adam değilim Fazıl, Kötü. ledim bu namussuz dünya. da... Tahta kurusu gibi bu eski ağaç deliklerinde ya- şamaktan bıktım , — Pura kazanıyorsun ya Ragıp ! sustu, öbürü deşele- diysede nafile... Ragıp kal. karak meyhaneye gidece. ğini, biraz içmek istediğini söyliyerek merdivenleri çık- * tı. Kulaklarında bir sancı gibi hep o söz zonkluyor- ken, kendilerini seyre ge- len gemi süvarisinin misa- firi şık bir adam söylediydi. Ragıp merdivenleri bitirip mavna deliğinden son adı: mı çekerken o sözü kendi kendine mırıldandı: «Hay- ret, ne buhaf şey değil mi Sabri bey? Benim haya- tım bu mavna kömürcüle. rin semtine bile uğramadan geçecek...» Bu söz beynini kemiriyordu. Evet, onun o süslü elbiseler suratları yağlı ve kara mavnacıların semtine uğramadan geçecekti. Etrafına bakınca, ferah, aydınlık, serin ve geniş bir gece ile karşılaştı. O hep böyle sıkıntılı, insanlar ken- di âlemlerinde de cıvıl rinde, mahkümiyeti tamam. lanan bir mahpusun gaye- siz, fakat kurtulmuş olmak sevincine benzer bir. hazla . Mavnadan mav- ımacının «Uğurlar olsün 594» dediğine kulak asma- dan gelişi güel bir sokağa sapıp kaybold ki saat sonra mavnalara döndüğü zaman, vücudu sallanıyor ve başı sarkmış yürüyordu. Birer birer mav- naları geçdi, 594 e inince bir halat yığını üzerine oturup etrafa bakındı. İçi üzgün ve alabildiğine sıkıntılıydı, Yanaklarında iki ıslak hat, burun kenarlarına doğru inerek pırıldıyordu. Talihsiz ve unutulmuş bir adam olmak içini sızlatıyordu. Koca şehirde tek başına yaşamanın. hem de herke- sin ortasında sürünürcesine yaşamanın ıztırabı dlive çeviriyordu onu, Gözlerini göğe dikti. Ay. meçhul bir geminin unutulmuş bir pro- jektörü gibi ışığını sular üzerinde gezdiriyordu. - İn- sanlara ve hele o sözü söy- leyen adama ağzına gelen küfürleri savurdu Başı dö nüyor, ağzı bararetten ku- ruyordu.. Kulaklarında da ima bir ağrı 7 izi il ses vardı: « baf değil mi, Sebri Bey Yerinden kalktı, göğe baktı, sallana sallana bitişik sından denize; çamur, kat- ran ve çürümüş meyve kokan denize yuvarlandı. Hiç kimse farkında değildi. Eğer o karanlık rokta “da bir göz bulunsaydı, su üzerinde birkaç habbecik. ten başka bir şey göre- meyecekti. 594, halatı kop- ir çıpa gibi battığı Idı, ç gün sonra, 59dün üzerine atılan bir çıpa, onun yerini keşfettirdi. Da- vul gibi şişmiş mavnacıyı sudan Çıkardılar. Hüviye. tini tesbit etmek için cep- lerini o arayan memurlar, bir bafra - maden paketinin arkasında, gayet acemi bir yaziyle yazılmış olarak şu satırları buldular : , ne tuhaf değil