16 Aralık 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

16 Aralık 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Dört kadın salonun kuytu bir köşesinde oturmuşlardı. Tatlı tatl konuşuyorlardı. Hepsi sırı, ile birbirlerine nasıl evlendikle- Mini anlatıyorlardı. Handan hikâyesini en sona saklamıştı. Bu otuz beş, otur altı yaş- larında görünen çok güzel, fskat biraz Tag- İaca boyalı bir kadındı. Şıktı Dar ve kısa etekli eibisesinin içinde vücudünün Yevka- lde güzelliği derhal göze çarpıyordu. Han- dan bir sigara yaktıktan sonra gülerek 3ö- 2e başladı: — On altı sene oldu. Çok sevdiğim bir srkadaşım vardı: Leylâ.. Bir akşem üstü &nun birdenbire hastalandığını haber al- dım, Merak ettim, Hemen Leylânın evine koştum. Arkadaşımın hastalığı hatif bir soğukalgınlığı idi. Merak edilecek hiç bir- şey yoktu. Leylâlar beni geç vakte kadar bırakmadılar, Hatlâ gece orada kalmam için çok israr ettiler Fakat ben: — Dünyada olmaz annem merâktan çıl- dırır. Şimdiye kadar dönmediğime bile kim bilir ne kadar merak etmiştir. Hakikaten © zamana kadar vaktin nasl geçtiğini bir türlü anlamamıştık. Bir de sas- te baktım. Gecenin yarımı... Eyvahlar olsun © vakitten sonra tek başime nas) eve dö- mecektim?.. Vakıâ Leylâlarin oturduğu semtder biraz İleride köşe başında otomobil ler duruyordu. Bunlardan birine atlar evi- me gidebilirdim. Lâkin bu küşe başına ka- dur beni kim götürecekti? Masmafih kor- Kak bir kız da değildim. Hattâ pek cesur sayılabilirdim. Leylâların evinde beni oto” mobillerin durduğu yere kadar götürecek bir erkek yoktu. Fakat o zamanlar kendi- sine «Hamdiye Basim; denilen erkek gibi bir kadın vardı. Ben hazırlandım. Hamdiyeyet — Haydi, dedim, beni köşe başına, oto- mobillerin durduğu yere kadar götür 80- kağa onunin beraber çıktık. Gece son det recede karanlıktı. Göz gözü görmüyordu. Elektriklerin bir kısmı da vakit geçtiği Iç söndürülmüştü. Hamdiye beni köşe başına kadar getirdi. Tü ileride bir tek otomobil rdu, Hamdiyeye: tok sen eve dön.. İşte otomobli vöz adım ileride... Ben biner giderim, fazla yo- rumu... dedim, eder, ayrıldım, Otomobilin yanına tüpisıi aştım. İçeri girdim. Şoför başın: arkaya dayamış, uyuyordu. Ona sc5- kendim — Şoför. Şoför. Lâkin hayatımda uykusu bu derece ağır bir insan görmemiştim. Sesleniyor, sesleni- ” yor, fakat bir türlü bizim şoförü uyandıra- miyordum. Nihayet onu dürimeğe mecbur oldum. Sıçrayarak uyandı Otomobilin içi karanlık olduğu için herhalde beni görmü- yordu. Ona sert sert; Beni Maçkaya götüreceksiniz.. de- - Peki efendim .. diye cevap verdi. Oto- mobili Hemen hareket ettirdi. Lâkin tam bu esnsda korkudan az daha bağıracaktım. Çünkü otomobilin içinde parmaklarım İn- sa eli gibi bir şeye değmişti, Bütün dik- katimle yanıma baktım. Otomobilin bir kö- enn bir karaltı vardı Dehşet içinde $o- vari e dedim, otomobilde biri var Şoför de derin bir hayrete düştü Hemen otomobilin İçindeki elekiriği yaktı. O za- man ben de şoför de son derece şaşırdık. Zira