10 Kasım 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

10 Kasım 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Havalar iyiden iyiye soğumuştu. Kaç gün- denberi yağan yağmurların bir türlü arkası kesilmiyordu. İhtiyar adam karısına seslen» di: Ayşe. kuzum, mutfakta birkaç tahta parçası yok mu?.. Şu sobayı; tutuşturuve- relim, Ben donuyorum. Bi köşeye büzülmüş olurum, bembeyaz saçları, mavi gözleri yüzünün buruşukl: arasında kaybolmuş bir kadın cevap verdi: — İlâhi efendi... Bizde tahta parçası ka- br mı?.. Hepsini yaktık. Odun aldırdığınız yok ki. Üstelik evde kırıp yukmadığımız tahta eşya kalmadı. Bir eski hamur tahta- m vardı, Biliyorsun ya...Onu bile kırdık, yak- tik... ihtiyar kadının hakkı vardı. Evde lüzum» suz tahta eşya namma birşey kalmamışiı. Soğuk havalarda başlari sıkıştıkça hepsini kırıp kırıp yakmışlardı. Birdenbire ikisinin de aklına ayni şey geldi. Tavan arasındaki kocaman, tahtası bol sedir... İşte kırılıp ya- kılmadan bir bu kalmıştı, Eğer bu seneler- denberi evde duran, kurd yenikleri ile delik deşik olmuş eski zediri satmafa Kkalkışsa- lar oba on kuruş bile veren çıkmazdı, Çün- kü pek köhne bir iL Sonra ihtlyarlar bunu ne satınığa, ne de yakmağa kıyamıyorlardı. Vakıâ birkaç kere onu ayıp yakma Bı akıllarından getirmişlerdi, Lâki i adam karısına her defasında Ayşeciğim bu sediri parçalayıp yakma- ga benim elim varmıyacak... Düşün bir ke- rs... Ben bu sedirin üstünde doğmuşum. Bu sedir benim için en mühim bir hatıradır. ö parçalanıp ya- Doğrusunu is- un da bu sediri par- terseniz ihtiyar ka çalayıp yakmağa gönlü razı olmuyordu. Çünkü bu sedirin kocasi için ne mühim bir batıfa olduğunu biliyordu. Hattâ vaktlie gençliğinde kocazı, hafiyeler tarafından sâ- raya curnal edilerek sürüldüğü zaman za- vallı kadıncağız çok darda kalmıştı. O za- man en sıkışık günlerinde bile bu sediri ne satmak, ne de kınp yakmak uklundun geç- memişti. İşte bugün de bu soğuk havada gere sndir akıllarına gelmişti. Biribirlerinin. yüzlerine mânalı minali buktılar. İkisi de akıllarını gelen geyi söylemeğe o tereddüd ediyorlardı. Nihayet kadın : z Bilmem ki, pak de soğuk Öteki iki elini hirkasınım gi den içeri sokarken: — Soğuk da sö mü?.. di. diye cevap ver» İhtiyar «dam bir müddet pencereden, di- gar! Yağan yağmuru seyrettikten sonra ka- rısına: » Ayşe, dedi, aklıma birşey geldi... Ayse sordu: — Ne? — Şey... Sedir. verirler dersin? Beyaz saçlı kadın dudak büktü: — Bilmem ki. dedi. pek de eskil. — Haydi şunu ikimiz tavan arasından in: direiimi de bir eskici çağırıp gösterelim. İyi amma çok ağırdır. İkimiz indirebi- lir miyiz? — Bir tecrübe edelim. Yukarı çıktılar, Bu, üstündeki kumaşı pıl- hm pallım olmuş bir eski zaman sediri idi İki uçlarından tuttular, Lâkin son derec2 müşkülütla kaldırabiidiler. Bereket versin ki, ikisi de hâlâ güçten kuvvetten kesilme- mişlerdi. Sediri taşhğa indirinceye kadar