«çHâvdda Bül Yorgiya küçücük kadehinden bir damla daha içtiği, Sofiya'ya eliyle kadehini doldurma- masını işaret ettiği zaman evvelâ İstepanla çocuklar, sonra, karidesçi, en sonra da Sofiya başlardı. Biz konuşmazdık. Onda bir korku mu, bir arzusuzluk mu desem, yoksa korkunç bir genç kız çekingenliği mi başlar desem, bir şeyler başlardı. Buna pek arzusuzluk dene- mezdi. Evet, beni sevmiyordu ama bir erkek kucağının sarsıntılı, korkunç âlemine girece- ğini hissederdi. Bu, iz benden evvel hiç erkek görmediği z Ellerim Yönbiğasin ellerini, bir takım hazinelerden, gümüş ve altınlardan, servetten, saadetten bir şeyler yokluyor gibi, bir altın babası hasis gibi yi Bu ellerde herşeyi tutuyordum... Bütün r dünya buradan, bu ellerden telsiz, mevcesiz içime âhenkler, âhenk- ler, musikiler getirirdi. Onda edil, zengin bir ömrü, belki de beraberce salik, için hemen saadet dere- sesine yükseliveren sefaleti bulurdum. Dilimde; a girerlerdi. Öteki odadan çocukların uykuda nefes alıp ilmi gelirdi. nin ihti- yar anası kendi kendine söylenirdi. Gündüz rise Karidesçinin evini hiç ziyordu. Beni oturtdukları oda, karı kocanın yatak odası idi. Sokağa nazır ai önündeki sedirde oturuyorum. Yanımda bir (Singer) dikiş makinesi ile bir takım bili kâ- teren bir aynalı dolap var. Bu dolabın içini görmek merakı"beni sarıyor. kat çok şükür, bu, bir ve- himden ibaretti. O kadar Yerden, üstünde iğneleri muntazam dizi- li kâğıttan bir pembe iğnedanlığı kaldırırken, duvara asılı pırıl pırıl bir terazi gözüme çar- piyor. Elimdeki iğnedanlığı iki satıhlı bir (etajer) in alt gözüne birakiyorum. it geçiyor. Dışarda dolu yağıyor. Bir aralık oda ne kadar karardı. Aynaya bu aralık bir iki lâf söyledim. Demin apaçık yü- zümdeki çizgiler, göz kapaklarımdaki şişler hakkında kendi kendine konuşan aynada, ha- va kararınca, adetâ genç, sevimli fakat meyus bir adam bulmuştum. Aynaya: — Birbirimizi (oaldatmağe lüzum yok efendi! Demişim. Hızlıca söylen Gill X Le kt gali içeriy ğ seülendi * — Gelir, meraklanma | Gelmezse gider evinden getiririm. eraklandığım yok madam, diyorum, gelecek elbet... Dışarda dolu yağıyor —Bırak yağsın ! Bizim mangal ağ Yd korkma. Getireyim mi ? Biraz kokuyor ama... — Aman getirme, bana pek dokunür | — Üstüne bir iki karanfil atarım. — SL getirme | rada bırakayım da ee başına vursun n değil mi ? İhtiyar çapkın sen i ayda ihtiyarladım. Ben ilinde çok aynaya kiziyorum: — Namussuz ayna | — Ne dedin ? — Sana değil Sofiya, aynaya! Madam Sofiya söylenmekte devam edi- yor; ben dinlemiyorum. Bu odada ne çok eş- ya var yahu! Buna (komodin) mi derler ? Ne derlerse desinler... Hadi (komodin) diyelim. Onun yanında kanaviçe bir resim v Atları dizgini azıya almış bir kızağın içinde karasakallı, kürklü bir adamla, posbi- yıklı, hareketsiz, atların bu gidişi kendisine Y vizgelen bir arabacı... Sakallı adama sokul- muş kızı, daha şimdi farkettim, Kızın yüzü gözükmüyor. Sırtında beyaz bir kürk var, atların yanıbaşında koşan köpek bu koşan kızağa göre hareketsiz, adetâ durmuş halde... Bu bir resim yanlışlığı olsa gerek. Resimden- de anlarmışım ya Cam Tacik Erken geldi bu akşam... başladım. Sanki, yüzü kan- oçehre.. Ne yazık ki, bu R.O MAN Sait Faik Oda benmişim, amlar benmişim gibi 'bir ye- sir yapar ya... Yapmıştır ya... Ben de öyle olu- yorum. Kapıyı