bir köşede genç bir adam, saçları da- Bılmış, kıravatı bir kenarda, muşul maaşı uy'u- yordu. Kendisinden oldukça kuvvetli bir alkol kokusu geliyordu. golör: — Bu adam sarhoş dedi, sik sık benim arabaya bu vakitler biner. Otomobile gir- miş, bana seslenmiş olacak... Lâkin uykum gok ağırdır. Duymamışım.. O da beni uyan- Girincaya kadar sızmış olacak. Sonra da e o girmişsiniz. Şimdi ne yapa- Hakikaten ben geç kaldım telâşile otamo- bile girer girmez etrafıma dikkat etmemiş- tim. Yalnız şoförü uyandırmağa gayret et- miştim. Bu esnada da tabi! otomobildeki m0 EM zman — Şunu uyandıralım dâ ne yapacaksa yapmın!... dedi, Otomobili durdurklu, Dikkat etim, bu es- mer uzun boylu, sevimli bir gençti. Nihayet gözlerini açtı, Şoförü karşısında görlince Kelimeleri geveliyerek; — Geldik mi? Bre... Geldik... mi?... Şatör: — Ne evi yahu?.. diyordu, eve filân gel- medik... Haydi ötemobilden in de başının — Ne münaasbet?... diyordu... otamobil- den... Niçin.. İnecekmişim? Beni eve gö- tür. diye. bindim. çek. Taksime. Bu aralık sarhoşun gözleri bana ilişmiş- ti, bir nezaket göstermek istedi: — AH£, edersiniz. efendim. ben. ben. #i- ir rahatsir., etmek İstemem. lâkin. ne ya- payım? Böyle söylüyerek tekrar kafasını bir köşe- ye dayadı. Yeniden sızdı. Ben — Eyvahlar olsun... dedim. Şoför: Artık dünyada uyanmaz... Onu gayet İyi tanırım... Evini de biliyorum. Ne yapa- ım şimdi? Bunu bu balde sokağa atama- yiz ki, — Evet... Hakkınız var. Düşündüm, ben otomobilden insem, ol- maz... Belki başka otomobil bulamam... Son- ra nihayet ben de Maçkaya gidiyordum. Onun evi yolumuzun üşerinde idi. Şoföre: — Peki... dedim, madem Xi söz onun evini biliyorsunuz... Bart bu zatı oraya bırakalım... Şoför tekrar otomobili hareket ettirdi. Yolda genç adam birşeyler munidanıyor, sayıklıyordu. Sarhoştan fena halde kork- tuğum halde onun haline gülmekten ken- dimi alamıyordum. ia güzel bir binanın önünde durduk. — İşte, dedi, burası... Her zaman onu bu- raya getiririm... Lâkin pek aksi bir kapıcısı vardır. Kapıyı çalıp gunu uyandıralım!.. Şoför otomobilden indi. Kapıyı uzun usun çaldı. Nihayet gözlerini uğuştura uğuştura pek aksi suratlı bir adam kapıyı açtı. Deli- karıyı görür görmez tekrar İçeri girdi, Genç adamı İçeri soktuk, Lâkin yukarı çıkıp dal- resine girecek, yatağına yatacak hali yok- tu, Daha şimdiden merdivenlere çömelmiş ti. Aksi kapıcı dünyada onu yukarıya çıkar. mazda. ğoför: — Bir iyilik yaptık bari tam olsun... Şu- hu yukarı kadar çıkaralım, dedi, Ben de adamın haline acımıştım. Bir ko- luna şoför girdi. Bir koluna dâ ben. Onu zorla yukarıya çıkardık. Dairesinin anah- tarını kendisinden İstedik. Onu bulmak için belki on beş dakika çalıştı, Nihayet bulup bize verdi. Kendisini içeriye soktuk, Âdeta bize emrediyordu: - Ayakkaplarımı çıkarmız. Şoför söylene söylene iskarpinlerini çı- kardı. Onu yalardı. Dışarı çıktık. Şoför derd yanıyordu: bir iki gece hep ben böyle ge- tirir, onu yatağına yatırırım. Çattık yahu... O