kanter içinde kalmışlardı. Bundan sonra Acaba #atsak kaç para x nin sesini beklemeğe emer Kulakları kirişte idi. Bazen acaip acalp bağırarak ne sattığı anlaşılmıyan sokak #alicılarının ses lerini seskiler alayım.» gibi işitiyorlardı. Nihayet tâ arka mahallelerden bağıran es- Kicinin çatlak sesi onlara tatlı bir musiki gibi geldi, İhtiyar adam: men onu çağırdılar. Kapıyı açtılar. Sediri gösterdiler. Ihtiyar adam: Tefrika No. 124 SEVİLEN KADIN Atelyeye döndüğü vakit, Seza, onu eşikte merakla bekliyordu. — E, Suzancığım! Memnun mü- sun? - diye sordu, — Ah, bilseniz ne kadar... mesudum. — Şimdi bizden ayrılıyorsun, de- mek? — Ne münasebet? — Öyle sanmıştım. — Bir şeyim değişmiş değildir, Seza hiç bir şey anlıyamadı. Dü- şünmeğe başladı. Maiyetindeki bu kı. za karşı sonsuz bir alâkası vardı. içer- de cereyan eden muhaversden bam. başka bir netice olacağını ummuştu. Genç kızın yüzünde sonsuz bir neşe ifadesi okudu. Bu da, söylediği söz- Jerle tenakuz teşkil ediyordu. Parmağını sallıyarak; — Benden bir şey gizliyorsunuz! « dedi. Genç kız gülümsedi: — Doğru! «dedi. - Siz bana karşı gayet İyi davrandınız, Seza hanım... lâkin bana bir sır tevdi ettiler... Şimdilik bunu faşetmemeğe mecbu. Ne — Eskidir amma hâli kullanılır. Yeni mobilyelerden rahattır... diye dil döküyor- du. Pakat eskisi bu ihtiyar sedire elini bi- Je sürmedi, büyük bir istihfaf ile dudak bükerek: — Para etmez... dei, bunu buradan gö- türmek için bir hammala en aşağı 60-70 kuruş vermek lâzım. Hammala bu kadar para verirsek bunu kaça satarız?.. Rskici böyle söyledikten sonra sordu: — Bunu bırakın satılacak başka şe7 var m9?... İhtiyarlar biribirlerine baktılar. Satılacak ne vardı Xi7.. Eskiçiye: — Yok!.. dediler, Adam çıktı gitti, Şimdi ihtiyar adam hiddet içinde idi: — Hatıra, hatıra, hatıra diye bu eski se- diri senelerdenberi sakladık, durduk. Sanki ne faydasını gördük ki?.. Bak sedire beş para bile vermiyorlar... Bu soğuk havada hiç olmazsa birkaç dakika ısmırız. Getir şu keseri Ayşe!... Beyaz saçlı kadın tereddüd içinde: Yahu, diyordu, para vermedilerse ne yapalım?... O kadar sönitlenme., Üzerinde doğduğun sediri keserle parçalamağa nasıl elin varacak?... Lâkin ihtiyar adam hiddet içinde idi: — Sana keseri getir... diyorum!... diye ba- Bırdı. Ave: — Pelâ peki... Kızma... İşte petiriyorum!.. cevabını verdi, Biraz sonra mutfaktan döndüğü zaman kocasına bir tarafı kırılmış, eski bir keser uzatıyordu. Zaten bu evde herşey eski idi, İhtiysr adam kırık keseri âdeta kaparca- sina karısının elinden aldı. Eski sediri tah- ta tarafı yukarı gelmek üzere ters çevirdi. Keseri havaya kaldırarak bütün kuvvetli sedirin tahtaları üzerine indirdi. Eski tahtalardan biri parçalandı. Lâkin bu esnada ihtiyarlar kendilerini rüya görü- yorlar zannettiler. İkisinin de gözleri koca man kocaman açıldı. Çünkü altındaki tah- talardan biri parçalandıktan sonra sedirin