(YUKÜLE * LE) VE (SEZAN) Bedri Rahmi EYÜPOĞLU Çinli dostum ( Yukule-le), ( Sezan) hakkında düşündüklerini yazıyor: Resimde her şeyden evvel tezyini kıymet arayan (Matis) ve şürekâsı : «Resim kilimdir b. dediler, ve resmi dört başı mamur bir yazma gibi du- vara çivilediler. Bu sanat telâkkisi benim yassı Şarklı kafama da uygun geldiği için senelerce ben de resmi bir el örgüsü gibi gergefe gerdim. Bir gözümle (Greko) yu, ötekiyle min- yatürleri. severken gergef dokudum. Fakat ne yalan söyliyeyim, dostum, işin sonunda bu dokuma bana niha- yet beni boğacak kadar dümdüz, yamyassı geldi ve artık.ne «resim ki- limdir» diyenlere, ne de (Matis) le (Pikasso) arasında mekik dokuyarak, çok garip bir seccade ören hocamiz (Lot)la hempası gibi «resim ilimdir» diyenlere itimadım kaldı; ve : — Ya kendileri aldaniyorlar, ya beni aldatıyorlar, dedim, Ondan son- ra ne resmin kilimliğini, ne de ilimli- gini âramağa tövbe ettim ve kendi kendime bir yol çizdim : «Resimde mümkün olduğu ka- dar edebiyat yapmaktan uzaklaşmak.» Bu yol beni, üzerinde bir hayli göz nuru döktüğüm minyatürlerden ve şiir tarafı ağır basan (Gogen) den fersah fersah uzaklaştırıp nihayet karşıma, mevsimi, baharı, çiçeği olmayan, tır- manması çetin, fakat tabiatın, kaya- larında bir su kadar kolaylıkla par- çalandığı muhteşem bir dağ çikardı: (Sezan)... Ben bütün hayatı, eserleri, sanat telâkkisi ile onun kadar dağa benzeyen bir sanatkâr görmedim, 6 Onu geç tanıdığıma üzülürken .bir taraftan da beni ona götüren yolu çizdiğim için kendi. kendimi tebrik ediyordum. Ona karşı duyduğum sev- gi ile yavaş yavaş kafamda yer edi- nen tufeyli sevgi atmış ve aç kurt gibi sarıldığım ba- haratı bol mezeler ve vahşi gıdalarla midesini bozan biinyemi tedaviye baş- ladım. Hakikaten, dostum (müze) siz bir memleketten tıklım tıklım (müze) dolu Avrupa şehirlerinde bir Şarklı- nın başına gelen ilk şey, suihazım- dan şikâyet oluyor. Neyse, geçenler- de duvar ilânlariyle gazetelerin bü- tün Parise (Oranjeri) de açılacak (Se. zan) sergisini ilân ettiklerini gördü- güm zaman rahat bir nefes aldim kendi kendime : — İşte aldanmıyan ve aldatmıyan bir adam !.. (Yukule-le) dedim. Git, gör. Ve bırak şu yassı kafanı onun eline de,. sana (Dekart)ın çekiciyle sağlam bir kafa yontsun ! Salona bu teslimiyetle girdim dostum. Kafamı bir balmumu teslimi- yetiyle (SezanY'ın bütün resimleri önü“ ne bıraktım, Duvardan duvara, resim- den resime çarpa çarpa kafam bir şekil alacak diyordum. Fakat sergi-" den çıkarken yassı kafamın da yerin- de yeller esiyordu. Yassı massı, benim de kendime göre bir. kafam vardı. Fakat onu da bir şekil alsın diye götürdüğüm bu sergi alıp götürmüştü. Hakikaten dostum, bu sergiden çıktıktan sonra ne yapacağımı bilmez bir hale gelmiştim. Ben resmi çoktan, gökten yere indirmiştim. Fakat bu günlerde kafamı altüst eden (Sezan) bu sergi ile de beni bütün bütün sars- mış, ne yapacağımı bilmez bir hale “ getirmişti. (Sezan) da bütün aradıkla- rımı buluyordum. Ben resmin yarısın- dan çoğunu renge veriyordum. (Se- zan)da bu vardı. Onda renksiz (form) olamayacağı, bir zafer halinde dal- galanıyordu. Fakat?.. Fakat (Sezan) bu neticeye varmak için seksen yaşı- na kadar günde 12 saat çalışmıştı. Ay- nı resmin üzerinde yüzlerce defa ça- lışabiliyordu. Bir resmi. değiştirmeden onun üzerinde yüz defa çalışmanın ve her defasında ona bir parça ilâve edebilmenin ne olduğunu bütün res- samlar bilir. Halbuki benim resimle- rimin azami dört beş (seans)lık can- ları vardı. Benim her gün değişen görüşlerim, buluşlarım vardı. Ben (Se- izan)da istediğimi bulmuştum; fakat Yo ve bilgileri söküp * benim ona taban tabana zıt bir ça- lışma tarzım, bir yaradılışım vardı. O, solmak tehlikesinden korktu- ğu için suni çiçekler karşısında ay- larca çalışıyordu. Halbuki benim çi- çeklerden evvel solan bir çalışma buhranım vardı. Bu arzu dolu saat- lerden bir damla israf etmeden çalış- tığım halde netice yüzümü güldürü- yordu. Halbuki o, dün bıraktığı resme ertesi gün aynı arzu ile devam edi- ordu. (Tamperaman) meselesi diyecek- sin, Ona mukabil onun kadar kuv- vetli olan (Van Gog)da hemen he- men bütün resimlerini bir (seans) ta yapıyordu. Yalnız (Van Gog)u değil, (Ma- ne) yi, (Matis)i, (Pikasso)yu al!.. Bu büyük adamların da aynı resim üze- tinde senelerce uğraşmadığı muhak- kak... «Zaten asrımız, süra'tasrı... ilâh..» diye beni teselliye çalışacaksın. Evet, zaten ben de nihayet bü- tün bunlarla kendimi avutuyorum, Fa- kat şu muhakkak ki dostum, yeni resme en sağlam, en yıkımaz ifade- sini veren, onu en metin, fakat bir o kadar da inşası çetin temeller üze- rine kuran (Sezan) olduğunu bilerek kendimi avutuyorum. Zaten bugün eserleri önünde hürmetle eğildiğimiz üstatlara bak!.. Onların hepsinde mü- him miktarda bir (Sezan) olduğu mu- hakkak. Hattâ sana şu çok sevdiğim sanatkârların nelerden mürekkep ol- duğunu anlatmak için şöyle bir re- çete yapacağım: Meselâ (Matis)i alalım: Ben onun şu unsurlardan mü- rekkep olduğunu zannediyorum : Yüzde altmışı bizzat Şark tezyin işlerini kendisinin yapacağı kadar temsil eden kendisi... Yüzde yirmisi muhakkak (Sezan), ârta kalanı da (Van Gog)... (Van Gog) a gelince, onun da sergisinde “yüzde otuz nisbetinde (Se- zan) olduğu, (Gogen)de bu nisbetin kırka kadar çıktığı muhakkak... İşte dostum bu günlerde benim kafam da (Oranjerie) salonları gibi tıklım tık- lım (Sezan) dolu... Ve günlerimi onun resim yapmadan evvel değil, yaptık- tan sonra söylediği şu birkaç söz nakarat halinde parçalıyor : “La peintüre est une harmonie parallâöle a la nature, «Resim tabiata muvazi giden bir âhenktir..> Ve kendinden önce gelen ve kudretine iman ettiğin bir sanat- kâra bağlan, fakat yeter ki o seni sana iade edebilen bir sanatkâr olsun», ii