gece eve gelince hep bu tuhaf hetırayı düşünüyor, kendi kendime gülümsüyordum. Ertesi sabah dehşet içinde gece göğsümde- ki pırlanta iğnemin yerinde olmadığın farkettim. Halbuki genç adanı dairesine çıkardığımız zaman o göğsümde idi, Demek orada düşürmüştüm. Ne yapacaktım? Birisini gönderip onu aldıramazdım. Bekâr bir adamın apartıma- nında benim pırlanta İğncım ne srardı? Kendim gidip almaktan başka çare yoktu. Heytcanlar İçinde evinin kapısını çaldım. Gecenin tesiri ie hasta olacaktı. Bana ka- pıyı süzgün bir yüzle açtı. Yüzüme hayret- le bakıyordu. Beni tanımadığı belli idi, — Şey... dedim, gece burodu pırlanta iğ- nem düştü de... Hayretle: — Evet... dedi. onu ben de gördüm ve hayret ettim. Buraya nasıl düşmüş?... Ona geceki macerayı Kısaca anlattim. Utandı: — 'Teşekkiir ederim... dedi, bana karşı bü- yük bir insaniyet köstermişsiniz... — Sizi kaldırım üzerinde bırakamazdık. ya... dedim. İşte onunla bu suretle tanıştık ve ev- dJendik. Çok mesuduz. Artık içmiyor da... Hikmet Feridun Es futbolunun kuvveti Galatasaray, Fenerbahçe Yugoslavlara karşı ne netice alabilir Ankaradaki galebelerinden sonra şehri- mizde teknik oynamakla iştihar eden Bey» oğlusporr rahat bir oyunu Müteakip 4-0 ga- Mb gelen Yugoslav futbolcuları bugün Ga- latasray ile Taksim stadında saat 1430 da karşılaşıyorlar, gz lavlar için, şimdiye kadar kargılaş- tığı rakiplerinin kuvvetini nazarı itibare alarak ilk ciddi maç olarak telâkki ettiği- miz Galatasaray ve Fener müsabakaların diğerleri gibi kolaylıkla kazanılamıyacağı- ni tahmin etmekteyiz. Merkezi Avrupa klüpleri ile yaptığı sk temaslar neticesi futbolün bütün incelikle- rini kavramış olan Yugoslav sporcularının Balkan şampiyonasına işilrak etmemek için (Biz Balkan takımları ile karşılaşmakta teknik bir falde göremiyoruz. Daha fazla merkesi Avrupa temaslarına o ehemmiyet vereceğiz.) diye ileri gördükleri mütalâalara Belgrad ikincisi Yugoslavya takımının oyu- nunu gördükten sonra hak vermemek ka- bil değildir. Onlarm falkiyeti, nazarlarını Balkan bu- dudlarından hariç merketi Avrupaya doğ- ru çevirdikleri tarihten yani üç sene evvel Balkan şampiyonusina iştirakten çekindik- leri müddetten itibaren başlar. Eğer ayni düşünceyi o zaman biz de tatbik edebilmek imkânını bulsaydık herhalde bugün Yugas- lavların oyunu karşısında hayranlık hisset- miyecek ve her sahada olduğu gibi futbol- da da gençlerimizin insiyaki kabiliyetleri Yüzündn onlara tefevvuk edecektir. Fakat bugün İçin manlesef bu mümkün olmadı. Bından merkezi Avrupanın futbol stili, kapmış olan Yugoslavların. bizden olduğunu kabul etmek meeburiyetindeyiz. Amerikaya uzun bir türneye çıkan ve Yu- göslar milli #akım oyuncularının ekserisi Kadrosunda bulunan Belgrad şampiyonu Beogradaki ve Zagrep şampiyonu Grad- yanski takımlarından Kuvvel itibarile 28- yar olduğu muhakkak olan Yugoslavya ta- kımının hayranlıkla takip ettiğimiz oyu- Dundan sonrs Yugoslavyada futbolün eski senelere nazaran dev sdımlarile ilerlediğini