içinden bir sürü saman fırlamıştı, Bu sa- manlann ortasında sıkı sıkı bağlanmış bir çıkın vardı. Ikisi birden çıkının ürerine hücum ettiler. Onun düğümlerini açtıkları saman gözleri kamaştı. Bunun içinde altın vardı. Sarı sarı altınlar!.. Kimbilir kaç yıl önce parasına düşkün bir akraba bunları buraya sokmuştu. İki ihtiyar hayatlarının son günlerinde, ölümün kapısına yaklaş- tıkları zaman altına ve refaha kavuşmuş- lardı. Şimdi beyaz saçlı erkek, eski sedirin bir köşesine yaslanmış ağliyordu. Bunlar saadet göz yaşları değildi. İhti- yar senelerdenberi bilmediği bir servetle yanyana yaşadığı halde dehşetli bir fakir- Mik ve zaruret İçinde geçen hayatına bilhas- sa mahrumiyetle dolu gençliğine, orta yaş- Ulığına ağlıyordu... Bikmet Feridun Es Nakleden : ( Vâ - Nü) rum... Yakında her şeyi anlatırım. Makastar bu sözlere kızmadı; — Peki... Nasıl münasip görür. sen! -cevabını verdi, Süzan o gün de mutad işine devam etti, Belki de milyoner bir kız oldu. ğu halde alelâde bir işçi gibi çalıştı. Necile bir iki yüz metre yürüdük- ten sonra dansözün oturduğu sokağa geldi. Kapıcıya: — Matmazel Süzi burada mı? -di- ye sordu. — İkinci kata çıkınız... Soldaki kapı, Genç kadın rahat bir nefes aldı: Demek bir fevkalAâdelik yok... Fakat merdivenleri çıkıp da tarif edilen kapıyı çaldığı vakit, kanat açılıp karşısına hizmetçi çıkınca ve hayretinden bir adım gerileyince fe- na halde bozuldu. Hizmetçi: — Kimi istiyorsunuz? .diye sordu. Bu haftaki maçların programı Beden terbiyes İstanbul futbol ajanlığından: Pazar günü yapılacak maçlar Taksim stadı: Beyoğluspor - Galataspor snat 1030 ha- kem Basri Bütün, yan hakem Şevket - run, Beykoz - HMI saat 1230 hakem Re- fik Top, yan hakem Halit Üzer - Rahmi. Şeref stadı: Karagümrük - Anadolu saat 9 hakem Şa- si Tezcan yan, hakem Ata - Turgut, Büley- maniye - İst, Spor saat 10,45 hakemi Peri- dun Kılıç, yan hakem Fikret Kayra! - Ziya Kuyumlu, Topkapı - Vefa saat 1230 hakem 'Tarık Özerengin, yan hakem Samih Duran- soy - İhsan Bayn, Gelntaşaray - Beşiktaş #aat 1430 hakem Adnan Akın, yan hakem Necdet Gezen - Fahrettin Somer. Fener stadı: Altınordu - Galatagençler sast 1230 ha- kem Bahattin Uluoz, yan Bakem Hilmi - Hami, Fenerbahçe - Altıntuk saat bakem Halit Ezgü, yan hakem Neşet Şar - man - Sabahattin. 1430 Not: Süleymaniye stadında yapılması ev- velce tekarrür etmiş olan ikinci küme mağ- Yarının birinel devresi işarı âhire kadar te- hir edilmiştir. Ebedi Şef Atatürk'ün ölümünün ilk yıldönümü münasebetile, Mil- Ni Şef İmnet İnönü'nün Türk milletine hitaben Yaptığı beya- natın türkçe ve muhtelif ecnebi dillerde okunması. (Bu neşriyatı müteakip Türkiye radyolar: Türk milletinin büyük elemine katılarak tâzimen susa- caktır.) İstasyonların açılışı Ajans haberleri Türkiye radyoları, Türk milleti- nin büyük elemine katılarak tâ- zimen susacaktır. İstasyonların açılışı Ajanz haberleri Türkiye