_.74._ Yazan: Aleluandr Düma ' Mm. Bonasyö bir dolap açarak kocasının yarım saat evel hırsla okşadıgı keseyi çıkardı — Binlerce şey; evvelâ, be- reket versin ki kocanız sersem ve ahmaktır. Sonra, sz çok müşkül bir vaziyette bulunuyor- sunuz ki, bu vaziyetinizin bana size bizmet etmek ve Allah hakkı için sizin namınıza ken- dimi ateşe atmağa hazır bulun: duğumu ispat eylemek - fırsatını verdiği için çok memnunum. Nihayet kraliçeye Londraya gön- dermek üzere cesur, zeki ve sa- dık bir adam lâzımdır. Ben isş- tenilen bu hassalardan ikisini olsun haizim... İşte ben hazırım. Madam Bonasyö hiç cevap vermedi. Fakat kalbi sevinçle atıyor ve gözlerinden gizli bir ümit parıldıyordu: — Bu işte sizi mahrem tuta. Hilmek için bana ne teminat ,göslerebilirsiniz? — Size olan aşkımı. Söyle- yiniz! Emrediniz! Me yapmalıyım?, — Allahım! Allahım! — Ben böyle bir sırrı nasıl verebilirim? Siz daha çocuksunuz! — Anlaşılan hakkımda şahit olacak bir adam istiyorsunuz? — Evet bunu itiraf ederim. — Atosu tanıyor musunuz? — Hayır. — Portosu? — Hayır, e Aı..mldıyıı" :ı efendiler kim- dir?. — Kral silâhşorlarından üç * kişi. M. dö Trevili biliyor mu- sunuz? 4 — vur ever, —onu <anirimı: Şahsen değil amma kraliçenin ondan cesur ve namuslu bir adam olmak üzere bahsettiğini çok kereler işitmişliğim var. kardinal hesabına size ihanet etmesinden korkar mısınız? — Hayır; şüphesiz hayır. — O halde sırrınızı ona açı- nız ve sırrınız ne kadar mühim, ne kadar kıymetli ve me kadar tehlikeli olursa olsun bana tevdi etmek tehlikesiz olup olmadı. ğgım kendisinden sorunuz. — Fakat bu gır bana ait ol madığı için onu bu gekilde ifşa edemem.. Tefrika No, 73 Prens Sabaheddinin ademi merkeziyeti İslâm anasırın bu hareketlerini bayağı teşvik edi- yordu. En nihayet Sababeddin ile görüşüldü ve bir az da anla- şıldi. Prens Selâniğe ve Manas- tıra gtti. Teşebbüsü gahsi we ademi merkeziyet — hakkında konferanslar werdi. Fakat hiç kimse çkıp ta birer kulüb açar hım demedi. Yukarda da arzettiğimiz g bi sürgün suretile olsun, kaçak sur retle olsun memieketine dön- miyen artık kalmamıştı. Bun- larn içinde edebsizliklerinden dolayı sürülmüş olanlar da vardı. Bunlar da kendilerine bir külâh kapmak çarelerini arıyorlardı. Mevlanzade Rilat adında 00- trikacı bir sürgün Serbesti is- minde çıkardığı bir gazete ile ne heyezanlar kosmuyordu. Ba- Dııtınyın dırgın bir tavırla sordu; — Bunu M. Bonasyöye nasıl tevdi edecektiniz? — Bir mektubu ağaç kovu: ğuna, güvercin kanadına ve kö- pek tasmasına ipanır gibi. — Bana gelince... Pek açık söylüyorum ki, sizi seviyorum... — Söylüyorsunuz. — Ben namuslu bir adamım, — Buna inapırım. — Cesurum. — Ohli ona da eminim. —O halde beni tecrübe edin'z. Madam Bonasyö delikanlıya baktı. Son bir. tereddütle bir dakika kendini tuttu. Fakat de- likanlının gözleri o derece pa- tıldıyor, sesi o derece kanaat veriyordu ki, ister istemez ona itimada mecbur olmuştı .. Bundan başka, vaziyet iktı- zası olarak her şeyi kurtarabik mek için her şeyin tehlikeye konması lâzımdı. Kraliçe, çok itimat yüzünden tehlikeye düşebileceği gibi, çok basiret yüzünden de ayni şeye duçar - olabilirdi... Ve.... Mec- buri olarak kabul etmeliyiz ki, genç hamisine karşı hissettiği temayül onu söylemeğe icbar etmişti. Dedi ki: — Dinle, taahhütlerini kabul ediyorum. Teminatlarınız. da