HAKİKAT SEVGİSİ İR hadis: ir mün- ker gördüğün a onu elin- maz- san dilinle, bu- z binle reddetl» der. Münkerin ne oldu- ğunu hep biliriz: Haksızlık, âdaletsizlik kısaca cemiyetin haller... onun iyi ve temiz ahlâk prensiplerine inanmış, onlara uymağı şiar“ edinmiş b bu türlü münkerler karşısında usmamak, onlara isyan etmek Vazi- ender. Doğru sözlü, doğru öz- olmak, bu türlü adamlar için ikinci bir tabiat olmuştur. Onlar, bu ictihat yoluhda hiçbir şeyden korkmazlar; korktukları yalnız münkerdir, Onunla karşılaşacak olurlarsa, isyan etmeme- leri imkânsız gibidir. Ne nefsleri, ne de (evlat ve âyal)leri kaygusunu bi- lirler; bir münker karşısında bir ân düşünmek, muhakeme etmek yolunu tutsalar, belki de kendi kendilerini tutmağa, içlerinde kabaran isyan duy- gularını boğmağa, sabra muvaffak olurlar , Bununla: beraber omukaddeslere inanmış olanlar, hep onların heyecan- ları içinde yaşadıkları için, çokluk kendilerine hâkim değildirler. İlcai bir tabiatta da oldukları için kendi- lerini tutmağa kalkışmazlar, yahut da- ha doğrusu tutmağı hatırlarına dahi getirmezler. Bu türlü adamlar, çoğu defa zarar görürler. Tarih bize bu- nun sayısız örneklerini verir. En be- yenileni, (Galile) nin yaptığıdır. İlk ola- rak dünyanın döndüğüne inanan bu âlim, (engizisyon) mahkemesi önün- e bile, kendini tutamıyarak <dünya çelen diye bağırmış, bu 'kahraman- lığının ölümle cezalandırıldığını gör- müştür. Bu, böyledir; başka türlü olması- na imkân yoktur. Gerçek, çoğu insan- lar bildikleri, inandıkları hakikatleri bile açıktan açığa söylemekten çeki- nirler; çünkü hakikat denilen şeyin yüzü serttir, ondan hoşlanmıyanlar çoktur. Fakat yetişmiş, mânaca yük- selmiş cemiyetler vardır ki, onlar da artık hakikatler açıktan açığa söylenir; hürriyet ruhların o kadar derinliklerine varmıştır ki, oralarda değil fikir kah- ramanları, hiç kimse hakikatleri söy- lemekten çekinmez. unlar hangi cemiyetlerdir ? Ga- zeteleri dikkatle okuyorsanız, bu az sayıdaki milletleri bilirsiniz. Oralarda halkın ahlâk inanlarına ve alışkanlık- larına aykırı olmıyan her hakikat ulu orta söylenir, gazetelerde yazılır. Bizde de hakikat seven, onu söy- lemekten çekinmeyen adamlar az gel- memiştir. En sert, en amansız bir hü- kümdar ' olan avuz Selim le bile, Zenbilli Ali Cemali efendi gibi, haki- katleri yüzüne karşı söylemekten çe- kinmeyen adamlarımız yok değildir. Muallim Naci bir şiirinde: «Zevki ha- kikatte arar adamım» dediği gibi baş- ka bir yerdede «Bir hakikat kalma sın âlemde Allahım nihan» mısrainı söylemekten geri durmamıştır. İçinde yaşadığı koyu istibdada karşı ses çı. karmamış gibi görünürsede, hiç ol- mazsa o istibdada âlet olmamakla az bulunur bir ahlâk tamamlığı göster- mekten çekinmemiştir. Biz yıllardan Gi hakikatleri söy- lemekten menedilmiş adamlarız. İçi- mizden «zevki kilan arayan» adamlar gelmemiş değildir; fakat onu açıktan açığa söylemek imkânı ve fır- satını elde edememişlerdir. Mutlakıyet devrinin amansız istibdadı altında Meşrutiyetle kuşkulandığı içi: ortaya (sansür) be- lâsı çıkarıldı. Bereket versin, i korku- tan bir kaba siyaset dahi olsa, haki- katlerin açıkca söylenmesi yine müm- kün olmuştur. akikat, daima, meselâ yağmu- run bulutlardan düşmesi, yahut yer- yüzünün güneş çevresinde dönmesi gibi mütearifeleşmiş bir mevzu değil- dir. Hakikat çok izafidir; bununla be- raber, başka başka dinde bulunan, yahut hiçbir dine inanmamakla bera- ber ahlâk prensiblerinin kudretine inanan kimseler için müşterek birçok hakikatler vardır. İşte, insanlığın mali olan bu hakikatleri söylememekdir ki, münkeri kabul etmektir. «Görünen köy kılavuz istemez» meseli, mecazi anlamiyle, bir hakikat ifade eder. Nasıl ki, «yalancının mumu yatsıya kadar yanar» meselide bu türlü bir hakikattir. Nacinin âlemde gizli kalmamasını istediği hakikat de budur. Böyle olduğunu, cemiyetimizin de ancak hakikatlere inanmakla, haki- katleri söylemekle gerçekten medeni bir millet olacağını düşünmemek ka- bil midir ?: Öyle ise niçin hakikatler gizleniyor ? Yahut niçin üç beş kişi arasında korka korka elen 'a 33 kalıyor ? Bunun başlıca sebebi, seci- yesizlik değil de nedir ? Şu halde biz, münevver saydığımız kütlenin vasa- tisiyle, seciye bakımından da çök ge- rideyiz. İleri ve yüksek bir millet ola- bilmemiz için herşeyden önce, seciye edinmemiz, kendimizde yoksa, yahut yeter derecede değilse, ileriki soyla- rımızı, yani çocuklarımızı ve gençle- rimizi kğ yapmağa çalışmalı de- gil m Büyük, Doğu hakimi Sadi: «İş bitiren yalan, fitne koparan doğru- dan iyidir» demiş ; fakatğ böyle hal- ler, filozofun anlattığı hikâyedeki hal gibi, o kadar az olur ki, bu söz bir ahlâk düsturu telâkki edilirse ya her vakit aldanmak, yahut isteye isteye aldatmak imkânı, daima vardır. Doğ- ru söz «söyliyenin dokuz köyden ko- ğulması» na sebep: olurmuş. Hakikat bilen ve seven için, sığınabilecek bir onuncu, bir yirminci köy bulmak zor değildir. Olmasa da ne çıkar? (Diyo- jen) gibi bir fıçıda yaşar, fakat yine hakikati arar, hakikati söyler. İktidar, hakikatlerin olduğu gibi söylenmesini. sinirlenmeden dinleye- cek bir hale geldiği gün, memleket kurtulmuştur. Hakikatten korkmama- , atom bombasından dahi kasında bir âlem değil, bütün âlemler vardır. Adesenin göziyle her hafta bir iş ve hedef: diyo ki: «— Ese gbi Bir