radyoları, Türk inilleti- nin büyük elemine katılarak tâ- zimen susacaktar. Türkiye radyoları, Türk milleti- nin büyük elemine katılarak tâ- zimen susacaktır. rumuna vermekle üç milli Cemi- yetin gayelerine bir anda yardım etmek imkânını elde etmiş ola- cağız. Atatürk'ün lölüm yıldönüm münasebetile tiyatrolarımız kapalıdır. Evlenme lim bayan Makbule An'ın evlenme tören- leri cumartesi gecesi Orduevinde davetli- lerinin huzürtle lera edilmiştir. Kendile- rine ve gilelerine sandetler dileriz. Ölüm Avukat müteveffa Haçik Hovyan'ın zev- cesi ve avukat Kevork Çobangil'in validesi PERUZİK BAYAN HOYYAN kısa bir hastalığı mütenkib vefat etmiş ve cenaze merasimi dün Feriköy kilisesinde iera kılınarak Şişli kabristanına defnedil- miş olduğu teessürle ilân olunur, de onun geldiğini sandım. — Nerede? — Dündenberi yok. Necilenin vücudunu bir ürperme aldı, Belkemiği sanki görünmiyen bir el tarafından sarsılmıştı, Cemil, hizmetçiye: — Peki, küçük hanımın si? -diye sordu, O da mı yok? — Matmazel Renzayı mi soruyor- sunuz? Evet, o da gelmedi. firlerin yabancılığını dan Iâübalilikle: — Mösyö Gomes de bu sabah iki- dir gelip kendisini soruyor. Fakat nerede bulunduğunu bilmediğimiz için cevap veremiyoruz. Hizmetçi Rum şivesiyle eş» leri 4s» «c» leri edz» telâffuz ederek ha bre gevezelik ediyordu. Cemil biran zihnini toplıyamıyarak: — Gomes de kim oluyormuş? diye sordu. — Bir İspanyol... Cambaz... Bera- ber numara yapiyorlar... Çok kız- miş... Küplere binmiş... Zaten hep böyledir... Ne kıskançlır!... Fakat bu sabah büsbütün kendini bilemi- yor... Matmazel Renzanın yerinde olsam vallahi o kokmuş, musibet he- rifle bir dakika oturmam... Etrafına bakıp gözlerini koca ko- ca açarak; Tefrika No, 114 Yazan: İskender Fahreddin Hatice, Abdullah'tan sonra sevgilisi Emineyi de tuzağa düşürmeğe çalışıyordu. Bu iş o kadar çabuk olmuştu ki, Abdulla- hin ürpermesile yere yıkılması bir oldu. Za- rallı delikanlı birden iki büklüm olarak ye- re yurarlanmıştı. Abdullahın iki gözünü de söndürmüşler- di. ... Abdullahın gözleri söndük- Hatice bir gün şeyhin emrile sarsya genğ bir kız getirtti, Leylâ o gün hasta idi, yatağından dışarı çıkmamıştı. Leylânın bir derdi vardı: Mecnuna bir mektup daha göndermek. Bu arzusunu Ha- ticeye de söylemiş ve — (Can'ın gönderdiği ikinel —— aldığımı kendisine bildirmek istiyorum. Bu mektubum belki de sonuncu olacak. Bu- günlerde ölümün baş ucunda dolaştığını sezer gibiyim. Haydi Hatice! Sen bana şu Abdullahı buldur! Diye yalvarmıştı. Hatica artık Leylâın dostu değildi. O tamamile şeyhe hizmet ediyor, şeyhin gözüne girmek için her fena- > yapıyordu. Meseleyi Şeyh Mehdiye aça- Mİ Abdunaın sevgilişini de buldurup zındana atalım; zira bu kız, Abdullatın sin- ME e a velveleye V Daş, Şeyh bir kere dizginleri Hatice- nin eline vermişti. Hatlca sarayda istediği gibi hareket ediyordu. Hatice, Abdullahın gözlerini söndürttü- güne