kabul ediyorum. Fakat bizi işi- ten Allaha kasem ederim ki, KSN kendimi oldürür ve katitim ola- vak sizi müttehem gösteririm!.. — Ben de Allaha karşı ye- min ederim ki, bana vereceği. niz emirleri ifa ederken yaâkala- nacak olursam başkasını — tehli- keye sokacak bir şey söyleme- den kendimi öldürürüm.. Genç kadın delikanlıya, bir kısmına tesadüf eseri olarak agâh olduğu dehşetli sırrı an- lattı, Bu onların karşilikli — aşk- larıyın ilâmı demekti... Dartanyan gurür ve - iftiharla yaldızlanmıştı. Bu sır kendisine sevdiği bu kadın tırıi.ndın tes- lim ediliyordu! İtimat ile aşk lerle kurduğu (Fedekâranı m İlet) cemiyeti ile ne herzeler savur. mıyordu. İki gönde bir Yıld mçurduğu adamlarla alabildiği bahşişterle ne sarhoşluklar et- miyorlardı. Fedakâranı millet ne demekti. Ne işe yarardı. Bu cemiyet içtimat inkılâbımızdaki boşluklardan hang'sini kapıyacaktı Sultan Hım 't zamanındı uzun zamanlar Dahiliye Nazırlığı et- miş br. Memdyh paşa vardı. Bunun Vahdet adında terb ye- sızlikte, edepsizlikte eşi ve na- ziri bulunmiyan bir de ağası (hizmetçisi) wardı. Bundan Mem- dub paşa bikmiş, Yildiz bikmiş, ve en nihayet Van taraflarına teb'id etmekle güç halle yake- larını kurtarmışlardı. Bittabi ge- denler arasında bu Vahdet de vardı. Fakat bu geliş menfadan dönmüş bir Vahdet Efendi ge- dlişi değildi. O menli olduğu şına topladığı bir kakum — ipsiz- İyerde tarikate intisap etmiş sacı kendisini bir dev haline koy- muştu,. — Gideceğim, hemen gide- ceğim, dedi. — Nasıl! gideceksiniz hal ya taburunuz, kumandanınız? — Hayatım hakkı için, sev- gili Konstans. Siz bana her şeyi unutturdunuz! evet, hakkınız var, izin almaklığım lâzım. — İşte bir mani daha.. Dartanyan bir az nüşündük- ten sonra haykırdı: — No olursa olsun, emin olunuz, buna da çare bulaca- gım, — Nasıl? * Hemen bu akşam M. dö Trevde gidip kayınbiraderi M. dö Essarttan izin almasını rica edöceğim. — Fakat, bir şey daha var. — Ne gibi? — Belki pi z yoktur. — Belki sözü bile fazla, di- ye Dartanyan güldü. Madam Bonasyö bir dolap açarak kocasının yarım — saat evel hırsla okşamış olduğu ke- seyi alıp cevap verdi: — O halde bunu alınız. Bunun üzerine bozuk döşeme sayesinde kumaşçı ile kar sı ara- sında geçen muhavereyi — tama- mile dinlemiş olan Dartanyan bir kahkaba salıvererek bağırdı: — Kardinalin parası! — Kardinalin, görüyorsunuz ya, epeyce bir şey görünüyor. *Hey Allahım! — kardinalir parası ile kraliçeyi kurtarmak çok hoşa gider bir şeyl dedi. — Siz sevimli bir delikanlı» sınız! emin olunuz ki, bu kra: liçenin de hoşuna gitmiyecek değildir. - Dartanyan sevinçle bağırdı: — Abi benim için bundan daha büyük bir mükâfat ola. maz.. Sizi seviyorum. Bunu söy- lemek için bana izin veriniz. Bu benim için umduğumun çok fev- kinde bir bahtiyarlıktır. Madam Bonasyö irkilmiş bir halde sözü kesti: — Susunuz! — Ner varl — Socakta biri konuşuyor. sakallı bir derviş Vahdet ol muştu. İtthat ve Terakki kapısında ökmek - bulamıyacağını anlıyan derviş Vahdet derhal bir gemi- yet teşkil elmişti. Bunun teşkil elt ği cemiyet, çok geçmeden 31 Mart façiasını doğuran (Ce miyeti Muhammedi) idi. İstanbul bir mahşeri cidal halini almıştı. Milliyet esası üzerine kurulan Çeşit çeşit cemiyotler yet şmiyor- muş gibi serseriler karargâhı gibi bir şey olan (Fedakâranı millet cemiyeti) ve bunun