1 Eylül... Karım, «ekmeğini taştan çıkarırsın!» dedi. İşte, kafa dengi kadın diye buna der- ler. İlk fırsatta, tası tarağı toplayıp, taşradan büyük şehre gitmenin çaresine bakacağım. 10 Eylül... Aman Allahım; şu son günlerde neler çektik! Ti- renler o kadar kalabalık ki... İç seyahat için yapılan bü- tün propagandaların yapa- madığını, mantar pabuçlar mükemmelen becerdi. Bir çift mantar için, üç gün üç gece yolculuğu göze alacak kadar karısını seven adam- lar var... 13 Eylül... Gönlüme göre bir iş buldum. Hem de uğursuz sayılan bir günde... Üç gün- dür oteldeydik. Bu gün bir akrabamız, evinin bir oda- sını bize veriyor. Mesele kalmadı demektir. 15 Eylül... Artık ekmek işini hallet- menin zamanı geldi. Akra- baların, ev sıkıntısında yap- tıkları iyilik yetmiyormuş gibi, bir de ekmeklerini bö- lüşmek reva mı? 16 Eylül... Bu gün semtin nahiye merkezine gittim. Karakola gitmemi söylediler. Orada işimzçabuk bitti. Tekrar na- hiyeye uğradım. Bir derke- narla Semt Ocağına gön- derdiler. Bütün benzerleri gibi, mahallenin en köhnefve acaip binası... Bir merdiven, boş bir sofa ve kapalı bir kapı; tekrar bir merdiven ve ayni manzara... Nihayet üçüncü bir merdiven, yarı karanlık bir sofa ve aralık bir kapı... Perdeler indiril- miş olduğundan, etrafı lâyi- kile göremiyorum. Fakat herhalde aradığım burada olacak ki, bir horultu işiti- orum. Orta yerde beyaz örtülü uzun bir masa... Ho- ruldayan adam bunun üze- rine abanmış gibi bir vazi- yette... Hademe olmalı... Hafifçe dokunuyorum. A- dam irkiliyor. Az kaldı san- dalya ile birlikte arka üstü düşecekti. Meğer abandığı- nı zannettiğim adam, ma- saya ayaklarını koymuş... Mamafi ayakkabılarını çı- karmış... Ayaklarıda pek fazla kokmuyor herhalde... Nezleyim ben... Mahmurluğa mahsus nezaketle ne iste- diğimi soruyor, sonra ara- lık kapıya doğru: — Dayıl diye sesleniyor. İçeriden gözlüklü bir adam çıktı. Beni görünce kaşla- rını çattı. Herhalde memur olacak... Derdimi anlatıyorum. Ba- na bir bakkal tarif ediyor ve ona başvurmamı bildi- riyor. Teşekkür edip çıkar- ken bir kere dönüp memuru gözden geçiriyorum. Hade- meye nazaran daha genç olduğu besbelli... Şu halde «dayılık» nerede? Herhalde samimiyetten ileri gelse ge- rek... Fakat bundan bana ne? Ben kendi işime bak- sam yal Tam sokağa çıktığım za- man, aklım başıma geliyor. Benim işimi görecek bir memurun, bir bakkalı sağlık vermesi de ne demek? İş bakkala kalsaydı, ben çok- tan ekmek bulurdum ama, işte zayıf damarım burada: Kanuna saygı... Fakat her halde Semt Ocağının bir memuru beni yolsuzluğa sevkedecek değil ya... Bakkalı buldum ve onun ir nevi nirengi noktası olduğunu farkederek, bana bir hanımın evini tarif et- mesini alâka ile dinledim. Evi buldum. Bir hizmetçi kız çıktı ve beni uzun uzun söy- lettikten” sonra hanımın ev- 364 ça de olmadığını, ertesi gün gelmemi bildirdi. 19 Eylül... ”. Hanımı, evinde ancak bu gün yakalayabildim. Bana başka bir ev tarif etti. O- rada bir bey varmış, bizim mahalle ona aitmiş. Bu evide buldum. Bir bayan çıktı. Bey evde yok- muş, kendisi onun hanımı imiş... 20 Eylül... Beyi sabah karanlığında, evinin önünde beklemeye başladım. Evden çıkarken önüne geçip halimi arzettim. Bize karışan o da değilmiş... Başka bir beyin evine git- mem lâzımmış... Kendisine teşekkür ettim ve memleke- timizde hâlâ ne kadar çok hanımla bey yaşadığını dü- şünerek yürüdüm... 23 Eylül... İmdat! Şu İstanbuldaki sokak maskaralığı da ne? Öyle de biribirine sarmaş dolaş şeyler ki... Çıldıra- cağım... 25 Eylül... Bu gün karımı doktora götürdüm. Üzüm, incir, ay- va yemekten ağzı yara ol- du. Meyva (kür)ü derlerdi de imrenirdim. Ekmek olmayın- ca dünya' kalmıyor... 26 Eylül... Sonuncu beyin ismini bir kahve önünden geçerken işittim, hemen alâkadar ol- dum. Bayram sabahı bir camide bulacağımı söyledi- ler. Şu halde hemen hemen bir (randevu) almış vaziyet- teyim. İki üç gün daha kuru meyva ve leblebi (kür) ü yapıveririz. 29 Eylül... Karım, ekmeğimi taştan çıkaracağımı söylemişti... Ben bir (karne) bile çıkara- madım. Arasıra akrabalar yardım etmeseydi (vitamin) den ölebilirdik.“Yarın bay- ram namazında şu beyi yakalarsam eve şeker yerine ekmek götüreceğim. Hoş geldin mübarek bayram; ve hoş bulduk büyük şehir!.. 1