tereddüdsüz olarak söyliyebiliriz. Bugün Ga- latusaray karşısında dördüncü maçlarını yapacak olan Yugoslavların yukarda ileri sürdüğümüz sebepler dolayısile bizimkilere muhakkak galip geleceğini iddin etmek 15- tediğimiz mânasına varılmamalıdır. Yugoslavların teknik bakımından bizden yüksek olduğunu kabul ederken hiç bir za- mar yenilmiyecek bir takım olduğu zehabi- na düşmemek lâzımdır. Zor oyunu bozar fehvasınca Galatasarayın kendine mahsus enerjisile bütün bu tahminleri alt üst et- mesi kabildir. bazen bir Avrupa takımını kıskandıracak mükemmeliyette ayunlarından birisini tut- turarak rakibini yenmesi mümkündür. Fa- Kat bu hiç bir zaman Yugoslarlara tefavru- kumuzu isbat etmez, Futbol bizde kalite iti. barile düşmüştür. Buna rağmen Yugoslav- yada terakki etmiştir. Belgrad şampiyonu Beogradski, Zagrep şampiyonu Gradyanski gibi Yugoslav futbolünü temsil salâhiyetini #stünde taşıyan ekiplerden sonra gelen Yu- goslavya klübünün oyunundan edindiğimiz kanaat budur. Sazl Tezcan Belgrad muhteliti şehrimizde maç yapacak İki maç yapmak üzere yılbaşında Anka- raya dave: edilen Belgrad muhtelitinin An- karadan avdette şehrimiz muhtelit takımi- İe bir maç yapması tekarrür etmiştir. Bu karşılaşma 4 kânunusani perjembe günü olacaktır. Tetrika: No. 1 İSLAM TARİHİNDE Türk kahramanları Yazan: İskender Fahreddin Saltanat zevki, yeni halifenin ahlâkını çarçabuk değiştirmişti. BAŞLANGIÇ Halifelerin en talihlisi kimdi? Mekke valisi Teni Zübeyr'in Haccac tara- hındanı kalinden sonra, Mekke ve Medine- ni ehemmiyeti kalmamıştı. Eme- vi hükümetinin bütün kuvvet ve siyaseti Şame intikal etmişti. Zaten halife Abdül- melik bin Mervanın vefatından (88 hleri) beri Arabistan vazifesini nüfuzunu tesis ettikten sonra, İslâm Ale- minde büyük bir şöhret temin etmisti. Haccacın böyle en Adi bir göçebe taba- kasından en yüksek bir mevkie geçmesi talihinden ziyade kendi zekâsının O wTalihini yenen adam. diye anılırdı. Bundan sonra hilâfeti sf Emevilere has- retiirerek hükümeti rakipsiz bulundurma- ğa muvaffak olması, Haccacın Rmeviye ha- medanına yaptığı hizmetlerin en büyüğü sayılabilirdi. Hicaz havslisi o tarihlerde Harcacın ida- resile sükünete erdikten sonra, halife, dal- ma yanındaştutmak istediği değerli vezirini, İrak, Horasan ve Türkistan gibi dalma ka- rışık ve asayişsiz bir halde bulunan wilâ- yetlere göndermeğe mecbur olmuştu. Abdülmelik bin Mervanın ölümile yerine geçen oğlu Velid bin Mervan da babasının tavsiyesile Haccacı iş başından uzaklaştır- mamıgtı. Velit, halifelerin en talihlisi sayıh- v * Halife Abdülmelik zamanında, Haccac, şark sınırlarındaki ri bastır. mak ve yeni Ülkeler zaptetmekie meşgul- ken, Abdülmelik gözünü garbe çevirmiş bu- Munuyordu. Bu sırada Afrikadaki Bizanslılarla Ber- beriler istiklillerini ilân etmişlerdi. Abdül- melik © taraflarda da hâkimiyetini tesis için, değerli kumandanlarından Hasan bin Numanı büyük bir kuvvetle Afrikaya gön- dermişti. Hasan Numan Afrikada bityük fütuhat