sene kışerken gelmişti. © bu taşra kasabasın- da sıkılıyordum. Çok şükür ki yakın dostlardan birinin mek- tubu geldi de yüreğim biraz ferahladı. Arkadaş eski bir alacağını tahsil için birkaç gün kalmak üzere kasabaya uğra- bildiriyordu. Ona bir oda tuttum ve gelmesini sabırsızlıkla bekle- meğe koyuldum A r gün işten çıkar çıkmaz otobüslerin durdukları yere koşuyordum. Her gün son yolcunun inişini bekledikten sonra yüzüme gülen bir çehre görmediğime üzülerek, hafta- lardır dinmek bilmiyen yağmur altında düşüne düşüne, kasa- banın “şehir kulübü,, ne gidi- yordum. Nihayet bir akşamüzeri gök- yüzünün en kasvetli bir saa- tinde beklediğim güler yüz göründü. Havanın birdenbire güneşlik olduğunu dostluk ne iyi şeyl İnsana her- şey dosttan gelir. Evet insana her şey dosttan geliyor. Anlatayımda görün: Arkadaşımla kucaklaştıktan sonra kol kola yola düştük. O, evvelce burada bana tabi olmuştu. Her taşra kasabasında oldu- ğu gibi burada da memurların devam ettikleri bir lokanta ile herkese yer verebilen bir çok köfteci vardı. Ben daire arka- daşlarile karşılaşıp taktim me- rasimlerine mecbur olmamak için köftecilerden birine otur- mayı aklıma koymuştum. Dos- tum, bu fikrime iştirak etti ve biraz sonra önümüze çıkan ilk dükkâna girdik. İçerisi henüz tenha idi. Ken- dimize bir köşe seçip oturduk. Köfteci sual sormağa lüzum görmeden çabucak masamızı donatıverdi. Aradan bir kaç dakika geç- meden dükkânın kapısı ardına kadar açıldı ve içeriye salla- narak zayıf, uzun boylu, yaşı belirsiz, ve saçı sakalına karış- mış, perişan kıyafetli biri gir- di. Demindenberi karşımızdaki masada oturan iki (gardöfren) lerine daldılar. Bu iki adamın hayatları tiren gürültüleri ara- sında geçmiyormuş gibi, öyle sessizce konuşmaları vardı ki, bu kabiliyetlerine hayran ol- mamak elden gelmiyordu. Bu- na karşılık yeni müşteri gürül- tücünün biri idi. Daha masaya oturur oturmaz “hey patron göster kendini!,, diye haykır- mağa ve etrafını süzmeğe baş- ladı. Arkadaşım bu adamın KIHUK1H1 Ziya YAMAÇ İyi, savap ama, benim yaptı- ğgım düpedüz hırsızlıktı. Bu haline huylandı ama, pişkin- likten geldi ve sarhoşa arka- sını çevirerek, kasabaya gelişi- nin sebebini anlatmağa başladı. Biz iyice lâfa dalmış, ve et- rafımızı unutmuştuk. Bir aralık sarhoş adamın gitmeğe hazır- lanır gibi ayaklandığını ve cebine davrandığını yan gözle görür gibi oldum. Hakikaten adamın masanın üzerine bir avuç ufak para koyduğunu ve sonra bunlardan birinin yere yuvarlandığını da gördüm. Te- sadüf bu ya, para - bir on ku- ruşluk - ta bizim masanın altı- na kadar gelmiş bulundu. Ar- kadaşım da bunu görmüştü. Hemen bana göz kırptı. Ben de onun bu işaretine dayanamıya- rak ve mektepteki hergelelik- lerimizi ohatırlıyarak, etrafa şöyle bir göz attıktan sonra ayağımı uzattım, paranın Üze- rine bastım. Bu hareketimi kimse görmemişti. Sarhoş ken- di masasının altını aramakla meşguldü. Biraz sonra yanına gelen köfteciye “sat anasını bel, dedi; dedi ama