ŞARLO Nakleden : Neslihan KISAKÜREK Şarlo, yahut (Çarli Çeplin)... Boyacı çıra- ğindan filozofa, (Eskimo) dan Avusturalya- lıya kadar bütün dünyanın tanıdığı çehre... Yirminci asrın en ileri mütefekkiri (Bergson), “Gülmek,, isimli eserinin ikinci tabına, Şar- loya ait bir fasıl ilâve etmişti. Onu, devri- addeden birçok selâhiyetli kalem vardır. Şarlo, beyaz perdeye aksettirdiği muazzam lisan dışında, en az konuşmuş, enaz fikir sarfetmiş, kendisini ve sanatını en az izah etmiş bir şahsiyettir. Şarloya ait nakillerin çoğu uydurmadir. O, hemen hiçbir gazete ve gazeteciye kendisi hakkında hen ı hiçbir şey söylememiş, söylenmiş gösterilenleri de tekzibe değer bulmamıştır. Şarlonun kendisi hakkın- da yazdığı ve memleketimizde! kimsenin bil- mediği tek yazı, 1928 yılında Amerikada çı- kan ve onun sanata başlanşıcını gösteren, kısa bir makale kadrosundaki hatıralarıdır. Büyük sanatkârın bütün ruhunu ve sanat sırrını çerçevelemiş olduğuna inandığımız bu yazının en canlı kısımlarını ayniyle taktim ediyoruz : Beyaz perdeye aksettirdiğim komik- lik anlayışının esrarlı hiçbir tarafı yoktur. Ben sadece insan seciyesinin bir takım hurda ve basit hakikatlarını görmeğe ve onları unsur diye kullan- mıya çalıştım. Bana sorarsanız, her sahada, her muvaffakiyetin temeli, insan seciyesini tanımıya bağlıdır. Mesleğimin en verimli hususiyetini, Londrada (Fred Karno) isimli pando- mima kumpanyasında gördüklerim ve öğrendiklerim teşkil eder. Bu adam, bir eşine asla rastlanamıyan İngiliz pandomimasının, güldürücü ve ağlatıcı binbir edası içinde, bana muhteşem ve esrarlı bir ölçünün sahibi göründü. Bisikletlilerin yakaladığı bisiklet hır- sızları, her hamlesi boşa giden bilar- docular, yolunuşaşıran sarhoşlar, ken- di yumruğuyla yere düşen (boksör)- ler, göğsüne hava doldurup her defa sırasını kaçıran şarkıcılar, bütün tec- rübeleri fiyasko veren hokkabazlar... İngiliz komedyasının işte bu mahşeri panayırı içinde, insan seciyesinin ina- nılmaz ahengi ve müthiş terkibiyle adeta büyülendim. En hayran oldu- gum sahneyi bizzat annem yaşatıyor- du. Annem, hususi hayatında, eşini ömrümce görmediğim bir mukallitti. Londranın fakir bir semtinde otur- duğumuz sıralarda, henüz ben 7-8 yaş- larında bir piçkurusu iken, annemin pencereye geçip saatlerce, sokağın kı- yameti içinde gördüklerini, elleri, göz- leri ve çehresinin hatlariyle ifade etti- ğini ve bu hadise karşısında kendim- den geçercesine büyülenip kaldığı- mı hatırlarım. Öyle sanıyorum ki, fi- kirlerimi ve heyecanlarımı el hareket- leri ve çehre hatlariyle ifade sana- tından, insan seciyesini tetkik zevkine kadar, oluşumun ilk fışkırışını anne- me borçluyum. Beyaz perdeye ihtikalim tamamen tesadüfi oldu. Bazı fikirlerimi dinle- yen (Keyston) kumpanyası, bana, ru- humu beyaz perdeye aksettirmek üze- re imkân gösterdi. 1911 de sinema dünyasiyle hakiki alâkamın başlangıcı olan ilk konturatı imzaladım. Verdi- gimiz ilk eser, (Fred Karno) nün «<Lon- drada bir müzikhol fgecesi» isimli Şarlo bir filiminde (vodvil) iydi. Bana düşen maskaralık rolünde, hiç. durmadan tepinmeğe, ayaklarımı Oynatmıya omecburdum. Böylece gördüm ki, bellibaşlı bir yü- rüyüş bozukluğu içinde, belden aşağı bir ayak hareketindeki garabet, hal- kın gülme hissini gıcıklıyan başlıca âmildir; ve bunda muvaffak oldum. Bu temsilde, sonradan beni nihayete kadar takip eden sahne arkadaşım (Osten) in tavsiyesiyle ayağıma gayet büyük ve yayık salapuryalar giymiş- tim. Bu salapuryalar,: oynak yürüyü- şümü büsbütün ahenkleştirdi. Bir müd- det sonra küçük bir kamış baston, melon bir şapka, kirli bir yaka ve kravat, daracık bir ceket ve şalvar tarzinda bol bir pantalonun (kadro- * sunda kendimi bulmuştum. Dünyada IF 219 hiçbir şey peşin ve kati bir pilâna istinat ettirilemiyeceği gibi, bende, (sentez) ini sonradan yapmağa çalış- tığım tipimi, tesadüflerin delâletiyle ele geçirmiştim. İlk rolümde, sucukla- rım “çaldığım bir kasabın beni Ko- valâması, kaçışıma son derece hususi bir eda vermemi icap ettirmişti. İşte o zamana kadar birçok pandomima tezahüründen aldığım şuuraltı ders, bana, başlangıçta pilânını yapmadı- gım tipi bu vesileyle kendi kendisine buldurdu. İçiyle mahzun, kabuğuyla gülünç, resmi tavır ve edalara hay- ran, dünya nizamı üzerinde hususi fikirler sahibi ve bozuk muvazeneli bir yarı münevver tipi içinde yavaş yavaş kendimi bulmağa başladım. Beni: hayran etmiş bulunan (sirk) ve pandomima oyunlariyle ilk temasım sekiz yaşımda oldu. Bir (sirk) in (Ra- bit) isimli bir palyaçosu vardı. Bu palyaçoya baka baka, derin bir çocuk saffeti içinde, dünyanın en büyük malikiyetini palyaço olmakta bulmuş- tum. (Rabit), sahnede çok tuhaf, fa: kat tâbii hayatta çok ağırdı. Onun bu tezadı, beni büsbütün hayran et- mişti. O zamanlar palyaçoluk sanati tam bir tulüat işiydi. (Rabit) sahne- ye çıkmadan evvel ne yapacağını bilmezdi. Buna rağmen öyle âni bu- luşlarla fışkırdığı olurdu ki, halk gül- mekten kırılırdı. Ve ben onu seyre- derken gülmekle ağlamak arası, tuhaf bir his duyardım. Bir palyaçoyu, sihir- baz, seyis, canbaz, âşık, kıskanç, ra- kip, hırsız, polis, banker, sefil rolle-: rinde görürken, içimi kaplayan ko- medya incizabiyle beraber ne derin bir tracedya duygusuna saplanırdım!.. Bir gün kardeşim (Sid) bana «Bir gün sen amma da tuhaf bir komed- yacı olacaksın; bu kısa boyun ve tıknaz vucudunla tam bir komedyacı olmağa lâyıksınlı dediği zaman hid- detten sarsılmıştım. Zira benim ga- yem, o zamanlar, büyük bir traced- yacı olmaktı. Neticede ne olduğumu siz tahmin edinl., vadi sl ez yağli ği dde daa ği