al — Mausikimiz : Gemal Reşid Rey si çok sahada olduğu gibi, mu- sikide de memleketimiz, dikkat nazik bir manzara arze- : Şarklı iken garplı olmıya .. <Şarklı> ve «Garplı» ta-. birleri bizce tek sesli ve müteaddit sesli musikiyi ifade eder. Filhakika, Şark dediğimiz âlem -muazzam bir kütle- el'an kendini tek sesli musikiyle tatmin" etmekte... Gar ise, on asırdan beri, (polifonik) mu- sikinin şaheserlerini vermiş bulunu- yor, Memleketimiz, takriben yirmi beş sene evvel, gözlerini - kulakla- rını demek daha doğru olur - Garp musikisine doğru çevirdi. Yanlış anlaşılmasın; ondan evvel Garp musikisi bize tamamen yabancı mıy- dı? Hayır! Bir asırdan beri Garbın nağmeleri - (polifonik) terkibleriyle birlikte -memleketimizin başlıca ilim ve sanat merkezlerini dolaşmakta ve alâka uyandırmaktaydı. Fakat buraya kadar getirilen musiki, bil- itibarla, tesiri pek sathi, pek hafif olmuştu. Halbuki, yirmi beş seneden beri, Garbın nefis eserleri; (konser- vatuvar) larımız, orkestra ve koro- larımız, (solist) lerimiz, hariçten ge- len (virtüoz) lar, radyo ve gramo- fon plâkları sayesinde, ölmeyen ses- lerini bize dinletebiliyor, ruhları- larını musikiye vakfetmek cüretini gösteriyor; musikişinaslara «çalgıcı» sıfatını vermiş olanları kat'iyyen cerhederek, memlekete sedalar sa- natkârı yetiştirmek şerefini kazan- dırıyor, (Kompozitör) ler beliriyor. Yoğurdukları musiki bütün medeni memleketlerin çoktan kabul etmiş oldukları bedii kaidelere sadık kal- makla beraber, Garbın henüz bil. mediği bir takım yenilikler gösteri- yor. Şimdiden hududlarımızı aşıp Garba sesini akiyetle du- yurmuş olan bu musikiye, Garplılar «Türk Musikisi» ünvanını vermiş- lerdir, İlerde, memleketimizde, bu musikinin muhatabı olabilecek din- leyiciler çoğaldığı zaman, elbette o, yabancılara kendini öz malımız olarak kabul ettirip sevdirecek ; <İşte ecnebilere iftiharla üni bile ceğimiz Türk musikisi!» dedirtecek- tir. ai halde, .bir kelimeyle, son çeyrek asır zarfında memleke- timizin musiki sahasında atmiş ol- duğu siamp başka sahalardaki tam akam rağmen garip bir te- celli sırrı belinde, hayrete şayandır. Hatırladığımıza göre, yirmi beş yıl önceki manzara oldukça hazindi. Musiki namına hiç denecek kadar azlık... Orkestraya benzemeğe çalı- şan ahenksiz bir grup.. Kim bilir aralarında nice istidadlı gençler var- dı ki, musiki hayatının yokluğun- dan dolayı mahvolup gittiler, Baş- larında, en basit iki (akor) un bir- birine bağlanması keyfiyetinden bihaber bir zat... Çaldıkları (reper- tuar) tarif edilemez! Ya eserlerin icrasıl,. (Mozart)ın (varyasyon) lu (La majör) piyano (Sonat) ının (Fi- nal) i, «Alla turca» ünvanlı (Rondo) nun gâzino orkestraları için tertib edilmiş bir şeklini bu orkestradan dinledigimizi A ile (Konservatuar) ının ilk şekli olan (Darülelhan) müessesesi ne garip bir musiki yuvasıydıl. Bir odasında, defiyle, esatiri bir şahıs, bir (bacc- hanale)i tertip ve idare eden (5i- löne)i hatırlatan bir zat, incesazın başında «icrayıahenk> ederken, di- ger odasında piyano - o zaman «pi- yana» denirdi - ustası bir ecnebi, henüz (gam) ları çalmaktan âciz ta- lebesine (Liszt) in ikinci (Rapsotli) sinin kolaylaştırılmış şeklini öğret- meğe uğraşırdı, Altın gözlüklü, çar- şaflı, elli yaşını çoktan geçmiş ta- lebe hanımlar genç nazariyat mual- liminin yanına sokularak: «Evlâdım (Armoni) midir, nedir, şunu bana gösteriversenel» derlerdi. Konserle- rin programları yarı (alaturka) yarı (alafranga) olup, üç, dört saat devam ederdi. Dinleyiciler de aca- Güzel Sanatlar sahifesi... Bir hafta (Musiki) , bir hafta (Resim) , Bir hafta (Mimari), bir hafta ee Bazen (Sinama) ve (Folklor)... Muhsin Ertuğ- rul, Ekrem Reşid Rey, Prof. Sedad Hakkı Eldem, Bedri Rahmi, Cemal Tollu ve... Kekik. eli ibi... Konsere gitmek bahanesiyle süslenen ve konser esnasında elbise ve kürkleri üzerine nazarları celbet- mek maksadiyle yüksek sesle konu- şan hanımlar; salonun sıcak hava- Gazetelerdeki musiki neşriyatıysa gülünçl!.. Hatır- ladığımıza göre, bir konserden son- ra, felsefeyle musikiyi karıştıran bir muharrir; «Cemal Reşid ”(Schopen- haur) ın (Ballade) ını muvaffakiyet- le çaldı» cümlesini yazmıştı. Bütün bu hercümerc arasında bir de «ala- turkacı - alafrangacı» kavgasi vardı. Garp musikisini gürültüden ibaret sayıp, onu inkâr eden yobaz ruhlu zavallılar... Eski Türk musikisini ler... Velhasıl, öyle bir kargaşalık ki, tarifi imkânsız... Fakat, hayreti- mizi mucib olan noktaşu: O za- manki okumuş muhitlerin başında ince, dünyayı görmüş ve ânlamış, zarif ve asil ruhlu şahıslar vardı ki, - musikinin her. hususta kıymet ve ehemmiyetini idrâke muktedir gö- rünüyorlardı. Aralarında, ayrıca, musikiyle iştigal edenler de vardı. Bugünkü İstanbul (Konservatuvar) ının kuruluşunu onlara medyunuz. Bu hürmete şayan zatlar o zamanki musiki cereyanlarına neden istika- met vermediler? Neden seslerini yükseltip cehaletle mücadele etme- diler? İşte anlıyamadığımız noktal,. Şimdi olgunluk çağına erişmiş bir kaç <eski genç», yirmi beş sene- lik maziye baktıkları zaman, gurur duymakdan kendilerini alamıyorlar; ve tekevvün davamızın, belki her sahada olduğu gibi musiki sahasın- da da sırlarını muhafaza eden tek nesil olarak, bugün en küçüğü 35, en büyüğü 45 yaşındaki nesli, ken- di nesillerini görüyorlar. Bu nesi! ise, ne gerisinde, ne de Kr gerçek değer göremeyen z Bir taraftan Ankarada GEL musiki ve oda musikisi konserleri, opera temsilleri devam ededutur-: ken, bir taraftan İstanbulda resmi “bir Şehir Orkestrası ve Korosunun kuruluşu, yukarda mevzuubahis üç, » dört gencin, yirmi beş yıllık anu- dâne çalışmalarının bir semeresidir id'iası, kanaatimizce, yersiz değil- ir. Bu nesil hakikatini ortaya koy- dulktan sonra, musikimizin canlı da- valarına girsbileceğiz. : 123