pişman olmuştu. Fakat iş işten geç- mişti artık. Abdullah dünyayı görmüyor ve her dakika ölümünü bekliyor: gizli iniltilerini duyar ve müleessir olurdu. Hatice, Abdullahı bu halde gördükçe: Keşke bir gözü olsun açık kalsaydı. şimdi ne beni, ne de sevgilisini göremiye- cek, Diyor ve Abdullahın a dm güzel Uğin gitmediğini, bilâkiş şimdi yüzüne da- ba hazin bir güzellik çöktüğünü görüyordu. ların ağzına atardı. Abdullah da bu cezayı gürecekti. Hatice oczanın tehirine muvaf- fak a il a m tatmin edemiyerek, zavallı deli- li gözlerini söndürmüştü. O balde şimdi, bu zavallının sevgilisinden ne istiyordu? Onu da dolapla saraya mu- vaffak olan Hatice, saf ve temiz yürekli kız- sağını Odasına götürdü. kunuşmağa baş- — Abdullahı seviyor musun? — Eski halinden nefret ediyordum. Mü- temadiyen etrafımda dolaşır, ailemi tazyik ederek benimle evlenmek isterdi. — Niçin evlenmiyordun onunla? — Hem fakirdi, e la — Şimdiki Abdullahla hemen hemen ya- şıt gibiyiz. Ur dağından döndükten sonra yirmi yaşlarında bir delikanlı olmuş, gü- zelleşmiş... — Onun eski Abdullah olduğundan emin mizin? — Evet. Çünkü onu sesinden tanırdım. S6- — Bir iş çıkacak... Nak şuraya ya” yorum... Cinayet çıkacak... — Demek hanımınızın nerede bu- lunduğunu bilmiyorsunuz? — Vallâhi kestiremiyorum... Daj- ma çok muntazamdır. Geldiği, gitti ği saat bellidir. Cemil, Necileyi göz ucile iskandil etti. İkisi de heyecanlıydı, endişe deydi, Herhalde bir fevkalâdelik vardı. — Bugün muhakkak gelir, değil mi, matmazel? -diye hizmetçiye sor- du, — Umarım efendim... Gündüz işi çıkarsa bile gece geleceğinde şüphe yoktur. — Niçin? — Dansı var... Vazifesi... Eşyaları, elbiseleri burada... Cemil, çantasından bir miktar pa- ra çıkardı, Hizmetçiye uzatarak: — Kendisile mutlaka konuşmak ihtiyacındayız. İşimiz pek mühimdir. Gelir gelmez bana haber verirseniz Mecbur... «5 Orada kimi bulacağız? Erkek kartını verdi. Eline sikışan beş papeli pörünce, ti. Onu getirir gelirmez evlenecektik. — Fakat o gene eskisi gibi fakir bir adam- e — Ziyanı yok. Biz zenginiz.. o, güzel bir delikanlıdır, Üstelik beni de çılgmca sevi- yor. Hatice bu sözleri duyunca dişlerini gicir- datmağa başladı: — Sen, Abdullahın bayağı bir hırsız ol- duğunu bilmiyor musun? Emine şaşkın şaşkın bakındı: — Ne diyorsun, bayağı bir hirsiz mi? — Evet, Şeyhin kızının bileziğini çalmış... — Kabil deği. O hırsızlık yapamaz. Ce- bindekini ve sırtındakini fıkaraya vermek- ten zerk duyan bir adam hırsız olabilir mi? Hatice uzandığı sedirin üzerinde doğ- ruldu: — İnsanlar hiç bir zaman göründükleri gibi değildiy. Onu şimdi sana gösterirsem, bayağı bir hırsız olduğuna inanacak ve on- dan nefret edeceksin! Emine büyzetinden ne söyliyeceğini bil- miyordu: — O hırsızlık yapamaz; o çok temiz yü- rekli bir erkektir. Diyerek Haticenin yanında ağlamağa baş ta. damiş! Hatice, kendi adamı olan saray cellâdını çağırdı. gizlice