yaptı, zengin hâzineler elde etti, Fakat, bulunuyordu. Addülüziz, Hasan Numanın Şama götürdüğü ganalmden bir kısmı zorla gasbetmiş, bu yüzden Hasan Numan- la arası açılmıştı. Hasan Numanm A'ri- kadaki hizmetine mükâfat olarak -Şama avdetinden sonra- kendisine halife tara- fından Mısır valiliği teklif edilmişse de, Hasan Numan bunu kabul etinemişti, Ha- san Numan, Abdülâzize muğberdi. Bu iğbi- rarını halifeye de izhar etmemişti. Numan- Ja halife arasında çıkan ihtilâf, Afrika liliğine (Musa bin Nasir)in tayinini icap ettirmişti. Bu tayin, büyük fütuhat devri- nin başlangıcı sayılabilirdi. * Afrikaya geçmeden ve İspanya fatihi Zi- yad oğlu Tarıkın zsferlerinden bahsetmeden Abdülmelik hükümdar olmadan islâmi- yetin vazettiği bütün kanunlara ve itlkada- ta hürmet ve rlayeti ile tanınmış dindar bir adamdı. Hükümdar olduktan sonra, salta- nat zevki, ahlâkını çok çabuk değiştirmişti. Hilâfet mevkline geçmeden çok mütedeyyin ve şeriat ahkâmına son derece bağlı görü- nen Abdülmelik, hükümdar olur olmaz İlk hürmetsizliği Kuranıkerime karşı göstermiş- ti. Kendisi bir akşam Kuran okuyordu. — Halife oldun. tebrik ederiz! Diyenlere teşekkür ettikten sonra, Kura- nın sahifelerini şiddetle kapayarak: «Bu, seninle son münasebelimdir!» demişti, O gün, Kurana hürmetsirlikle başlıyan halife Abdülmelikin icraatı da Hacca kadar şid- detliydi. O süratle icraata geçmiş, bütün hükümet datrelerinde İslâm memurları kul- lanmağa başlamış ve arapçayı memleketin resmi lisanı haline koymuştu. Arapların bu #uretle himaye edilişi onun dini mübalât- sızlıklarını çabuk örtmüş ve unutturmuştu. Abdülmelik bazı Arap müverrihlerinin işa- ret ettikleri gibi hiç de sakin, uysal bir hü- kümdar değildi. Yeni ülkeler feth ve isti- lâya başlıyan kumandanlarına büyük ve geniş salâhiyetler verir ve onların istedik. leri gibi asip kesmelerin: göz yumardı. Abdülmelik bütün o muvaffakıyetlerini Haccaca in. O ssyede nüfuz ve hü- küniyetini bir yandan Afrikaya, diğer yan- dan Türkistan, Horasan ve Basra Körfezine kadar yayımıştı. Abdülmelike: — Haccac çök zalimdir. Neden ona Karşi müsamaha az? Diyenlere halife Abdülmelik: — Evet.. O, zalim bir vezirdir. Fakat, si- yaset ve idareli umurda büyük bir iktidar ve Uyakat sahibidir. Sizlerden hanginiz onun Bösterdiği muvaffakıyelin yüzde birini da» O güne kadar Mısırda hükümet dajrele- rinde çalışan memurları kıptılar; Irakta Acem diline aşina olanlar; Şamda rumca bilen yerli hiristiyanlar teşkil ederdi. Abdülmelik bunların hepsinin vazifeleri» De çok kim zamanda nihayet vermiş, yer- lerine İslim memurlar tayin etmek suretile İslâm âleminm perestişini Abdülmelik, Emeviye hükümetinin ikinci bânisi idi, Islahatçı bir hükümdardı. Mal- yetini himaye ettiği kadar, teeziyesi icsp &denleri de cesâlandırmakta gecikmezdi Abdülmelik, hükümeti esnasında ilk defa kendi yama para çıkarmıştı. Bu sirada Bizansta ikinci Jilstinyanos imparator bi» lunuyordu. Abdülmelikir “bu suretle kendi namına (meskükât) bastırıp