bulamıyorum ve sesleniyorum : — Madam, madam Madain içerden bağırıyor : — Anlaşıldı, anlaşıldı. İçeriki odadan marsık kokusuna karış- mış bir karanfil kokusu... Esrar kokusunu ha- tırlatan ker bir kokuya karışmış, gözleri benden een saçlarında kırmızı men- dil sabi yz kimdir? Şişeyi açıyoruz. Karaüfil kokusu uçmuş, anason kokusu odayı dolduruyor. Dolu din- e İa bir le ai soğuk karidesler kırmızı, a Artık nefes almadan okuyordu: I NİSANDA BİR ERİK AĞACI İLE KONUŞTUM 1 Nisan 1943 harikülâde güzel bir gün- dü. Sokakta bütün gençler güzeldi. Gökte bütün kışlarından yıkanmış bir mavilik, hem çok uzakta, hem de tâ içimizde, elimiz- de avucumuzda gibi idi. Bir havuz, bir fıskı- aynasında sarı, adetâ bahtsız yüzümü gördüm. İçi havuzun fıskıyesindeki lâstik topu atan sular olduğu halde neye sapsarı ve meyusum ? Yine bir aralık ben bile güzel- mişim gibi bir küçük orospu bana güldü. Güneş, sokağın bir ucundan bir güzellik ve neşe (Çarozöz) gibi bütün caddeyi ıslıyor, yıkayor, neler yapmıyordu!.. İşte böyle gü zel bir günde (Vangelistra) kilisesinin küçük, minnacık evlere hakim çan kulelerini seyre- derek fukara şehrin çoğu kapılarına «sari hastalık vardır, girmeyiniz» levhası yapışmış evlerinin düzlüğünden yukarılara, Beyoğluna doğru dimdik çıkan yokuşların birinin hemen başında durdum. Sırtımı, bir mechul ağaca vererek sevgilimin evini seyrettim, Bahçede erik, çiçek açmıştı. Köpeği havlıyordu. Bir takım koyu yeşil vahşi otlar, belki de o adım attığı yerde, kafalarını kaldırmışlardı. Adetâ barakamsı evin alçacık penceresin- de bir” ihtiyar kadın hayaleti vardı. Çiçek açmış erikle dostluğumuz yaş tı. (Arkası ver) Şimdi, yine eskisi kagar şiddetli, sahiymiş gibi şid- detli bir vehimdi ki, duy- duğum acıya dayanamıya- rak, ağzımdan kaçan hırıl- tıyı başıboş bıraktım. Bir el, sırtımı okşadı. İnsanlar, kızı kaldırdılar; beni, ara- baya soktular. Hikâyenin üsttarafı şu : O günkü sözümü tamamiy- le unutmuştum. rtesi gün, işimin başi- na gelince, yüreğim titri- yerek, öbürünün odaya gi- receği dakikaları saymıya lı bir maskeyle gelecekmiş korkusunu bir türlü söküp atamıyordum içimden... İçeri girdiği sırada, yüzüne ba- kamadım evvelâ... (Sonra baktım, Her zamanki yüzü göreceğime emin olduğum halde korka korka baktım. Kansız,'renksiz, bembe- yaz, bomboş, mânasız bir © yüzdü bu... Hiçbir çirkinliği, hiçbir âhenksizliği ve ya- rası yoktu. İnsanda hiç şüphe uyandırmıyan, alelâ- de bir yüz... Baktığım esna- da bende şiddetli bir ten- bihe sebep olmıyan ilk ânın tatlı aksülâmeli, bu teselli, çabuk kaybol- du. O haliyle alâkasız kala- cağım, buna mukabil hiç olmazsa bakabileceğim yüz- — ,yavaş yavaş lekeler, enişçe bir kızartı, yırtılma - em başladı. Gözü- nün biri kapandı, öbürü- nün vaktiyle harikulâde iltimalarla güneşi aksetti- ren... liihhh /ll Ve bu son oldu. Her şeyimi kaybettim. Hattâ. sevgiden ay““ağ o kahre- dici şüphemi bile... 5 sersemim. Yine dalgın ve yaşamanın tadını kaybet- miş bir adamım; ama bu sefer, niçin şüphe ettiğimi sormalarına dahi inan yok; o imkânı da kaybet- .tim. Niçin değil, keşke şüphe edebilsem; sevdiğim, ri T azaba kavuşabil- baksam, onu kendi ee ve bütünlük ânı içinde değil, bir (de- formasyon) ve çözülüş ânı içinde görmek ve bulmak... Her ânın bir ân ilerisine el “ Haysayi anlıyor 2) 7 GÜVEMLİ Xi 5