Diye çıktı. Akşama hazır- < olsa gerekti. Bitişik a geçti. İştiham falan almamıştı. Tepsiye tuhaf r bulantı ile bakıyordum. şide yere çivilenmiş gibi, mıldanmadan oturuyordu. aş ını eğmiyor, sade, dal- j , gözlerle pencereden , loşlaşan havaya ba- rdu. Birdenbire gayet #rak bir sesle: : İstanbuldan yeni mi iz ç sordu. Ürkek halile erecek cevap bulama- u kitaplar sizin mi Evet! Bana okumağa verir- iz ya. Ben orta mektebi : bitirdim. Bunları oku- n elbet. .— Pekâlâ. Veririm. Sen ırada mısın ki?.. “ — Buradayım ya.. Anam- | bi işik odada yatarız biz. O zaman bu kıza tekrar ktım. Annesinin tam bir oyası idi. Siyah gür kaş- 1, yine simsiyah, pırıl pırıl , insana âdeta teca- ez hale getiriyordu. ünceye daldığımı gö- , daha serbestleşerek : cevap verdim. Kız denbire (kalktı, kapıyı dı. Sonra hemen, otur- duğum portatif karyolamın yanına gelerek ayaklarımın dibine oturdu. Yüzünün vah- şi ifadesine acaip bir halâ- vet gelmişti. Şaşırdığımın farkında olarak ve gittik- çe artan bir hassasiyet hamlesile boşalıverdi. Öy- le şeyler söylüyordu ki rüya gördüğümü veya İs- tanbulda, bin türlü manevi tazyikın altında sürüklendiği buhranı anlatan karışık ruh- lu kadınlardan birini dinle- diğimi sanıyordum : — Biliyorum ; yarın gide- ceksiniz hemen. Ne olur, git- meyin | Bana İstanbulu an- latırsınız. Küçükken nasılsa bir kere yolumuz düşmüş. Orasını çok seviyorum, şim- di o toprak beni çekiyor. Siz bu odayı tutarken or- taya çıkmadım. Kaçmıya- sınız diye. Bilirim, dediko- dudan ürker, gidersiniz. Herkes benden kaçıyor. Burada kimseye değer ver- mediğim halde herkes çe- kiniyor lakırdıdan. Niçin? Ben insan değil miyim ? Bunu kimse anlamak iste- miyor. Ne anam, ne kimse... Ama siz, bu kadar kitabı- nız var ; ne dediğimi bilir- siniz. Böyle birdenbire size olmiyacak lakırdılar söyle- yişime şaşıyorsunuz değil- mi? Ne yapayım, artık burama geldi... Yalnız ye- mek, I ahır, yalnız koca lâfı dinlemekten bık- tım... Sayıklar gibi söylüyordu. Gözlerinde pırıl pırıl beli- ren damlaları elinin tersile sildi, sonra etli dudakların- da maddeleşen bir tebes- sümle, sesi âdeta bir yal- varış halinde titredi: — Gitmiyeceksiniz, gil mi? Sonra tükenmiş gibi sus- tu. Şaşkın şaşkın iki yanına bakındı. > Ben niye uğradığımı şa- şırmış, adam akıllı sersem- lemiştim. Yalnız gayri ihti- yari elimi Reşidenin sırtın- da dolaştırıyordum. İlk defa gördüğü bir yabancıya, bir Anadolu çocuğunun. bir- denbire bir mahremiyet ham- lesile açılmasını bir türlü aklım almıyordu. Onlar ki de- NETE daima bütün zorlamalara, ruhlarının bekâretini kapalı tutmuşlardır. — Gitmiyeceğim |! Dedim, elimi aldı. Ateş gibi, yumuşak yüzüne gö- türdü. Kendimi Reşat Nu- rinin bir romanını yaşıyor sandım. Ertesi gün kimseye gö- rünmeden çıkmak için er- kenden kalktığım zaman Reşideye