Felsefe (Terimleri) Hatemi Semih SARP Başka bir fırsatla, bundan yirmi , yıl önce çıkan bir mecmuanın ilk sa- yısında, arkadaşımız Servet Berkin'in ilk kalem tecrübesinin «felsefe. ıstılah- ları» adlı bir yazı olduğunu söyle- miştim. Buna şimdi burada yaptığım işaret beyhude bir tekrar değildir. Aksine olarak, bu, fikir bağlılığı ve Ülkü birliği denilen manevi namusun bize yüklettiği bir borçdur da... Bunu tanımak, duygu ve düşünce beraber- liğile bizimle yürümüş arkadaşımızın hatırasını belirtmek; bir taraftan da, meydana gelişleri ancak maşeri bir emeğin mahsulü olabilen fikir oluşla- rının tarihini bilmek için lâzımdır. Bu gün üzerinde durduğumuz bu (terim) meselesi, demek oluyor ki, ken- dimizi tanıdığımız veya tanıdığımızı sandığımız günlerin tarihi kadar, bi- ze, bizim neslimize tanıdık çıkıyor. Böyle bir meselemiz vardı; ve, var olmakta devam etmiştir; işte bu gün de, bize hâlâ, var olduğunu du- yurmaktadır. Bu uzun veya kısa tarih içinde, bizim meselemiz, kendi şeklindeki bü- tün öteki meseleler gibi, bi. takım tekâmül safhaları geçirdi. Bu işe ait bugünkü durumumuzun, bir kat daha sezilmesi için, hiç olmazsa, onun ya- kın tarihindeki havasını belirtmek lâ- zımdır. Bir duvarcı ustasının elindeki ma- la ve bir heykeltraşın mermer kitle- lerini yontmak için kullandığı kalem kadar, bizede iş görmek için, bir dil, bir felsefe dili lâzımdı. İşimize başlarken bize gösterilen veya devredilen felsefe dili, hele sof- ta ağzının artığından başka bir şey olmamıştır. Bu dil, bu ıstılahlar, veya bu (terim) ler, tamamiyle ham sof- ta malı olmakla kalmıyor; “bizi derin bir kifayetsizlik içinde de kıvrandırı- yordu. Felsefe dilimizin, dil inkilâbına takaddüm eden yıllardaki durumu, iki esaslı renk gösterir. Birincisi, tahammül edilmiyen bir Osmanlılık gayreti... Ö- teki de, bu işlerin bütün dünya geli- şimi karşısında, büyük bir yetersizlik içinde olması... Şu işaretleri de yap- mak lâzımdır: Ham softa artığı tesirler, bu di- le o kadar sinmişdi ki, annemizin gü- zel dilinde pek yerli yerinde olan «dikkat» kelimesini bırakırlar da, o güzel kelimenin yerine, akla ve haya- le gelmeyen bir kelime icad ederler- di. Meselâ «tahdik» gibi... İşte bu renk, böyle bir renkdi. Bu- rada işin hususi tafsilâtile uğraşmak niyetinde olmadığımız için, yalnız, bi- ze devredilmiş o mahud dili belirten sıfatları meydana koymak istedik. «Tahdik» lâfındaki garipliğin, softalı- gın, güzellik yoksulluğunun benzer- leri, o dilde, saymak ve göstermekle bitecek gibi değildir. O dildeki yetersizliğe gelince; Bu, birincisinden daha baskındı. Çünkü, bu dille uğraşanlar, uğraştıkları işin dünya gelişimini gözetlemek kaygu- sundan uzak kalmışlardı. İşte felsefe dilimizi gözden ge- çirmek için yapılan bütün çalışmalar, şimdiye kadar, bu iki müşkülle kar- şılaşmıştır. Böyle olduğu içindir ki, son günlerimizde bu yolda alınan ted- birlere, şu fikir hakim olmalıydı: Güzel türkçede karşılığı olanları, bunlardan almak; olmıyanları da, gü- zellik ve şive bakımından en uygun bir şekilde meydana getirmek..." Bu ve bunlar gibi esaslı kaygu- lara bağlı olarak meydana gelmesi gereken bugünkü (terim) lerimiz, aca- ba, bir defa daha, gözden geçiril- veya geçer akça olduğunu anlayabilmek için, onun değiş tokuş vasıtası olması, ani piyasaya çıkması lâzımsa, bu yeni (terim) lerimizin de, güzel türk dilinde kendilerine ayrılmış olan yeri tam manasiyle almaları için, yayılma- ları ve tutmaları lâzımdır. Halbuki, bu yeni dilin. piyasası, bugün o ka- dar geniş değildir. Hatta belli öğre- tim derecelerinin ancak bir kısmı içinde onlara rast gelmekteyiz. Bu başlangıç devresindeki azya- yılma ve tutma hali, hiç bir tefsire yer veremez. Ruhumuz bunları dışa- rıya:.doğru itiyor! Halbuki bilği di- linin bütünlüğü bize kendini mutlaka kabul ettirmeliydi. x> —y (deyimi) ile (matematik) dil- den başlayıp canlıların, cansızların yıldızlara ve güneşlere ait (olay) lar (alanı) nın (çeşit) li (oran) larını yep- yeni bir lehce içinde öğrenen nesil- lere, acaba nasıl bir felsefe dili bi- rakacağız ? Yeni felsefe (terim) leri, : dilde türkcü olanların yıllardanberi öz- ledikleri bir gecikmeydi... Fakat bu ge- cikmeye karşılık, gelen şey, türk dilin- deki milliyetçi ülkümüze ne dereceye kadar cevap vermiş oldu? Buna ait en doğru hükmü zamana bırakalım! Zira, yalnız kendi yasalarına bağlı olarak akan hayatın merhametsiz im- tihanları karşısında bazı hadiseler, bir- birine zıt istikametlerde de softalık- lar bulunduğunu; ve ham softanın dilindeki kılçıkla, Çağataycanın hırıl- tıları arasında fark olmadığını isbata memurdur. Nefs muhasebesi münasebetile Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Necip Fazıl Kısaküreğe mektup Aziz şair; Koyu (sceptigue) bir adamım.Suallerinizden neye inanıp inanmadığımı kestirebilirsiniz, (Nicszsehe) ölmemek için öldür, doy, yaşa, diyor. Zaten beşeriyet bu nasihatı almadan önce işini böyle görüyordu; görü- yor ve görecektir. Kuvvetten başka hak, nizam kanun tanımıyorum. (Communisme), (fascime) falan, filan, hep bu palavralar, hiç bir zaman- da, beklenilen ebedi tahakkuklarına tabiaten imkân oımıyan göz boyayıcı vaadlerle avare kafalıları peşlerine takmak için döndürülen dolaplardır. üyük kuvvetler odaima küçükleri hazmederek kendi bünyelerine katarlar. Tabiatın bu çok vahşi, zalim huyunu beşerin herdem müte- beddil sun'i kanunları, (moral) ları değiştiremezler. İnsan daima insan - kalacaktır. Bilmem ki sizin gibi kafasının emniyet supapını arasıra havaya fırlatan taşkın bir zekâya bu (banal) sözlerin lüzumu var mıdır? fikrinde iseniz, fala bakmadan aldandığınızı söyleyebilirim. İhtisar hak- kındaki ihtarınıza muğayeretimden dolayı af diler, hürmetlerimi sunarım. Hüseyin Rahmi GÜRPINAR Sb