Önüme tam seksen beş sen€ evvel İstanbulda intişar eden bir gazete koleksiyonu var: — Ruz- nâmei Mi Havadis.. Numara, 598... Sayfa, 2 — y a Lâkin, gözümün takıldığı bir fıkra üzerinde duraladım. Şu satırları okumaya başladım : (Fransa şuarasından (Lâmartin) nam zatın fenni nazımda kemali ol- duğundan, şimdiye değin iki milyon franktan ziyade kendisine ikram olunmuş ise de, mumaileyh haddiza- tındâ e ve sahimizaç ve şimdi in müsin ve hem de er ağ olduğu undan, Fransa mebu- meclisi tarafından (kendisine dört yüz bin frank iane olunacağını Fransız gazeteleri yazıyorlar.) umayı bitirince, düşünmeye başladım, Ve ul Süleyman Na- zif'i hatırladı O Sü üleyman Nazif ki, 1927 Kâ- nunsanisinin en SOğu bir gününde; yalnız ateşten değil, bütün hayati ih- tiyaçlardan mahrum bir halde öksüre öksüre Allahın rahmetine kavuştuğu zaman, şairiâzam Abdülhak Hamit onun için, ancak : — O ne âteşin zekâ.. One seri- ülintikal idir. Nazif, müverrihdi. Şa- irdi.. Edibdi. Edebiyatta devir yapan dâhilerdendi. Ah, asıl dâhi o idi. Asıl dâhi kendisi idi... O, başlı başına bir cihandı. Yıkıldı, gitti, diyebilmişti. Bu Nazife karşılık o (Lâmartin) ki, fenni nazımda kemâline mükâfat olmak üzere kendisine iki milyon frank ikram edilmiş. Halbuki bu zat, lâubalimeşrep ve sahimizaç olduğu için bu parayı yemiş içmiş, hoş geç- miş... İhtiyarlamış... Zaruret içinde kal- mış... Fransa mebusan meclisi tara- fından kendisine, tekrar dört yüz bin frank verilmesi kararlaştırılmış... Halbuki Süleyman Nazifin öldüğü gün, onun odasının sefaletini tasvir eden bir sabah gazetesi, dolabının içinde ancak iy gr armut olduğu nu < kaydetm e uyurun|.. Bir fıkra dial? “Bud da, biini adm (Perl) isminde bir (ar- tist) hakkında : a 7 a İlim ve San'at Hâmilerine (Madam Perl, dün gece tiyatroda icrayi hüner ettikten sonra bir takım agniya - yâni zenginler - mezbureyi alıp bir lokantaya götürüp bir mü- kemmel ziyafet keşide etmişler. Ve göğsündeki bir karanfili aralarında müzayedeye koyup, hasıl olan on se- kiz bin frangı mezbureye vermişlerdir. | Bu fıkrada bana, şu hazin vakayı hatırlattı : Beş veya altı sene oldu. Paşali- manında bir yalıda oturuyordum. Bir- gün, san'atkâr Muhlis Sabahattin geldi : — Kızım Melek, çok fena, dedi. Doktorlar, hava tebdili tavsiye edi- yorlar. Buralarda, münasip birşey bu- labilirmiyiz. Boş bulundum : — Derhal aratalım. Kaç odalı bir şey olsun Diye so ordum.., Zavallı baba, nemli gözleriyle gözlerimin içine baktı : —N ası monşer ?.. Kulübe.. Bir bahçivan kulübesinin köşesi... Diye bağırdı. Melek çok gençti. Bir çiçek ka- dar narin ve zarifti. En çok sevilen bir artistti. San'at 5 sahnelerde çırpınmış, yorulmuştu. Verem olmuştu. Ve nihayet, o da mahrumiyet içinde - ve bir hastahane köşesinde - Hak- kın rahmetine kavuşmuştu. Bu san'at kurbanının incecik ta- butunu; aynı arabada, felâketzede ba- ba ile takip ediyorduk. Teşvikiye ca- misinden Osmanbeye kadar susan Muhlis, birdenbire hıçkırmaya baş- ladı, Ve, önümüzde uzun bir zencir Ziya ŞAKİR halinde Feriköy mezarlığına doğru koşan otomobilleri göstererek : — Bak... Şu hale bakl.. Evlâdım, mahrumiyet ve sefalet içinde sönüp giderken ar olmadılar. Şimdi on ebdebe ve saltanatla mezara götürüyorlar. Diye bağırdı. Muhlisin, hakkı vardı. Ogün verilen otomobil para- ları üç ay evvel feda olunsaydı, hiç şüphesiz ki, zavallı Meleğe hava teb- dili için bir oda bulunacak, belki de İmalı kurtulacaktı. Şimdi, gözlerimi kapıyorum ve aklıma gelenleri düşünüyorum : Bir zamanlar (Viyana) kaldırım- larında ve Maçka apartımanlarının bodrum katlarında sürünen - yazar- ken, hayâ ediyorum - Şairiâzamın im” dadına (mebusluk) yetişmeseydi, aca- ba hangi feci akıbete sürüklenecekti? Ahmet Refik... Tarihi dalkavuk- luktan kurtaran ilk tarihçimiz... İlk büyük tarih üstadımız... İlk büyük tarih edebiyatı hocamız Ahmet Refik... İşittiğim doğru ise, takdirkârlarından bir ne ianesiyle mezarına gi- debilm (Beybaba) diye anla» (Bedreddin bey) ismindeki eski ve ihtiyar mu- harririn yürekler parçalayan mahru- miyet içinde masanın kenarına dev- rildiği unutulmamıştır. Hasta hayatını, re kalemi- nin ucu ile sürükleyen zavallı Kema- lettin Şükrü, hiç süphesiz ki, ölüme Fikir adesesiyle gecmiş gün: dıktan sonra (Lozan) dan dön va Çeyrek asır evvel İstiklal Savaşını kazan- Bir zamanın mizahı: 50 yıl ev- velki (Serveti e a göre İstanbul Ye- şilköy treninin hali..