rastladım, kapıyı açmağa koşmuştu. Benden evvel kalkmış, güzelce yı- kanmış, taranmış, güzel ve diri vücudünün bütün ger- ginliğile karşımda duruyor- du. Başımla selâmladım ve hemen sokağa fırladım. Ayak seslerimi e bile bile uzaklaştım Ogün bana ev bulup bulmadığımı soran alâka- darlara: — Buldum, Pazar soka- ğında 13. Dedilii! gülerek başlarını salladılar. Birisi : — Nasıl, diye sordu, İs- tanbul delisini de gördün- mü?. — Kimi kimi?. u İstanbul de- lisi kızıl Anlaşılan sana da- ha açılmamış olacak. İstan- bullu bir şoför kızcağızı berbat etmiş. İşde cebir olduğu için o zamandanberi çocukta hafif bir delilik kalmış. Her gördüğüne İs. tanbuldan bahSöder, Ne ise, sana da sıra gelecektir nasıl olsa.. Rasime kadının evi fena değildir. Herhalde memnun kalırsın... O akşam-eve döndüğüm zaman, kati surette, verdi- gim paraya bakmadan otele çıkmak niyetinde idim. Fa- kat Rasime kadın elinde lâmba ile, gece, odama ge- lerek oReşideyi dayısının çiftliğine yolladığını söyledi. Lâftan çekinmişler. Ben de: — İyi etmişsiniz!. Diye ondan yana çıktım. Kadın bu lâfı bekliyormuş gibi hasıra çöktü. — Ben bitişikte yatıyo- rum, birşey ihtıza ederse duvarı “vurursunuz, duya- rım. Dedi. Tıpkı kızı gibi otu- ruyordu. Tıpkı onun gibi pencereden karanlıklara ba- kıyordu. Daha olgun, daha güzel, daha hayvandı. Genç ve arzu doluydu. Odamdan çıkmıyordu. Vahşi gözleri vardı. Kızını sadece dedi- kodu korkusile mi uzaklaş- tırmıştı ? Öyle ise ne diye gitmiyordu ?.. Odası benim kine bitişik. Orada yalnız yatacak. Ona bakarken bo- ğazıma birşey tıkandı. Bütün düşündüklerimi an- lıyormuş gibi, gitmek için kalktı. Fakat ne kalkış; be- yaz dişlerini göstererek güldü. Ne gülüş; korkunç! Halâ yüzüme bakmıyordu. Karanlıkları. çağırır gibi, büyüler gibi ağır bir hare- keti vardı. Kalçaları tuhaf bir şekilde dimdik birkaç ei attı. Kapıdan çıkar- — Dışarılık yerlerde yal- nızık zor şeydir beyim, zorl. Dedi. Niçin bunu söyle- di ? Arkasından gittim. Odasına girerken durdu, gözlerinde ayni dişi hayvan parıltısı ile, fakat çok sakin, beşeri, biraz da fettan bir yumuşaklıkla : — Evimize hoş geldiniz |. Dedi. Bu gülünç misafir- perverlik sabrımı tüketti. Onu içeri doğru ittim. Mu- kavemet ediyor, girmek istemiyor, çünkü bu suretle beni daha çok hırslandıra- cağını biliyordu. Ertesi gün derhal otele taşındım. İstanbuldan yeni gelmiş bir yolcu ile birkaç arkadaş yemekte ayni masa etrafında toplanmıştık. Ya- bancı son havadisleri anla- tıyordu. — Burada çok kalacak- mısınız ? Diye sordular. — Evet, dedi, bir pansi- yon filan bulabilsem, iyi ola ç O zaman biri: — Böyle bir yer var ga- liba... Dedi. Sonra bana döndü: — Değil mi? oNeresiydi o senin çıktığın yer? Gözlerimde (o Reşidenin hasret dolu hayâli, başımı kaldıramadan cevap ver- im: — Pazar sokağı, 13... Zahir GÜVEMLİ