dağıtması, Bizans hü» kümetile aralarının açılmasına #ebep Ol- Muştu. Bizanslılar, Araplara verdikleri vilâyetle- re mukabili senevi alâcâkları parayı bu mos- kükât ile kabul etmek istemiyorlardı. Hat- tâ bu para yüzünden imparator Jüstinyanos tarafından halifeye harp bile Zün edilmiş- ti. O esnada Kilikyaya yerleştirilen İslâvon- larla beraber Jüstinyanos ördusu harekete geçmişti. Abdülmelik de bir ordu toplüyarak, kar- deşi Mehmed bin Mervanın kumandasına vermiş ve İki ordu harbe tutuşmasile Bi- sans ordusu mağlüp olmuştu. Bizzat ordu- sunun başında bulunan imparator Jüslirnya- nos Marmara sahillerine firar ederek Arap- Yarın elinden kurtulmuştu. Bizanslılar © dövüşe (Meskükâi harbi) demiş- du üzri ne Bizansa verilen paradan da kurtulmuş, ve bu vesile ile şarkin ve garpte satvet ve ihtişamı bir kat daha artmıştı Bizanslıların mağtübiyetine İslâvonlar (1) sebep olmuştu. Jüstinyanos: «Günün birinde ben Araplardan intikam almasını bilirim!» diyor, Arapları ancak arkadan vurabilmek için fırsat kolluyordu. (Arkası var) Tuzak içinde Tuzak Tefrika No, 8 Nakleden : (Vâ - Nü) Korsanoğlunu tanıyordu: Kendisi- ne fevkulâde âşıktı; hiddeti son dere- ce korkunçtu; tab'an kıskançtı. Her balde müthiş bir faclanın başlangı- cında bulunuyorlardı, Şimdi bu ira- deli, azimli ve cesaretli adam, iki âşı- gın mukadderatını avuçları içinde tutuyordu. Ne yapacaktı? İki adım daha attı, Bir el hareketile, çeteciyi önünden hiti, Karısile yüz yüze geldi. Kollarını göğsü üzerinde çapraslı- yarak; — Demek büyle?... nız? - diye sordu. Kocasının ateş saçan bakışların. dan gözlerini kaçırmak için, kadın- cağız başını önüne eğdi. Midayetin cevap vermemesi Üzeri- ne, Korsanoğlu; — Bu adam, bu saatte sizinle baş basa ne yapiyordu? - dedi. Beni aldattı. Kadın inledi; — Burhan... Beni mahvetme... Anlatacağım... Hepsini izah edece- ğim — Sise yalan yakışmaz... Hem İza- hata da benim ne ihtiyacım var?... İtiraflarınızı dinlemek istemiyorum... Cereyan eden hâdise, nazarımda, ga- yet basittir... İstanbula gelmiştim... Bütün tehalükümle size doğru koşu- yordum... Hizmetçinin müstehzi bir bakışile kendime geldim... Her şeyi öğrendim... Belki «her şeyis demek- le ifrata varıyorum... Zübeyde, bana yol gösterdi. Uğradığım felâketi tah- min ettim... Şimdi de bütün tabloyu vazıh şekilde görüyorum... Evvelâ size kendi hikâyenizi, sonra da be- nimkini anlatayım... Yanılıp yanık madığımı anlayınız. Olduğu noktada put gibi çeteciye döndü. Nezaketle: — Belki anlatacaklarım uzun #ü- rer... Oturunuz!... - dedi. Celâl, içinde ateşin beyaz küllere büründüğü ocağa dayanıp ayakta durmakta devam etti. Fakat kaptan, bir iskemle gösterip, hayli âmirane; — Oturun efendim, oturun... Ben burada kendi evimdeyim... Buyu- Celâl, fazla ısrar etmedi. Sandal. yesinden küh Burhana, kâh sevgili- sine bakıyordu. duran Korsanoğlü dedi ki: — Hizmetçiden meseleyi öğrendik. ten sonra, soğuk kanlılığımı toplaya- cak, her şeyi muhakeme edecek ka- dar vakit geçti, İstanbula Korsan- kâya arasındaki yol hayli uzun... Bilhassa bu havada! Kasabadan bu- raya kadar hayli müşkülât çektim. Burada bulunacağınız biliyordum. Zira, sırları gizlemek için Kaledeki evimiz muvafık bir noktadır. Zaten saf olan, kimseye fenalık gelmemesini istiyen iki bekçiyi kan. dırdınız mıydı, mesele yok... 