gözlerini bir türlü yerden ayıramıyordu. Ayağım paranın üzerinde çi- vilenmiş, kalmıştı. Dostuma bakarak “ne yapalım?,, demek ister gibi gözlerini araştırdım. O gayet rahat bir halde “boş ver, sarhoş mezesi savaptırl,, diye mırıldandı. hale dayanamadım ve şaşkın- lıktan, gürültü başladım. İşte bu kahkaha üze- rine sarhoş bizim tarafa baktı. Sonra beni uzun uzun süzdük- ten sonra köfteciye yaklaşarak birşeyler fısıldadı. Şimdi iki- side bana bakıyorlar ve gülü- yorlardı. Mahvolmuştum!.. He- rifler meseleyi anlamışlar mıy- dı acaba?.. İşi bozguna verme- mek gerekiyordu. Artık arka- daşımın her sözü gülmeme, çıl- gın kahkahalar atmama sebep oluyordu. Sinirli gülüşlerim, çıkmağa hazırlanan sarhoşun tekrar oturup içmeğe başla- ması üzerine bir kat daha arttı. Herif artık gözünü ben- den ayırmıyor ve durmadan gülümsüyordu. Tahammülüm tükenmişti. Buradan çıkma- lıydım. Hemen cebime davran- dım. Köfteci hazırlandığımızı sını ödedim ğımın altındaki parayı dikkatle geriye doğru sürdüm. Artık » tehlikeyi azçok atlatmış sayı- lırdım. Kapıya doğru yürürken şöyle yüksek bir sesle “cüm- leten eyvallah!,, dedim. Köf. teci yerlere kadar eğilerek bi. zi uğurlarken, sarhoşun “güle üle beyim, yine görüşürüz!,, dediğini işittim ve ürperdim. Ona sadece £€C€leri köfteci- 2) v4 1x4 de rastlamakla kalmıyordum. ğle (© paydoslarında (park) kahvesinde otururken hemen hergün yanıma yaklaşır ve gülümsiyerek beni selâmladık- tan sonra uzaklarda bir masa- ya otururdu. Ona her gelişin- de kahve ısmarlardım. On ku- z 6 " u » » a 3 2. 6 w e “ a © va © 2 5 E adamla alâkadar oluşuma hay- ret ediyorlardı. Onlardan, kim olduğuna dair malâmat topla- mağa cesaret edemiyordum. Fakat sözlerinden, bir tabelâ ressamı olduğunu, temiz iş yapıp iyi kazandığı halde sar- hoşluğu yüzünden sefil bir hayat yaşadığını öğrenmiştim. Sonbahara doğru çoktanberi beklediğim nakil haberim gel- sarhoş tabe Kırgın bir sesle ağa sun beyim, fakat bizi unutmak doğru mu ?,, dedi. Hemen eline birkaç para tutuşturmak için para çantamı çıkardım. Sarhoş meseleyi anlamıştı. Acı acı gülümsedi : “Rica ederim, dilenmeğe gel: dim sanmayinız!,, dedi ve ku- lağıma eğilerek “ne olur hatı- rım için bir kere gülün !,, diye yalvardı. Şaşırmış ve sinirlen- miştim : — Ne demek istiyorsun, an- lıyamadım! — Lütfen bir kahkaha atın, lâtfen!.. Bu adam deli miyidi? Doğru- su ya, bu hali gülünçtü, Ken- tutamıyarak gülmeğe öptü, Deli olacağım !.. — Ne oluyoruz yahu? — Kızma beyim, kızmal.. Yaslı bir ağabeyin kalbini kır- mak istemiyorsan, rica ederim, gül!.. Gülüşünü se- viyorum, çünkü iki sene evvel ölen kardeşimi hatırlatıyor. O da sizin gibi efendi idi. Mek- tebini bitirmeğe bir senesi kalmışken kara topraklara ka- rıştı. Haydi, şimdi uğurlar olsun, araba kalkıyor !.. Otobüse atladım; atlarken bir kahkaha daha atmaktan kendimi alamadım. Sarsıldık. Tekerlekler döndü. Anlamıyan nazarlarla beni süzen insanlar içinden dışarıya baktım : rhoş, şapkasını gr ağlıyarak gülüyordu.