1 POLİTİKA Siyamın vaziyeti Uzak Şarkta gerginlik devam ediyor, İngiltere ile Fransa, Uzak (Şarkın Japonya ve Çinden sonra üçüncü ve sonuncu müstakil devleti olan (Siyam) 1 kendi taraflarına çekmek için son derecede çalışımışlardır. Siyam, Fransanın Hindiçini müstemleke imparatorluğu ile, İngilterenin eski bir imparatorluk olan Birmanya müstemlekesi arasında olup hem Çin denizinde, hem de Hind Okyanusunda sevkulceyş cihetinden gayet mühim sevahile maliktir. İngiliz imparatorluğunun kalay ve kauçuk gibi en miihim ham maddeleri. ni yetiştirdiğinden, en kıymettar ve zengin parçası olan ve Singapurun arka tarafımı, yani hinterlândını teşkil eylemesi itibarile, askeeri cihetten de çok büyük kıymeti bulunan Malaka yarımadasının şimaline de Siyam hâkimdir. » Bir barp vukuunda Siyam hükümeti hangi tarafa meylederse, o taraf askeri, siyasi ve iktisadi cihetten ağır basabilir, Bahusus ki, son senelerde Si- yam ordusunu, hava kuvvetlerini ve donanmasını modern bir şekle ifrağ et- miy ve kuvvetlendirmiştir. 1932 de Mançurinin Japonya tarafından zaptedilmesine Milletler Cemiyeti protesto etliği zaman, bunun Âzasından yalnız Siyam müstenkif kalarak Ja- ponyaya mânen mühim bir yardımda bulunmuştu. Son zamanlarda iki taraftan her biri, Siyamı kendisine celb için birçok te- şebbüs ve gayretlerde bulunmuştur, Fakat Siyam mutlak surette bitaraflığı- nı muhafaza etmeğe azmetmiştir. Singapurda İngiliz ve Fransız erkânıhar. biyeleri mümessilleri müşterek tedbirler almak için toplandıkları zaman Siyamın İngiltere ile Fransadan teminat İstediği hakkında bazı haberler in- tişar etmişti. Siyamın Paris sefiri bu haberleri kati surette tekzip etmiştir. Lükin Siyamın yanıbaşında olup Fransanın himayesi alındaki An Kosova harbinin 550 nci yıldönümü Sırbistan ile Bulgaristan orduları Bosnada yirmi bin kişilik Türk ordu- sunu mağlüp edince, vezir Ali paşa Nadir Derbend üzerinden Şumnuya yürüdü, Bulgar kralını esir etti, Mu- rad padişah kralın kızını aldı, Ken- disini serbes bıraktı. Bulgar krah serbes kalınca yeniden tahşidala baş- ladı. Sırbistana doğru ilerliyen Ali paşa, Bulgar kralının yeniden harbe hazırlanmakta olduğunu duyunca geri döndü, tekmil Bulgaristanı ilhak etti, 1389 da Murad padişah ordunun başına geçmiş Sırbistana ilerliyordu. Sırbistan kralı Lazar Bosna, Eflak, Arnavutluk, Hersek prenslerile bir- leşmişti; Macar ve Polonya da ken- disine yardımcı kuvvet göndermişti. Müttefik ordular Kosova meydanın- da toplanıp Türk ordusunu bekleme- ğe başladılar. Kosova meydanına yaklaşan Türk ordusu, düşman ordusunun kuvveti karşısında duraladı. Hücum edip et- memekte tereddüd gösteriyorlardı. Şiddetli bir rüzgâr tozu dumana ka- tıyor, kumandanlar etrafı göremiyor- du. Gün böyle geçti, gece bastı. Sa- baha karşı yağan hafif bir yağmur tozları batırdı, hücum emri verildi. Harp başladı. Meydanda kanlı bir boğuşmadır gidiyordu. Bir aralık sol Fransa Re Fransada Reisicümhurlar yedi se- neden yedi seneye intihap olunur. Birçok yabancılar, hatta bizzat Fran- #ızlar bile bazan merak ederler; ne- den Reisletimhurlar beş veya on 86- ne için intihap edilmiyorlar da yedi sene için intihap ediliyorlar? Bunun sebebi hayli gariptir. 1873 de üçüncü cümhuriyet dev. cenahtan bir düşman asilzadesi elin- de bir beyaz bayrakla Türk saflarına girdi: Padişaha bir sır tevdi edece im! dedi. Padişaha arzetliler, «Gel sin» buyurdu. Miloş Kaploviç otağı hümayuna girdi, padişahın ayaklarını öpmek üzere yere yattı, sokuldu ve kaması- ni padişahın karnına sapladı, sonra bir siçrayışta kendini çadırdan dışarı | attı, Yakalayıp parçaladılar. > Miloş Kaplöviç casuslukla ithamı ediliyordü. Harp başlıyacağı gece kral Lazar: «Casuslukla itham edil mene rağmen sana şarap ikram edi- yorum, bu çamçağı şerefime iç» de- mişti. Miloş çamçağı içmiş: «Yarın size sadık olduğumu isbat edeceğim» cevabını vermişti. Yaralanan Murad padişah son ne- fesine kadar harbin kumandasını bırakmadı, Asker Lazarın karargâhı- na hamle edip kralı yakaladılar, can çekişen padişahım huzurunda kafa- sını kestiler; biraz sonra da Murad can verdi. O günden sonra padişahın huzu- runa çıkanların iki kolunu tutmak âdet oldu. Muradın öldüğü yere bir mescid yapıldı, Miloşun kaçmak için sıçradığı yerlere de büyük birer taş kondu. Katil ancak üç hamle yapa- bilmişti. isicümhuru rinde general Mak - Mahon Cümhur- reisi itihap olunduğu zaman; — Beni yedi sene için intihap edi. niz dedi, Yedi sene benim içni kâfi. dir, yedi sene sonra çok ihtiyarla- rım, Ondan sonra Fransada Reisicüm- hurları yedi sene için intihap etmek anane haline girdi. Dilencilere yardım Yeryüzünün dilencisi en bol diya- rı İstanbuldur sanmayinız.. Cenubi hanesburg halkı, bir klüp tesis etti. ler. «Dilencilere yardım» klübü. Kül be her aza olan senede on şilling ve. riyor, elli yapraklı bir karne me LL. azaları, yolda el açan Denizyolları umum müdür- lüğü faaliyete geçti Denizyolları İşletme umum müdür- Vüğünde dün öğleden evvel, müdür İb- rahim Kemai Baybora'nın başkanlı- ğında bütün servis müdürlerinin işti. | Fâkile bir toplantı yapılmıştır. Toplan- tıdan sonra servislerde mutad işler Bu usul hakkile tatbik edilecek olursa Yohanesburgda dilencilerin YE va emin şüphe yok- Edirnede koza satışları Edirne (Akşam) — Mevsim dolayı. sile açıldığını bildirdiğim Edime koza borsasında yeni mahsul koza üzerine işler başlamıştır, Fiatler Bursa borsasını fâkip et mektedir. Bursanın azami 72 kuruşa satılmakta olan mallarına mukabil başlamıştır. Denizbankın hesaplarını | tasfiye heyeti de, Denizbankın üst ka- tındali bürosunda dünden itibaren Edirnede aşağı, 45, orta 55, yüksek 64 kuruşa satılmıştır. ingiltere ve ingilizler: 6 Bir hafta sonu İlk hafta sonu cumadan köye git- tim. Uzunca istirahatı bütün mâna. sile haketmiştim. Çünkü geldiğim gün dostum elime misafiret günleri- min programını sunar sunmaz ilk haf. tanın her anı dolu olduğunu gördüm. İçtimai toplantılar, davetler esasen yorucudur, bunlar arasında resmi ol- mıyan bir iki konferans da verecek- tim. Gelecekler, kemmiyet itibarile ol- masa da, keyfiyet itibarile beni korku» tabilirdi. Bereket versin bana, ilk genç- liğimin cüreti, belki de cehaleti, des- tek oldu. Bilhassa İngilterenin sanat ve fikir sahasında henüz kimin kim olduğunu bilmiyordum. Fazla olarak beni dinliyenlerin benden daha mah- cup olduklarını görmek daha büyük cesaret verdi. Buradakilerin bazılari- nı, sonrâki İngiltere seyahatinde de gördüm, bazıları kayboldu. İngiliz, Amerikalının aksi olarak çok az konferansa gider, Bilhassa gü- nün meselesi olmıyanlara, İngilize te- allâk etmiyenlere az alâka göste- rir. Fakat geldiği herhangi konferans. ta vaziyet itibarile naziktir, müsama- halı davranır. Eğer sual soracoksa, hattâ sizin fikrinize en şiddetli darbe- yi vuran suali de, münakaşanın her türlü nizamına rlayet ederek sorar. İngilizi heyecana getirmek müşkül- dür, fakat heyecanını izhar ettirmek daha müşküldür,. Siz söylerken «hear, hear (1)» sesleri işitirseniz fikrinizi ciddiyetle telâkki ettiklerine inana- bilirsiniz. Fakat İngilizin Amerikalı. dan daha az müsamahakâr oldu ğu birşey vardır. Fena İngilizce. Onu Amerikalıdan ayıran başka bir nokta daha vardır. Bir meseleyi İngili. ze göre overstate, yani mübalâğalı, ol- duğundan fazla ehemmiyetli bir şekil. de, tumturaklı bir üslüpla, yahud un- derstate yani olduğundan daha as ehemmiyetle vazedebilirsiniz. Birinci- sine karşı İngiliz tabiati - Anadolulu Türk gibi, muarızdır, böyle konuşan- lardan şüphe eder, söyledikleri şeyin doğruluğuna iman etmediklerine 2a- hip olur, Understate eden, “yani bir meseleyi olduğundan daha az ehem- miyetle vazeden, onlara göre davası- na inanmış adamdir, Bu meselede İn- gilizle halis Türk zihniyetinin (yani resmi ulema yahud şairler zihni- yeti değil halk zihniyeti) ne ka. dar biribirine benzediğini anlamak için İngiliz edebiyatının sade, fakat büyük nümunelerile bizim isimsiz halk edebiyatının muhalled sadeliğini mu. kâyese etmek kifayet eder, Üçüncü bir benzeyiş bizin halkla İngilizin mizahi görüşleridir. Bizde (humour)u olan mütefekkir azdır. Bizde mütefekkirde mizahtan ziyade hiciv vardır, nükte vardır, Halbuki halkta çok derine giden bir mizah sezilir, İngiliz, yazılmış Türk | edebiyatında bilhassa Nefi'nin «Sihar| mı kazasını hatırlatacak hicivleri an- lamaz, fakat Nasreddin hoca hikâyesi- ni derhal anlar ve modern bulur. Be. ni en çok yoran belki zahiri başkalık» lardan ziyade batıni birlik yahud ay- rılık noktalarını tedkik oldu, ve bu tedkik bence henüz bitmiş değildir. ve. «Nedeni ikinci gitmiyoruz? Üçüncü, temizlik ve rahatlık itiba- rile, öteki mevkilerden fazla farklı de- gildi, fakat kalabalıktı, Dostum bi- rincilerde ekseri tüccar, yeni zengin, sarraf, iş adamı seyahat ettiğini, zevk ve fikir sahibi adamların bunlardan rahatsız olacağını söyledi. Bir cümlesi- nİ iyi hatırlıyorum: «Ben, düşünce ve servet itibarile mevki sahiplerinin hal Kiri meşakkatını paylaşmaları taraf- tarıyım...» Victoriaya isyanın, halka doğru giden bir tarafı olmakla beraber, hat- tA otuz sene evvel bile üçüncüde pay- laşılacak meşakkat olmadığına dikkat ettim. Fazla olarak çok dost bir hava vardı, Köylü sepetinden bize bir elma uzatıyor, şehirli amele, kumpanyayı size çekiştiriyor, ve seyahat uzun sü- rerse daha hususi mevzular üzerine de konuşuyordu. Şahsi ve mahrem mev- zulara yanaşmıyan, bu oldukça utan. gaç halk hayat felsefesini çok açık ifa- de ediyordu. Bugün üçüncüde seyahat o kadar umumidir ki, -eğer snob değilse. size bu sınıfta seyahati «ideolojisie müste.| lerine göre mükâfat verilir. Bu ga- | geçti i Yazan HALİDE EDİB nid bir fedakârlık gibi göstermez. Faz- la olarak bugün otomobil herkesin kul- landığı bir vasıtadır. Bahsettiğim bir ıstıtrat: Yirmi beş sene sonra Hindistanda seyahat ederken «üçüncü sınıfa doğ- İ ru» zihniyetinin İngilizderden Hin- dulara da geçmiş olduğuna dikkat et- tim. Gerçi bu çığır Mahatma Gandi açmıştı ve belki de bunda kendi eski hırslarının tesiri vardı. Fakat bugün üçüncü seyahat eden modern Hinduyu sevkeden âmil hakikat halkla beraber olmak, halkın vasıtasını daha kolay ve temiz hale sokmak emelidir. Eski üçüncü seyahat eden Hindu ekseri menfi bir sırriliğin tesirine kapılıyor- du. İstasyonda dostumun kendi kullari- dığı tek atlı iki tekerlekli arabayı bul- duk. Yollarda otomobiller bügün arı kovanı gibi işlemesine rağmen hâlâ köyde bu arabaları kullanan çoktür, Akşımdı. Köye ilk defa gidiyordum. İngilterenin akşam ışıkları bana yep- yeni bir zevk verdi. Bu Akdeniz kiyı- larının ziyasına hiç benzemez. Bizde güneş batınca arkasından gece olur. Orada bilhassa yazları akşam ile gece Arasında uzun bir şefak (2) var,o,ne batının renkli ışıklarına, ne doğunun genç nuruna benziyor. Daha Ziyade güneşle, ayla münasebeti olmıyan, rüyalarda, hülyalarda hissedilen, şi- mal masallarının resimlerinde farke- dilen garip bir yarım - aydınlığı ha- tırlatıyor. Ormanlar üstü tabii yeşil kemerli yollarla dolu, yapraklardan sızan bu yarım - aydınlık, menekşeli ağaç altlarını, kır çiçeklerile kaplı ye. Şilliklerini unutulması müşkül bir hülya rengi ile boyuyor. İsabel Fry'in birkaç tane köy evi vardır. Hepsinde, o seviyedeki İngiliz ailesinin anane, zevk ve idealini gö- rürsünüz. Bunlardan bugün yâşadığı on beşinci asırda yapılmıştır. Fakat o hafta gittiğimiz tarihi olmamakla beraber içinin döşemesi, etrafının yes şiiliği, sahiplerinin hayat tarzı pek bariz surette yerli idi. Şair Masefield ile karısı yazı orada geçiriyordü. John Masefield deniz şiir. leri ve henüz oynanmış bir piyesi mü. | nasebetile kendinden çok bahsediliyor. du. Herhalde o gün hâlâ genç sayıla- bilir, istikbali önünde nihayetsiz şey- ler vadeden bir şairdi. Karısı onun kır- ka basmadan en büyük eserini yaz masını istiyordu. Kendisi o sakin köy evinde piyesleri arasında en meşhur olan (Pompöe)yi hazırlıyordu. San Nobel mükâfatının Roosevelt'e ve- rilmek istendiği söyleniyor Alfred Nobel İsveçli bir kimyager- dir. Keşiflerile meşhurdur, 1833 se- nesinde Stokholm'da doğdu, 63 ya- şında olarak, 1896 da İtalyada San Remo'da öldü. Nobel, 1867 de nitrogiycerine'i patlayıcı bir madde haline koymuş. tu. Hatta yaptığı tecrübeler esnasın- da lâboratuvarı harap olmuştu. Dİ- namiti de icad eden kendisidir. 1887 de dumansız barut yapmış, dynami- te gömme maddesini meydana getir- miştir, Bu yıkıcı icadlarından dolayı mil- yonlar kazanan kimyager kazancını hayırlı mükâfatlara hasretmek İnsa- niyetini gösterdi. Böylelikle kefare- tini vermiş oldu. Bununla beraber; dinamitin I açmak, yol yapmak gibi birçok f işlerde kullanıl dığını uni ği Nobel, 1895 senesinde bir vasiyet- name yazarak mükâfatlarını beş kıs- ma ayırdı. Bir sene içinde fizikte, kimyada, fiziyoloji ve hekimlikte, edebiyatta, sulh idealini aşılamakta en fazla muvaffak olanlara, hizmet- GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİİ NOBEL KiMDIR? saçları dağınık, mavi gözleri. soluk, mahcup ve ilk görene şahsiyeti silik gibi gelen bir adamdı. Ayaklarının ucuna bâsarak yürüyor, az söylüyor, daima köşelere büzülüyordu, Fakat yalnız kalıp ta bana henüz bitmemiş olan (Pompde)sini okuduğu saman, üslübu kudretli, kafası hakikat yara» tic! bir sanatkâr hissini verdi. Ve eser bende o kadar kuvvetli bir tesir yapta ki, neşredildikten sonra - o günkü ho- yecanı kaybetmemek için okumadım. O gün Masefield'in sanat ihtirası kuv- vetli görünmekle beraber kral şairi ol. * mak ihtimalini ne düşünüyor, ne de İğ. tiyordu. Bugün Poet - Laurcate (3) ün- vamnı taşıyor. Bu ünvani Lord Tenny« son gibi büyük şairler taşıdığı gibi edebiyat tarihlerinde pek ön sırada olmıyanlar da taşımıştır. Masefield'- den evvelki hakkında hayli tuhaf hi- kâyeler deveran eder. Amerikalılar bu ünvana çok ehemmiyet verdikleri içim davet etmişlerdi. Amerikada hiç ko- nuşmamış, soğuk.durmuş ve alayı s6- ven Amerikan gazeteleri ondan «kra- ln kanaryası ötmedi. serlevhası al. | tında bahsetmişlerdi. Fakat herhal de Masefield Amerikada sık ve. çok ölen bir kral kanaryasıdır, ve orada çok şöhreti vardır. Fakat İngülizlerin bazılarına nazaran eski ilhamı kal mamış, ateşi sönmüştür. Hâlâ Acade- mic vaziyeti baki olmakla beraber ya. zıları bana Pampee günlerindenberi sa» nat merdivenlerinin aşağı basamakları. na inmiş gibi gelir. Gerçi resmi mevki, servet ve şöhret mutlak bir sanatkârın İlhamını söndürmüyor. En zengin ve meşhurlarından olan B. Shaw «Allahı arıyan kara kızın sergüzeştleris (4) gibi küçük bile olsa deha ateşi yanan eserler yazabiliyor. Fakat bunlar is. Üsna teşkil eder. Büyük ve daimi kıy. © meti olan eserler ekseriyetle ihtiyaç ve mihnet günlerinde yazılıyor... Kıs- men bakkala, kasaba, ev sahibine borcunu vermek, «viran olası hanede. ki evlâdı âyali beslemek, kısmen de sa- nat hümması içinde derdini unutmak için yazanlar çok zaman pek özlü ler yaratıyor. Hafta sonu misafir de, ev sahibi de hakikat istediği gibi dinlenir. İsabel Fry ve Masefleld ailesine öğlelerden sonra, hattâ yemeğe bir hayli misafir geldi. Fakat ben istediğim gibi dolaş» tum, gezdim. 4 (1) (Dikkat, dikkati minasma tasyiğ Didası, (2) Crepuacule, (3) Kralın sarayına merbut muayzen bir tahsisatla beraber verilen bir ünvan- dır. Bunu alan şair kralın isim günlerine de ve diğer resmi ve mili vesileler rine şlir yazmakla mükelleftir. (6 The adventurer of the Black in her search for God. ye için Nobel tarafından birakılan para kırk milyon frank kadardır. Mükâfatlar bu paranın falzidir. Ki. me verileceklerini, İsveçteki oakade- mi ve enstitüler tayin eder. > Bu mükâfat 1901 denberi her muntazaman dağıtılmıştır. muhtelif milletlerde kimseler almışe lardır, ; “ 400 sene evvelki bir yangın | 400 sene evvel bugün İstanbul en büyük felâketlerinden birini geçir. | mişli. Zaten yangınlarile meşhur | olan şehrimizi, tarihe hatıra biraka- j cak müthiş alevler sarmıştı. Kanuni Sultan Süleymanın dey. | riydi. Boğdan, Venedik, Arabistan | seferlerinde zaferler kazanıldıysa da, dahilde veba çıkmış keyif kaçmıştı. Şimdi de bu yangın, âlemi matems garkediyordu. 4 temmuz 1539 senesinde Tersane mahallesinde o kadar şiddetli bir ateş baş göstermişti ki tersanede bu- lanan esirlerin cümlesi canlı canlı j ması yüzünden limanın öte tarafına Hİ