(Baş tarafı sayı 44 de) Fakat sesi, beni, daldığım hulyasından uyandırdı : Bey size bunu yol- ladı, mutlaka ricaediyor...» Bir ân, hangisini düşünmek lâzım geleceğinde tereddüt ettim. Babiâli budur işte, «...» sizin yerleştiğiniz işi sizden Pik) öğrenir. Sakın bu intibaınızı ken- disine nakledeyim demeyin. Çün- ki derhal onun tarafından mevkie SUMP edildiğinizi. telmih eden özlerle karşılaşırsınız. Öbür a o kız... İki günd üç kere karşıma çıkan.. İlk hareketim, biler karşım- da, masanın öbür yanında duran iskemleyi işaret etmek oldu: — Anlamadım. Oturun bir dakika... : Oturdu, Masa lâmbasını sön- dürdüm. İlk defa dikkatle, cep- heden, cesaretle yüzüne baktım. Arşiv memuru kalktı. Kemerine bağlı zinciri şıkırdatarak çekme- cesini kilitledi ve sanki biz yok- muşuz gibi, Jâmbasını söndürerek o çıktı gitti, İnsanlar gariptir. Hele kes yalanız kendi en tak bir alâka görmemiştim. — Söyleyin, dedim kıza, ne dar öy benden bakayım ? Di istemiyorum. Dostunuz t? u hikâyeyi gönderdi, re- ileğin öM — Âlâ.. Siz onunla mı çalışı- yorsunuz ? — Evet. Kısa bir müddetten- beri. — İzakı ne yapacaktınız ya? — Meemuanin. kâğıtları için aramıştım. ustu. Önümdeki kâğıda kur- şun kalemle bir krokisini çizdim. Fakat, ancak çizdikten sonra ne yaptığımın farkına vardım — Acele — Hayı 0 "kalda oraya dönmeye- ceksiniz şimdi... — Doğrusu... hayır. Çay içermiş, Hademeye çay söyledim. 'Adam, daha geleli üç saat olmamış bir insanın bu kadar çok emir veri- şine içinden kizarak çıktı, izin isminiz ne kuzum ? — Melâhat Korgun | — Benim de adim İbrahim Yoo — Biliyorum... Resimleriniz. den... Evet, ilk defa dikkatle, cesa- retle yüzüne bakıyordum. İnsana , Pr şey yüzündeki alelâ- Ancak dikkat ettikçe, ölelâde çehrede derinlik ve m) hissinin ne büyük yer görünüyordu. Tahmin kere gören, ikincisinde yüzünü aynı . duğunuü tecrübeyle nıyamaz. Sonra, yavaş yavaş bu sathi kanaatin değişmesi lâzım geldiğine iman ettim: Bu çehre- de herşey dışarda kalan bir damla gibiydi. Çıkık elmacık ke- mikleri, ipekli kaşlar, yarı kapalı gözler... İri çene germ du- dakldyı etli ağzı... Herşey... İlk ânda, içerden lake hükme lunacak hiçbir şey yok... Onunla, zamanın nasıl geçti- ğini pek de anlamadan, uzunca bir müddet konuştuk. Kendi ken- dime sorüyordum: Bu kızı burada tutan kuvvet ne? Niçin iki gün- de üç kere karşımda buldum onu? Kim bu kız? Lise tahsili yapmış. O kadar. Hayatta tecrü- besi kıt. O kadar. Yaşına göre ifadesi daha olgun; o k Mantık. ve muhakemeye sonsuz bir zaafı var; o kadar raklı... Daktilo, fakat daktilo sınıfından değil, daha uyanık, daha okumuş. Hayata karşı te- cessüs var ve yaşamanın ne ol- anlamağa azimli... Bütün bunları birkaç saatte elinin (yumuk, şeffaf ve harikul- âde güzel elleri vardı) bir hare- ketiyle, gözlerinin bir ,ifadesi, sözlerinin Kr meb derhal ifşa ediverm Vakıt ben Evine gö- türinek icap etti. Birlikte çıktık. Mümkün olduğu kadar aydinlık sokakları tercih ederek Türbeye, oradan Sultanahmede indik. Bu- raları pek bilmem. O yürüyör, ben de yanında (gidiyordum. Uzun adımlarla, başı dik, saçları geriye doğru her adımda hafif hafif ürpererek yürüyordu. Kati ve güzel bir yürüyüş... Nihayet, bir bahçe kapısının önünde durdu: — Siz buradan dönün artık! dedi. İçeriye girip girmediğine bak- mamayı doğru o bularak döndüm Beşinci kattaki odama var- dığım zaman, vakıt hemen he- men gece yarısıydı. Evimin ye- gâne fantazyası olan mavi ampulü yaktım; Duvardaki aynanın kar- şısında durdum. Hangi insan, bele hayatının bir safhasını an- latır veya yazarken bir ayna karşısında durup kendini tetkik etmemiştir ? İtiyat halini alan bu hâdiseden