U köyün yolundan ge: çen arabacılar tabak gibi dümdüz ovada birden- bire bir duvar çıkışıyla yükselen dik yarın önüne gelince dizginleri çekerek atları durdururlar ve kam. çılarının ucuyla yolculara yarın tepesini gösterirler : — Yılan kalesi!,. Ve yolcuların tepedeki üç burçlu kocaman kaleye merakla baktıktıklarını gö- rünce «dehe...» diye ara- bayı sürer ve ilâve ederler: — Bu kalede kocaman bir Obozyılan varmış ki, vaktiyle burada oturan bir derebeyinin ruhuymuş, Ka- lede derebeyinin gizli hâ- zinesini bekler ve kimseyi içeriye sokmazmış. PL Köyün delikanlıları o gece sözleştikleri gibi iç- lerinden birinin evinde top- landılar. Belki yarım saat- tenberi hiçbirinin ağzından tek bir kelime çıkmamıştı, Üç kişiydiler, Biri, bir yer minderine yan vaziyette uzanmiş, öbürü yere bağ- daş kurmuş, öteki de ar- kalıksız bir hasır iskemleye ilişmişti, Üçü de sanki bir kimseyi, bir şeyi bekliyor. du. Üçününde yere mey- leden çehrelerinde müşte- rek bir ifade vardı: Korku. Evet, korku, bir köşede hafif hafif is çıkaran lâm- şişesinden — esrarlı tütsü iplikleri halinde oda- nın havasına karışıyor ve oradan çehrelerine dolarak gözlerini bir baş parmakla içeriye itilmiş gibi simsi- gittikçe şişire şişire uzatı- yor dudaklarını bir bıçak yarası gibi keskin- leştiriyordu, Korkuyorlar, fakat belli etmiyorlardı. Mindere yan vaziyette uzanan en kayıtsız görün- meye çalışanıydı, Kendisi. nin sesine benzemeyen bir sesle sordu : — Deha ne kadar var” epsi birden masanın üstündeki saate baktılar. Bir takım mırıltılar duyuldu: — Vakit geliyor, yakın- dır. z Vakit gece yarısını g 4 1 # /İ / / İl ii EE İN l | i MON 7 V A Ea İd i vi“ NN N Ahmel Abdülbaki'den Bir hikâye m d yordu, Zifiri karanlığın. bir çadır gibi kapattığı köy, en ağir uykusuna dalmış, çıt bile işidilmıyor; bir kö- pek bile havlamıyordu, Köyün bu kadar kalın bir sessizlik (o içinde yokluğa karıştığı (o fevkalâde O bir şeydi. Sanki sessizlik yer. den bir yarık halinde mey- dana çıkmış ve köyü yut- muştu. Şuanda üç deli. kanlının sinirlerine, birbiri. ne anlatamıyacakları bir vehmin dişleri geçmişti, Sanki köy yoktur ve ken- dileri yaşamıyorlar, Minderdeki adam birden- bire zıpladı. Başını yana çarpıttı. Kulağiyle bir isti- kamet arıyor gibiydi. Hepsi birden keskin hareketlerle kımıldandılar. Sanki gözler, ağızlar siliniyor, kulaklar, iri incir yaprakları gibi şi- şen kulaklar, yalnız kendi- lerine açılan âleme dönü- yorlardı. Uzaktan, tahmin edilemiyecek kadar uzak- tan bir ses geliyordu: — Hey! Bu ses bir kelime değil- di ve mânası yoktu. Bir " çobanın bir yolcuyu çağı- rışına benzer bir nâraydı: — Hey! Ses dümdüz, upuzun bir yolda aladildiğine koşan ir adamın feryadı gibi gittikçe zayıflıyor, kabuğu- na çekiliyordu. i — Heyt.. e rüzgârın havada bir his süratiyle savurduğu bir ateş parçası gibi göz açıp kapayıncaya kadar öyle uzaklaştı ki, sonsuz mesa- felerin munsabında bir nok- ta haline geldi ve külleri odanın içine yağmaya baş- ladı. Odadakilerin gözleri birer kaplumbağa başı gibi çu- kurlarından çıkarak birbiri. ni aradı: — Duydun mu, kaleden «hey!» diye bağırdı? — Kaç gecedir bu va- kitler bağırıyor. — Artık ben babaları- mızın sözüne inandım. Ka- lede gizli bir hazine var, — Bağıran, derebeyinin ruhudur, Köylüye haber veriyor, — Hem de üç kere ba- gırdı. — Biz de üç kişiyiz, Sustular, Bir ses işidildi: — Bizi çağırıyor. i odaya gizli Sanki ve id bir şahıs girmiş, üçünün de düşünüp söyli. yemediği şeyi ortaya fır- latmıştı. — Bizi çağırıyor. İstemeden ayağa “kalk. tılar : z — Gidip arayalım mı? — Ya bize bir şey ya- parsa — Yapmaz; yapacak ol. saydı çağırmazdı Ve beyaz duvarın üze- rinde, en öndeki küçük, en arkadaki kocaman üç siyah gölge birbirine aba- narak yürüdü ve bir yılan ağzı gibi açılan kapının içine kaydı, Üç delikanlı yıllardanberi köyün dilinde dolaşan Yılan Kalesindeki hazineyi aramaya gittiler. * # Bu köyün yolundan ge- çen arabacılar tabak gibi dümdüz ovada birdenbire bir duvar çıkışıyla yükse- len dik yarın önüne gelince dizginleri oçekerek atları durdururlar ve kamçılarının ucuyla yolculara yarın te- pesini gösterirler : Yılan ki üç burçlu kocaman kaleye merakla baktıklarını rünce «dehe,..» diye araba- yı sürer ve ilâve ederler : — Bu kalede eskiden bir derebeyi oturuyormuş, Öl- dükten' sonra yıllarca kale- de derebeyinin hazinesi var diye söylenmiş. Bir gece köyün üç delikanlısı gece yarısı kaleden bir ses duyarak hazineyi aramaya gitmişler, Ertesi gün köylüler deli- kanlıları kalenin üstünde yılan sokmuş gibi şişmiş ve ölü bulmuşlar. Hemen köyde bir-lâf çıkmış «De- rebeyinin ruhu yılan şekli. ne girmiş, kaledeki hazine- sini bekliyor» ve artık yıl- lardanberi kalenin dibine ayak basan olmamış. Araba hızla uzaklaşır ve arkasını dönen yolcu- lar, kalenin ufacık mazgal deliğinde, yumruk kadar başı, hızlı hızlı nefes alı- yormuş gibi açık duran ağzı ve boncuk tanesi ka- dar küçük yeşil gözleriyle bir yılanın arkalarından baktığını görür gibi olurlar. GL —