arkar sından da dini biy takyidat içinde (Cemiyeti Muhammedi) bunlar ne demekti?. Hükümet olsun, cemiyet ol sun şaşırmışlardı. Hüsnü niyet kâfi gelmiyordu. İş becermek dâzundı. Bismillâh derken bu gibi cem yetlere ne lüzum var- dı. Ya hele o gazeteler eline'ka: lemi alan bir gazete çıkarıyordu. Sahita * | ai — Standardizasyon Memleketimiz — mahsullerinin kıymetlendirilmesi yolunda İkti: sad Vekâletince standardizasyon çalışmalarına devam edilmek- tedir. Vekâlet, üzüm, fındık ve pa- lamuttan sonra diğer belli başlı ihraç maddelerimizi de stan- dardize edecektir. Önceden tatbiki müşkül gibi görünen Üüzüm standardizasyo- nunda bu gün muvaflak olun- duğu anlaşılmıştır. Bu itibarla, diğer mahsullerimizin de — stan- dardizesinde -palamutta olduğu gibi bazı müşküller çıksa dahi- muvaffak olunacağında şüphe yoktur. İhraç mahsullerimizin standar- dizesi bir zaruretti. Nitekim Ve- kâlet bu zarurete el atmadan Ön- ce alâkadar daireler ihraç müh- süllerimizin murakabe ve konr- trolu için nizamnamelerinden aldıkları — salâhiyetle, umumi mukarrerat ittihaz etmiş ve bu suretle ihraç emtiamızın hariç piyasalarda kıymetlendirilmesine | şmışlardı. “İ:ııı: Ticaret odası, bu hu susta aldığı kararlarda muvaffak olmuştur. Odanın, pamuk mah: sulâmüzün dış pazarlarda sürü- münü artırmak ve kıymetlendir- mek için ittihaz ettiği ve tama- men” muvaffak olduğu umumi mukarrerat misal olarak zikre- dilebilir. İktısat Vekâleti — memleket mahsullerimizin — kıymetlendiril- mesi yolunda tetkiklerini yapar ken, bu hususta Odaların aldığı kararları göz önünde bulundu- rursa, muvaffakıyetin o nisbette kolay ve seri olıa*ııdı ıııphı ranın — kayboluşuna ne — cevap verebilirim?... -— Hılıkııı: var; ikimiz de -Soıluıııbuı korkutuyor! — Sonu var — Inkılâb hatıralarından Ittihad ve Terakki k apısında ekmek bu'amıyacağını anlıyan Derviş Vahdeti derhal bir cemiyet teşkil etmişti İstanbulda bir kaç ay içinde 160 sistem gazete çıkmıştı. Hü- kümet bunların hepsine de mü- saade ediyordu. Maamafih hükümetten de har yır kalmamıştı. Bulgar - prensli- ginin Bulgarlar çarn — unvanile krallık ilânı, Avusturya Maca- ristanın Bosna-Herseği — ilhakı gibi hâdişat hükümeti de olduk- ça hırpalamıştı. Böyle olmakla beraber dahili işlerde kiyaset gösterilememişti. Kısa bir tec- rübeye göre şumarıklık çok fazla idi. Milliyet prensiplerine daya- nan cemiyetler bu memleketi yıkmyağa kâfi idi. Her milletten bir kaç şahsın hırs ve keyli için ne omilletler ve ne de koca bir vatan alet olamazdı. Bunun için zamanlar her türlü — ihtiyacı kavrıyacak tek cebhe, tek fırka en güzel bir işti. — Sonn var — f NASREDDI'N HOCADAN ahi iret — ektupiarı. Yazan: xî:urı Ahiret Küıtür;uîımda iki maşu- ka bularak gezınmege başladık Kemal Kâmil- , — le birlikte pos- tahaneden dö- | nerken Araftaki Kültürparka uğ- radık. Malüm a; xç Arafta oturanlar hep aklievvel Fi mahlükattır. Ma- $ amafıh aklıevvel ı *ex deyip te geçme- P di meli,.. Doktor L Behçet Uz he nüz sağken bur radaki Kültür- parkı — görerek ondan sonra dünyaya avdetle İzmire belediye reisi seçilseydi, vaktile orada yaptırdığı Kültürparkın manza- rası büsbütün müdhiş olurdu. Efendim; her şeyin mütekâ- mili başka oluyor. Meselâ İz. mirdeki Kü'türparkta yüzme ha- vuzu yapılıyor diye kıyamet ko- Püyor; güya deniz kenarında hayuz yapmak günahmış