'Tam bir inziva... Pakat-işte bu çekik yere de geldim... Karşınızdayım... Gece yarısı, denizden, pencerelerinizdeki ığı görünce, kendi kendime: «Hah, işte!,.. Burada...» diye söy- ni buraya getiren sandalı görürsü- nüz... Zira fazla kalmak niyetinde içini çekti, — Yolda gelirken düşünüyordum: «Nasıl oldu da şerefimi lekeliyecek bir kadınla kolayca evlendim?...> di- ye... Bu macerayı bir türlü an- layamıyordum... Sizi görünce, Celâl bey, mesele, nazarımda aydınlandı, Acı acı güldü: — Bir çocukluk rabıtası! Yüzünde bir ıztırap ifadesi belirdi: — Bidayet beni gönül rızasile ka- bul etmiş değildir. racağı sıralarda tereddütler geçirdi. Esasen kadınlara şekilce. hoş görü- necek fevkalâdeliklerim olmadığını da biliyorum... İtiraf ederim, Celâl bey, sizinle ben mukayese edilirsek tefevvuk edersiniz... Bir kadını baş- tan çıkarmak için yüz ve vücut gü- zelliğine maliksiniz... Hem sonra, gençlik gibi başka bir hasletiniz de var... Vaktile tesis ettiğiniz rabıta, rolünü oynadı... Muhakkak vefa ye- minleriniz vardı... Olan oldu... İstihza ile; — Zamanını da mükemmel seçmiş- siniz... Ben yokken... Kendinizi bir kere göstermeniz, umduğunuz gale- beyi temin etmenize kâfi geldi! — Aldanıyorsunuz, beyefendi. — Ne sahada aldandığımı söylerse- niz memnun olurum, — Siz Türkiyede değilken evinize geldim, hatalıyın... Fakat birlikte büyüdüğümüz Hidayet benf sev- miyordu. Yahut da muhabbeti, sizin tasavvur ettiğiniz manada (değildi. Bense, .niçin saklamalı- çıldırmışca- sına ona âşıktım. Çetecilik vazifesile Biliyorum: Va- nasile beni çileden çıkardı. Doğru konuştuğunu karşısındakine telkin ediyordu. — Bu haberi duyunca ne müthiş tesirler altında kaldığımı tasavvur edemezsiniz... Ben ki, bütün hayati- mın, saadetimin programını Hidayet- le birlikte ömür sürmeğe göre hazır. Gözlerinden bir damla yaş akma- ması için dudaklarını ısırdı, Zaafını göstermek istemiyordu. -—— Burhan beyefendi! Şimdi, bir az sonra ne olacağını bilemiyorum... Her şeye hazirim... Fakat samimi ko- nuştuğumu öğrenmenizi istiyorum... Karınız beni değil, ben karınızı se- viyorum... Gözlerinizde, dizginleri zor zaptedilmiş azgın hayvana ben- yiyen bir kin görüyorum... Fakat buna rağmen işte söylüyorum ki, $i- ze karşı müthiş kıskançlık duydum, Benim hulyalarımı elimden almıştı. nız, kendiniz için hakikat yapmış- tınız. Ve ben, dağlarda, taşlarda, teh- likeler ortasında ıztırap çekiyorum... Burhan, kaşlarını çatlı, e Celâl: Biliyorum... Siz de fedakârlık- lar gösterdiniz... Fakat şahsen mesut tunuz... Nihayet, efendim, bir gün İstanbula Odönmem nasip oldu. (Arkası var) a ye MS ŞA AŞ Gy YA — ls nn ll Ma

Bu sayıdan diğer sayfalar: