AKŞAM 10 Teşrinisani sabahı Profesör M; Kemal Öke Atatürkün son dakikalarını anlatıyor Onun birer kudret kaynağı olan keskin ve hakim bakışlarile meşhur gök mavisi gözlerini ne yazık ki ben kapadım, doktor Mehmed Kâmil Berk de büyük ölünün çenesini bağladı — Onun birer kudret kaynağı olan. keskin ve hâkim bakışlarile meş- hur gök mavisi gözlerini ne yazık ki ben kapadım... Mukadderatın bana yüklediği bu müthiş ve feci vazife esnasındaki duyduklarımı hayatımın sonuna kadar unutamıyacağım. Atatürkün en son dakikalarında yanıbaşında bulunan profesör M, Ke- mal Öke sanki o dakikaları yeniden yaşıyormuş gibi dehşet içindeydi. Gözleri dalmıştı. Ben bir şey söyledi- ğim zaman âdeta bir rüyadan uyanı- yormuş gibi silkindi. — Atatürkün hastalığına aid he- mer hiç yazılmamış bir safhasını si- ze anlatayım... dedi. Profesör, konuşurken büyük bir husu içindeydi. Sözlerine devam etti: — Hastalığı esnasında biz, doktor- ların en fazla heyecan geçirdiğimiz gece Cümhuriyetin onuncu yıldönü- mü olmuştu, Atatürkü katiyen heye- canlandırmamak lâzımdı. Bunun için kendisine Cümhuriyetin on beşinci yıldönümü olduğunu hiç hissettirme- meğe karar vermiştik. Yine o günü kimsenin resmi elbise giymemesi, kimsenin el öpmemesi, sarayda bir fevkalâdelik olmaması kararlaştırıldı. O gece dışarda şehri âyinler yapılır. ken saray bir ölü evi gibi derin bir matem havasına gömülmüştü. Ka- diven başlarında, kimsesiz dehlizler- de görünmiyen birisi hıçkırıyor gi- bi idi. Ayaklarmn ucuna basarak yürüyen hayaletler yarı karanlık ko- ridorlardan süzülüyor, kapılar müm- kün olduğu Kadar gürültüsüz açılıp kapanıyordu. Zaman zaman Kızkulesinde yakı- lan mehtaplar sarayın deniz tarafına bakân pencerelerinde renkli akisler yapıyordu ve Atatürk harem kısmın. da, ikinci kattaki odada, mevi bir yor- gan altında, hareketsiz . sessiz yatı- yor, Atatürk, bizim dışarıya çıktığımız bir ara odada bulunanlardan birine sormuşlar: -- Bu dışarıda yakılan şeyler ne- dir? Bu suslle karşılaşan, kaçamak bir cevab vermiş. Lâkin Atatürkün güz- lerinden akan üç damla yaş yanak- larından süzülmüş... Bunun üzerine Saraydan Kızkulesine haber gönde- rildi Ve maytap yakılmasına niha- yet verildi, — Acaba kendileri öleceğini hisse- diyorlar mıydı?. Ben şahsen Atatürkte yaşama, hastalıktan kurtulma ümirli görüyor- dum. Çünkü her düşündüğünü açık- cn söyliyen, her fikrini fillvafa çıkar- mak isteyen Atatürk gibi açık karak- terli bir insanım, hastalık esnasında bir tabiat değişikliği mevzuubahs ol- madığı takdirde, hayattan nevmid olduğunu bize hissettirmesi lâzımdı. Halbuki Atatürkte bu yoktu. Onu hastalıkta er ziyade üzen şey millet. le kendi arasındaki şahsi ve doğru- dan doğruya temasın hastalık dola- yısile biran için kesilişi ili. Pek ağır- laşmadan evvel bize; — Barakın artık çıkayım... diyor. Tardı. İşte ona bastalıktarı ziyade iz- tırap veren şey buydu. — Siz kendilerinden ne Zaman ümidi kesmiştiniz? — Hastalığın ismi konulduğu an- dan itibaren... Atatürkün müptelâ ok duğu karaciğer hastalığının şekli he- men hemen İyi olamıyacak bir has- talıktı, Fakat her sıkışan insan gibi biz de bütün ümldsizliğe rağmen tıp- dan istimdad ediyorduk. Pir tıp ha- rikası, bir fevkalâdelik, bir mucize bekliyorduk. Bana bir gün Atatürk; — Galiba bu hastalığın istirahati biraz uzunca sürecek... demişlerdi. Bundan da büyük ve içi hayat dolu insanın yaşamaktan ümidini kesme diği anlaşılıyordu. — Hastalık teşhisinin geç konul- duğu hakkındaki rivayetler doğru mıydı? — Bunu bana birçok kimseler sor- du. Bunun hakkında katl hir şey söy- lememez. Bu hastalığın öyte sinst bir devri vardır ki... Bazan nazarı dik- kati gayet güç celbeden âraz ile baş- lar. Hakiki teşhis ancak ciddi ârazın vukuunda konulabilir. Bunun için» hastalığın hekim gözü tarafından kaçacak bir devresi olabilir, Bu iti- barla Atatürkün hastalığı da tabia- tile hemen başladığı anda, hiç şüphe- si, teşhis edilmiş değildir. Bilhassa hastalığın sinsi ve hekir: gözünden kaçabilecek devrelerinde Atatürk gibi düşünüşlerinde, görüşlerinde bilhas- sa kendi şahsı için hususi yardımla- ra pek nadiren el uzatan bir insan üzerinde derhal teşhisi de pek müş- | kül, hattâ gayri mümkündür. Mem- lekete gelen Fransız hekimi fazla nik- bin davranıyordu. Halbuki biz kor- kunç ve dehşetli mukadderstı her an bekliyorduk. — Memleket dahilinde yaplığı se- yahatin hastalığa sebep olduğu 8öz- leri doğru mudur? — Bu seyahat belki hastalığın sey- Ti üzerinde tesir etmşitir. Çünkü ken- disinin hareket etmemesi lâzımdı. Lâkin hiç şüphesiz bu, hastalığın sey- rini sadece tacil etmekten ibâret kal. muştur, — Tedavide güçlük çekiyor mıydi. niz? Sıhhi tedbirlere riayet ediyor. Jar mıydı? — Atatürk bir hastalık gelinciye kadar sıhhi tedbirlere pek ehemmiyet vermez, fakat hastalıktan sonra dok- tor vesayasına, bilâkayduşart riayet ederdi, Meselâ kati perhizicre, rejim- lere itiraz etmezdi, Ancak yemekle. son raporu Atatürkün dünyaya gözlerini kapadıklarına dair müdavi ve müşavir tabibleri tarafından meş- redilen rapor sureti; Reisiçümhur Atatürkün umu- mi hallerindeki vehamet dün ge- ce saat Zi de neşredilen tebliğ. den sonra her an artarak bugün, 10 teşrinisani 1938 perşembe sa- bahı saat dokuzu beş geçe Büyük ! gel İşte bu kadar... Atatürk ölüme çok yaklaştığı zamana kadar hiç bir tıbbi tedbirin tatbikinde titizlik, hoşnud- suzluk göstermedi. — Saraya nasıl çağırılmıştınız? — Pelâketten çok evveldi. Bir ak- şam üzeri Neşet Ömer evime telefon etti, Ertesi günü sarayda Atatürke bir konsoltasyon yapılacaktı. Saat dokuzda Dolmabahçeye gitmem lâ zım geliyordu, Erkenden saraya git- tim. Bundan evvel de Alatürke bazı ameliyat yapmıştım. Kendilerinden su alınması icab edince beni İstemiş- ler... Saraya gelince «Kemal befle görüşeyim... buyurmuşlar... Yanla rına girdim. Bana: — Su alınmaktan babsediyorlar, Bu iş ağrısız olur mu? dediler, Ken- dilerine tesliyet verici sözler söyle dim. i Su alındıktan sonra çok rahat et- mişlerdi. Hattâ bir aralık; — Dünya varmış!.. buyurdular. 10 Tesrinisani sabahı!.. Profesör M. Kemal biran sustu. Hatıralarının en dehşetli yerine gel mişti — İki aydanberi sarayda idik. Ata- türkü nöbetle bekliyorduk. On teşrini- Sani sabalu şafak sökmeden talihin feci bir tecellisi olarak nöbet bana Atatürkün odasına gün ağarmak üzereyken girdim, Eskiden İyice günlerinde yanımda olurduğu- muz halde Büyük İnsanın bu kendini bitmez bir halde yattığı yatağın kar- şısında ayakta ve hürmet vaziyetin- de duruyorduk. Şimdiden Kendimizi önun manevi huzurunda hissediyor. duk. Bu odada, karşımda yalan Bü- yük İnsan tüylerimi ürpertiyordu. O esnada düşündüklerim, beynimin içine kazılmış gibi başımdan çıkmı- | yor... Fazla ışıktan müteessir oldukları için odada gayet sönük bir ampul yanıyordu. Dışarda soğuk bir sonba- har sabahı başlamak üzereydi. Du- vârda bir grup manzarası... Büyük İnsan küçük ceviz karyolasında, ma- vi bir yorganın altında, hastalıktan zayıflamış vücudile yatıyordu. - | - yılamış vüc yatış Gür | seniğiğm mili yebiştindiği büyü sinmlirdan biri idi Tarih Onu, evvelâ, esaret mün korkunç hâkimiyeti odaya ta- mamile sinmişti, Atatürkü bu kuvve. tin elinde maddi bir küle halinde görmek inanılacak şey değildi. Vak- tile dünyalara ve ordulara meydan okuyan bu insanı zaman zaman sağ- dan sola, soldan sağa biz çeviriyor. duk. Önümde muazsam bir dehâ, bir dünya sönüyordu. İşte o zaman beşer denilen maki- nenin muamması karşısında titre- dim, Ölümün kudretini o zaman bir daha hissettim, Riyasız bir zevgi ile ayakta dururken Büyük İnsan ara sıra kollarımı, bacaklarını çekiyordu. Bazan pamukla hararetten kurumuş dudaklarına su damlatıyorduk. Saat dokuzu beş geçe 9 büyük ve ulvi kaibi durduğu zman gö kendisini pek erken millesinden ayı- ran ölüme kızmış gibi, o kudretli göz- lerile hiddetli hiddelli tavana bakı- yordu. Onun güzel gözierini kapa- mak gibi dehşetli bir vazile bana düşmüştü, İlerledim. Ellerim titriyor. du. Buloş odaya birrontken şua heşreder gibi bakan gözlerini çekine- rek, içimden af diliyerek kapadım. Bir sairifilmenam gibiydim. Kimin gözlerini dünyaya kâpatiyordum?.. O Atatürk ki hatırlandığı zaman akla gelen ilk şey miknatisi kadar kuvvetli gözleridir, Bunları kapamak bedbahtlığı bana düşmüştü. Doktor Mehmed Kâmil Berk Büyük Ölünün çenesini bağladı, Hiç hatirma gelir miydi ki Atatürkün gözlerini ben ka- patacağım?. Bu müthiş hatırayı hiç unutamıyacağım...» Hikmet Feriduy, Es, letin kalbinden taşıp dökülmes: ve Türk milletinin ondan aldığı yaşama kud- ! retile serpilip büyümesine devam etmesidir. Atatürk'ün vecizeleri Türklerin vatan sevgisi ile dolu | cirlerini kahramanlıklaria parça olan göğüsleri, melün ihtirasları | parça etmiştir. Büyük işler başardık. Daha bü- yük işler başaracağız. Çünkü Türk milleti, birlik ve beraberlikle güç- lükleri yenmesini bilmiştir. Bende fazla bir teşebbüs görüldü ; ise bu, benim deği, milletin mukas- salasından çıkan bir teşebbüstür. Bilelim ki benliğini bilmiyen mil letler, başka milletlerin şikârdır Cümhuriyet, fazileti ahlüâkıyeye müstenid bir idaredir, Cümhuriyet fazilettir. Hürriyeti gasbedilen bir millet, Bütün di milletlerini tanırım | ne kadar zengin ve müreffeh olursa ve bu muarefem harp sahalarında | olsun, mütemeddin insaniyet naza- olmuştur, ateş altmda olmuştur, | rında bir uşaktan daha İyi birmu- ameleye Jâyık değildir, * İcabında vatan için, bir tek ferd gibi yekpare âzım ve kararla çalış- masını bilen bir millet, elbette bü- yük bir millet ve elbette büyük is- ikbale müstahak ve namzed olan bir millettir. Türk milletinin son senelerde güs- terdiği harikaların, yaptığı siyasi ve içtimat inkilâpların sahibi hakikisi kendisidir. Medeniyet öyle kuvvetli bir ışık- tır ki, ona bizâne kalanları yakar, mahveder, Millete efendilik yoktur, hâdimlik Hattı müdafaa yoktur, sathı mü- dalan vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, düşman kanile ıslanmadıkça terkedilemez. onun efendisi olur. düşünebilenler, milletlerini yaşa. mak ve ilerlemek imkânlarına nail ederler. Kendi gidince terakki ve hareket durur zannetmek gaflettir. Türkiye Cümfhuriyeti halkı mü- tekâmil bir millet olarak ilelebed yaşamağa karar vermiş, esaret zin- mızda bekleme olmaz, onu uzaktan karşılamak ahsendi, İleri gitmek beklemekten iyidir, Türk'e müsbet ve İyi birşey veri- niz, bunu reddetmesi ihtimali yok- tor. Bahtsız bir günün yıldönümü Sevgisi bütün bir milletin kalbinde bayraklar gibi dalgalanan Atatürkün fani vücudünü aramızdan alan o kara günün yıldönümü ne de çabuk geldi. Hatırası gönüllerimizi şenlendiren hümmah yaşayışmın sona erdiğini öğren- diğimiz o bahtsız günde döktüğümüz göz yaşları henüz kurumadan yaramızm tekrar sızladığını duyuyoruz. Fakat iz kederli olsak bile Onu ebedi istirahat- gâhında mesud eden hakikat, Atatürk ismi etrafımda toplanan sevginin mil- Ölümile yalnız Türk milletini değil, beşeriyeti mahzun eden Atatürk, in. İstiklâl için mücadele ettiği senelerde, Türk milletini yere sermek için her taraftan saldıran düşmana karşı, etrafına topladığı hamiyetli vatan evlâdlari- le siperden sipere, cepheden cepheye, ateşten ateşe koşan, tahammül edilmez darbelere cesaretle göğüs geren bir cengâverdi, Sonra Onu dünya, demir ve çelikle mücehhez üstün kuvvetleri et ve kemik- le, vatan aşkı ve sonsuz irade kudretile mağlüb eden fevkalbeşer bir mahlük gibi seyrederken millet, Türk istiklâlini bütün cihana tasdik ettiren bir kurta- rıcı olarak alkışladı. Her. faniyi gururdan mestedecek büyük askeri zaferler Onu tatmin etmedi. Milletile beraber «Hür yaşamak veya ölmek» ideali henüz devam edebilecek bir hakikat olmamıştı. Ölümden kurtardığı milleti, medeni bir dünya ortasında yaşıyabilecek bir seviyeye ulaştırmak lâzım geliyordu. Zafer çelenklerile süslü Başkumandan elbiselerini kendi arzusile çıkararak mütevazi bir vatandaş kılığına girdi ve sivil mücadelesine başladı, Milleti mü- temadiyen geriye, eskiye, köhnemişe doğru çeken, kafasını mesud istikbale Bu millete kazandırdığı bölünmez vatan parçası üzerinde, kendi kendile- larmı korumaya muktedir, daima ileriye doğru koşan muazzam bir kütle ya- rattığı zaman tarih Onun ismini Dahi bir Şef olarak altın sahifelerine geçi Atatürk bundan sonra her büyük adam gibi beşeriyetin ıztırabını dindir. meğe çalıştı. «Cihanda sulh» prensibini hakikat sahasına nakletmek en mu- kaddes ideali idi, Ve zaferlerin en büyüğünü dostun, düşmanın kalbini fethet- Mesud olarak öldü. Atatürk! Türk milleti bugünkü mesud ve muhteşem varlığını sana borç. Tudur, Türklüğü zillet uçurumundan çekip çıkaran ve sonra fani vücudünün yaşama kudretini millet uğrunda tüketerek onu medeni dünya ortasında şe ref şahikalarıma yükselten sensin! Senin gösterdiğin yoldan yürüyen Türk mil. leti bugtin bıraktığın günden daha heybetlidir ve Atatürk gençliği, aziz elie- rinden aldığı mukaddes emaneti nesilden nesle ebediyete kadar ulaştırmak için bir kere daha and içiyor. Müsterih uyu! ayaktadır, Şevket Rado