kulağına birşey söyledikten #onra, Emineye döndü: — Haydi yürü.. sevdiğin hirsizi sana, gös- terecekler. Emine sendeilyerek, cellâdla beraber oda- dan çıktı. «Gözlerim kör oldu. Beni hâlâ seviyor musun?» Kerbelâ vakası kadar hazin bir sahne, O güne kadar - denilebilir ki - çölün or- tasında tüyleri ürperten ve en taş yürekli insanları bile harekete getiren bu derece hazin ve acıklı bir sahneye hiç kimse şahid olmamıştı. Ur dağında ebedi gençlik saadetine eri- şen Abdullah, şerhin sarayındaki zindanda inlerken, bir sabah, kapıda bir ayak sesi duydu. — işte geliyorlar, dedi, bugün içimde ga- Tip bir his var. Her halde beni öldürecekler. Bunun için seviniyorum, Beni bu ızlarap ve larla konuşan bir kadın sesi işitti. Bu ses ona pek yabancı gelmedi. Haticenin sesi değildi. — Araba Leylâ mı geldi. Kim bilir, belki de beni 0 kurtaracak. Diye söylenirken, Emine birdenbire Ab- dullahın üzerine atıldı: — Benin burada ne işin var, Abdullah? Delikanlı birdenbire şaşırdı. — Sevgilim. den misin? Buraya nasl ge- lebildin? Bu baykuş yuvasında neden dola» gıyorsun? — Senin ne işin vardı burada? Abduilah başını önüne eğmişti. — Şeşhin kızından alacağım vardı Onu almağa gelmiştim. Hatleenin tuzağına düş- tüm, Beni buraya attırdı, Ben suçsuzum, Emine! — Seni günlerce bekledim, gelmedin. Me- Tak ediyordum. Bu sabah karanlıkta iki at- h kapımızın önünde durdu. Beni alıp sa- rsya getirdiler. — Öyleyse seni de Hatice getirtmiştir bu- raya. Demek sen de döştün onun tuzağına! — Fakat Hatice bana bir fenalık yap- madı. Seni buraya Şeyh Mehdi attırmış. Hirsizlik yapmışsın | — Kim söyledi bunları sana? — Hatice. — Hepsi yalan... Hatice bana gönül ver- miş. beni elde etmek, benimle evlenmek için bu dolabı kurmuş Bütün arzularını, bütün tekliflerini reddettim. Şimdi benden intikam alıyor. (Arkası var) hizmetçinin gözleri faltaşı gibi açıldı. — Başüstüne ekselâns! Merdivenleri inmeğe başladılar. Arkalarından kapı kapanır kapan- maz, Necile hıçkırıklar içinde sarsil. — Ah Cemil... Cemileiğim... İçime doğuyor... Kızımız Süziyi bir daha Ayni kötü hissi kablelvuku Cemil- de de vardı, — İhtimal! -demekten kendini ala- madı, Süzinin pirlanta gibi bir karakteri yardı, Fakat bizzat pırlanta bile tog haline gelebilir; bazı vaziyetlere da- yanamaz... Meşum bir tesadüfün ken« dini sürüklediği kötü mevcudiyete evvelâ isyan etmişti. Başka kadınlar onun mevkiinde olsalardı, hiç de şi- kâyet etmezlerken o mücadelede bu- Tunmuştu. Lâkin sonra, hayatın cereyanı da- ha kuvvetli geldi. Süzicik de kadere rza göstermekten başka çare bula- madı. İlk sukutunun ilk kirlenişinin aka- binde, canı teninden ayrılmış gibi muazzep olmuştu. Ruhu başka, vü- cudu başka bir ilemde yaşıyordu. Hovarda erkeklerin hiçbiri, bu kadı- nı ele geçirdikleri için öğünemezler. di, Fakat ruhunu temiz kaldı sayı yordu. Öyleydi de... (Arkası var),

Bu sayıdan diğer sayfalar: