N anlıyamadı- ğımız, kabu- gunu bir türlü kı- ramadığımız, du- vağını aslâ kaldı- ramadığımız mef- humlardan birisi de Çirfan).. Şu (kültür) pi an- latmıya çalıştığımız nesne rfan, arşın veya ökka hesabiyle, bir şahsın yüklendiği kuru malümat değil; sahibinde fikir ve ruh bünyesi haline gelmiş bilgidir. Gıdanın, döne dolaşa damarlarımızda kan haline ge- lişi gibi... Kim- se bize, kilerin- ki erzakı bi olduğunu id- - ka- edi lr irfan sahibi olamaz. Evet, evet; irfan, bilgi sahibi ol- maktan ziyade, bilinen şeyler vasıta- siyle bilme hassasına ermektir, Bilme hassasına eren, bilmediği şeylerin de bir nevi âlimi olur. Nasıl ki parası o- lan, satın almadığı şeylerin de bir nevi maliki sayılır. Demek ki, şu ve- ya bu bilgi malından ziyade, mallar arasında müşterek kıymet vâhidi o- lan manevi paraya, yâni ruh ve akıl kıvamına irfan demek lâzım... Bütün bilgilerin kaynağı idrak çi- lesini çekmiş ve gerçek bir dünya görüşüne varmış her insan irfanlıdır. Bunun içindir ki, (üniversite) lerde ve nasıl öğrenileceğini öğrenir. (üniver- site), öğrenme usulleri öğreten ocak olmak gerek... Bir de bizimkini düşün! * * * — Bir şey bilmek hüneriyle el- mas takma san'atı arasında ince bir yakınlık var. Elmas, mahfazasını zen- gin etmez. Onunla, çizgilerindeki asa- leti ifade eden bir vücudu kıymetlen- dirir. Bu yüzden, Karamanlı bakkalın pırlantaya boğulmuş parmakları gibi, irfana sadece ve kabaca mahfazalık etmek, üstelik servet cakası yapmak, hakiki irfansızlıktır. İrfandan gaye, en sade ve en zarif kılık içinde bizzat mücevher olmaktır, * * * İrfan dâvalarımızın, kemiyet çer- çevesinde, sürüsüne bereket!.. İlk mek- tep, son mektep, talebe, inzibat, ah- lâk, terbiye, bilgi, kitab; tercüme, lü- gat, usul, (program), yabancı (profe- baki yerli muallim, filân, falan... Bu karmakarışık kesret ifadesi bence tam bir vahdet mânasığbelirti- NEN NEINIEAM Irfan Işinde Pilân Necip Fazıl KISAKÜREK yor. Mesele bir çok değil, biricik: İrfan cihazımızda kol kol şubelen- dirdiğimiz bütün meselelerin bağlı. ol- duğu ve mihrak noktasında toplandı- ğı kök telâkki ve bu telâkkiden doğ- ma ana pilânll! Bize bu pilândan haber versinler ! Tanzimattanberi böyle bir kök te- lâkki ve ana pilân ıstırabiyle başı ağ- rıyan tek bir maarif büyüğü görme- dik! Her hangi bir dalın yaprağında küçük bir baygınlık alâmeti sezilir se- zilmez, hatıra derhal kök gelmeli... Bir ağacın köküyle en uzak yaprağı arasındaki sıkı münasebet kadar, bin- lerce irfan meselesinin, gali cal ve- Yapılmış, yapılan, yapılacak her şeyin kıymet hükmünü, aşağıdaki kı- yasların terazisinde tartarak elde et- meliyiz: 1 — Dünya ilim ve fikir cereyan- ları Er Şe durumumuz nedir? 2 — Ruhumuz, iktibascı mı, te'lif- ci mi? 3 — Ahlâk ölçümüz nerede ve nasıl? 4 — Hangi ruhi gençlik istiyoruz? 5 —Bu gençliği ne vasıflarda muallimler yetiştirir ve onlar nasıl etişir? vasıflarda bir 6 — Milletler arası bir müesse- se olan ilim, bu hassasına rağmen milli bir damgay- la mühürlü değil midir? 7 —İlimtev- zi işinde, onu en yukarıda dağıtan en üst elden, en a- şağıda toplayan en küçük avuca ka- dar hâkim esaslar ve usuller??? Gönül is- terdi ki, bu su- alleri siyah tah- * . ta üzerine te- “ a beşirle (o yaza- lm; ve maa- Ja ga rif o cihazının > başında (o bu- EN lunmuş bu gün > #5, > hayatta kaç kişi varsa onlara imtihan suali halinde verelim. Mühlet, imtihan odasından çıkmamak şartiyle 100 se- nedir; bakalım hangisi cevap verebi- lecek? Pr / Kök telâkkiyi ve bu telâkkiden doğma ana pilânı, bütün çizgilerin merkezde toplandığı bir mimari (mo- tif)i halinde örgüleştirmedikçe, irfan tatbik sahalarında zaaf, daima göze çarpacaktır. (Amik Fakrüddem) e uğramış bir hastanın suratına bir okka pembe ve kırmızı badana çalması gibi sahte ve mukallit nümayişler, gerçek iş ve iş fikrini telâfi edecek değil, onu büs- bütün elde edilmez hâle getirecektir. Batı tefekkür sincisi: (Elea) felsefesi; İyonya'lıların, cevher, daimi değişme gibi mefhumlarının, bizzat bu mefhumların ne oldukları üzerindeki (metafi- zik) düşüncedir. ai ye e gileri olduğu değil, bulunan prensip! bir tahlilden geçirilmektedir. (Elsa) "tilarla birlikte üç felsefe sistemi, bülün Avrupa felsefesinin peşinen tâliini ve (karakter) ini çizmek gibi geniş bir imkânla oluş va üzerinde , duracaklardır. Bütün mesele a) mektebinin kurucusu olan (Kse un yaşadığı devirde, böle Lİ — em) (Mitoloji) nin şiddetli düş- manı olarak gözükmektedir. (Politeizm) e “karşı vaziyet7alarak, (Panteizm) ile aynı şey —aeFxas (Elea) Felsefesi H. M. KAFALIOĞLU ve (Ksenofanes) saydığı felsefi (Monoteizm) i bulmuştur. Ona göre bir tek vardır. Bu Tanrı bütün göz, bütün kulak, bütün müdrikedir. Ne de- ğişir, ne hareket eder. İradesini istediği gibi kullanır. Faniler, (O un telkinleriyle, doğduklarına, kendileriyle aynı hislere malik olduklarına, vücutları olduğuna inanmışlardır. Bu şairler, insanlar arasında ahlâksızlık sayı- lan hırsızlık, Oonâmussuzluk, me dolan gibi halleri de Tanrılara isnat ederler. (Kse- > bu sözleriyle, Wil nin Tanrıları ins şekline (antropomo ymasına, : insan ahlâkı Banned izafe et- mesine karşı durmaktadır. Ve nihayet, Tan- rinin, ne doğduğunu, ne bozulduğunu, ne de- ğiştiğini ifade şi bu namütenabi varlığa tapılmasını teklif edi u felsefeyi, vakdaiyat mn döğru bir vakanlams kabul edebi!