ben de kurtulama- dım. Şu var ki, mavi ışık, insan yüzünü daha ölü bir hale koyu- yor ve şayet o yüzde henüz hayat alâmetleri var bir ifade veriyor. Ay yüadaki ai benin yü- ben o değildim. O, yorgun, göz altları keskin çizgiler ve sert gölgelerle belir. miş, yüzü, alnı kırış kırış, saçları çoktan kırlaşmış hayal, genç bir insanın aksi olmaktan ne kadar uzak... Kendimi o kadar yorgun his- sediyordum ki, o şekle daha fazla bakamadım. Biraz dinlenirim ü- midiyle masanın başına geçtim ve Melâhatin yüzündeki derinlik hissini çizgilendirmiye uğraştım. Kâğıtların o birini bırakıyor, birini alıyordum. Beş, altı (desen) - çizdim; fakat hiç biri istediğim gibi değildi. Sonunda vazgeçmek zorunda kaldım. rtesi gün, akşama kadar ne yapacağımı düşünmedim bile. Kendimde tuhaf bir karar ver- mişlik hali Obuluyordum. Dış mantığın hiç bir icabı olmadığını bile bile, Babiâlinin yolunu tut- tum. Gazetede iş, saat altıdan sonra başladığı böyle erkenden oraya gitmeme tabif lüzum yoktu. Ben de oraya, gitmiyordum esasen, Mecmua idaresinin kapısını vurduğum ânda ufak bir tereddüt geçirdim. Fakat kapı açılmıştı. «Dostumuz» orada değildi çok şükür. Dün evine kadar götür. düğüm genç kız, beni böyle karşısında görmekten en küçük bir ii rd bile dü ş geldiniz, dedi, sizinki .daha el — Biliyorum.. Ben de ona gelmedim. — Bana mı geldiniz ? — Evet, Sizi görmeğe geldim. — e. mi ge gk la apmadım bile, Ben sislale görüşmek için geldim. Konuşuru — Hay hay. Bayek konuşa- lim. Ne konuşacağız? areketimin budalaca saffe- tini bu sual kadar belâgatle hangi nasihat yüzüme vurabilir- di? Birdenbire anladım: Evet, ne konuşacaktık ? İşim neydi benim burada? Bu insanla ne konuşabilirdim ben ? Neydi müş- terek noktamız? Hâdiseler ne kadar suni ir terkip manzarası gösteriyor Kendi killi güldüğümü gayet iyi hatırlıyorum.) — Konuşacak hiçbir şey yok, dedim, Hiç... Ama, hiçbir şey... Ben, düşündüğüm zaman, ne dü- şündüğümü vuzuhla söyleyebi - lirdim, Fakat kendimde aydınlık bir fikir yoksa, o zaman sade © hareket deil eder, söyleyecek * Kendini saklıyamıyan sözler. Me- lâhat dikkatle yüzüme döndü. Öne eğilerek çıplak kolunu ma saya dayadı. Yaşından umulmaz bir müsamaha ve anlayışla göz- lerimin içine baktı: — Tuhafsınız, dedi, ben sizi tanımıyorum. Öyleyken kırk yıl. lık bir dost yakınlığı gösteriyor- sunuz... — Olabilir. — Evet, baharda herşey müm- kün. Ama, ne ri bundan ? — Düşünme — Biraz dülgünsenis fena ol- “Gülümseyişim yüzümde dondu. etmeğe başlamıştı bile. gin de ondan mı? Zannetmi hiç işsiz kalmadım. tük Melâhat de işlerimin ön safına Bunu ona itiraf ede- Beni dikkatle süzüyordu. Da- ha e taarruz etti: — İbrahim Bey, vesileler ara- maktan gidis — Herşey bir vesiledir. — Öyle ama, beni dinleyin siz. Ne siz çocuksunuz, ne ben bebeğim — Kaç Mean rim... Hâdiselere korkmadan ekbedikizi bilin. Be- nim yaşımdan size ne? Sizden yaşlı olmadığımı kim temin eder? İşte örneği: İki gün evvel tesa- düfen karşınıza çıktım diye şim- n da, öbür buki, sizin şu İstanbulda “yapıla- cak bir takım' işleriniz var. — Ben sizin gibi düşünmü- yorum. — Ben de sizin gibi düşün- müyorum ö halde, Hareketinizin in ok, mi söylüyorsunuz? Fik- riniz balik bu m — Evet. ok şükür. Çok teşekkür ederim size. Nihayet mânalı ha- reket belâsından kurtulabilmişim. Demek mânası yok hareketimin, ha? Beni sele vermek için bun- mak. Akla estiği gibi... Rahat ve mesutsun... Kim ne derse de- sin! Kimseden pervası olmıyan yüzünü gör- düğüm ve kendimi bu temaşaya isteğimle bıraktığım kız, ümit kesmiş gibi sustu, toplandı. Ma- mafih yine sor. — Ne istiyorsunuz benden öyleyse? (Daha üç sayı devam edecek)