gibi.. Halbuki Araftaki Kültürparkta, denizin içinde olmaşına rağmen, dört tane yüzme havuzu var. Evet; hem Kültürpark - denizin ortasında, hem de yüzme ha- vuzu dört aded... Masal içinde masal, aşk içinde aşk, zevk içinde zevk olur da neden su içinde su olamaz? Ve madem ki bu iş Arafta olmuştur, İzmirde haydi, haydi olabilirdi. Nitekim bir vakitler, mevcud koşkoca Halkevi binasını unu- tub yüz bin dira sarfile İzmirde & %İ* Kemal Kümilin - Âhiretleki müâşukası yeniden bir Halkevi binası yap- tırmak hevesi bile uyanmıştı. Dünya âlemi imkândır; olmaz | olmaz... Evet; âhiret Kültürparkında dolaşırken Kemal Kâmil an- Sızın: — Allah.. Diye bir nâra atmaz m?. — 'Ne oldun hacı birader, bir tarafın mı incindi? Dedim; elile gizlice beni dür- terek karşıya işaret etti. Ne göreyim? Uzun uzadıya tarife hacet yok; resmini koyduğum Çinli suratlı, çingene kılıklı, — başı sargılı karıya bakınız; Kemal Kâmil'n işaret ettiği mablük işte bu guülyabani biçimli karı idi. — Ne var, ne olmuş? Dedim. — Daha ne olacak birader, dedi, hüriye bittim. — Hangi büriye ulan? İşte ona.. — Hay Allah kahretsin o hürüyi; ayol sen Ticaret Odası kâtibi umumisi Bay Mehmed Aliyi de geçtin, otelci Bav Şeyh Kı!ılermlıı Alıinffekı ına'ul Basriyi de.. Yoksa ccza iktan mide mütehassıslığına m: — nak- lettin? Ruhuna Germencik na> hiye müdürü Bay Kevminin ruhu veya tabiatına Salihlide tüccar- dan Bay Mehmed Ermatın ta- biatı kariştı desem, burası âhi- ret olduğu için, karışıklığa im- kân yok. Ulan; bu mendeburun neresi hüri, Bay Kemal Kâmil kızdı: — Sen ne aylarsın enayi, gdedi, nur topu gibi kız işte.. Fena halde canım - sikildi. Hiddetimden şöyle bir soldan geri edeyim dedim; ne göre: yim. Meded Allah, meded AF lah, meded Allah.. Hemen Ke- mal Kâmili dürttüm: — Şuraya bak Kemal, şuraya. Kemal Kâmil lâkaydane dön- dü, baktı. Omuzlarını silktikten sonra o meşhur kahkahasını sa- hverdi: — Bu mu, azizim, bu mu?. — Evet..; — Hay mideceğini eşşekler tepeydi.. — Hay dilin kurusaydı da söyliyemez olaydın. Beğeneme- din mi ylan?. — Ayol bu kokmuş — mutfak kaçkının neresini beğeneyim? Hayır.. Bana da şüphe gel meğe başladı. Güzelliğin şekli mi değişmişti, yoksa ben mi güzellik mefhumunun manasını ters anlıyordum. Olur a; ben sağken ara, sıra İzmir müzesine gider, Salâheddin Kantar deni- len kantarın topunu kaçırmış dostumu görürdüm. Şalâheddin Kantar da upkı Kemal Kâmil gibi ters görüşlü bir şeydi. Yıre tık, pırtık kilim parçalarını, kıs rık su ibriklerini, kafası kapmuş beygir heykellerini eline alır, bana hitaben: — Nefasete bak; azizim, san: | ata bak, bedüyata bak, inceliğe bak. Diye bir alay hezeyan ederdi. Bunların adı “Âsârıatika, imiş, anlamıyanlarda bedil zevk yok- muş. Galiba Kemal Kâmilin maşukası da o âsâmatikadan bir nesne olacak... Her ne ise.. İki aşna, bir fiş- madan sonra maşukalarımızı kol larımız atakarak âhiret kültürpar- kında gezmeğe “başladık. Be- nimki öyle cana yakın, öyle gıtıpıtı bir şeydi ki çıldıracakt m. Sanki çıldırsam ne — olurdu? Dünyada bu kadar yil akıllı yaşadım da aklın bana ne fay- dası dakundüu. Deniz kenarın- | daki kültürparkta bir havuz mu yaptırabildim, elli.beş yaşındaki dut ağaçlarına beş defa yermi dquı.mım tek kapılı köy ara- balarını * asri otobüstür , diye İzmir halkına hediye mi elt m; — Sonu 8 inci sahij.de —