4 Mayıs 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

4 Mayıs 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AŞK VE MACERA NUVELİ MEÇHUL VADI Doktor Şazel isminde bir Fransız hekimi istirahat için Alp dağlarının feteğinde Malmor köyüne gidiyor. Kendisine, burasının hiç enteresan olmadığını söyledikleri halde bu ka- (Ya duvarları bilhassa «Geçilmez Hailş idenilen noktayı görmek istiyor. Köyde her kime bu noktadan bah- /5*tse cevab alamıyor. Sanki bu lâ- inetleme yer hakkında izahat verir- lerse üzerlerine şeamet sıçrayacak- M4Ş gibi köylüler korkuyor. — Oraya girilmez... Kim o dağı aş- mak istediyse yuvarlandı, öldü... Ne- tice Sesedileri kaldırdık. Bir de eski €lsane var... Çok seneler evvel güya Mmsanların . geçemiyeceği bu kayalar Arasından keçi derili, çıplak, eşek gi“ bİ anıran ve kanlar içinde bir yaba- Mİ adam köye inmiş... Yaralarını te- dâyi için doktorlar yetiştikleri zaman Ölmüş, . Ne olduğu, nereden çıktığı fanlaşılamamış, . Otelciden bu sözleri işiten dokto- Tun inerakı arttı — İnsan böyle şeylere «Efsanedir!> diye omuz silkmemeli... Ekseriya on ST vesikalara dayanan tarihlerden daha doğru ve hakikidirler... - mü- i . İtlâasını yürüttü, Bu «Geçilmez Hailş i yakından gör- (mek istedi, Mehtaplı bir gecede ka- İYalklara tırmandı. Oraya yaklaştı. iKoca taşların arkasından kulağına bağultu, inilti gibi sesler geliyordu. ÇİN! dehşet kapladı, Ve taşların üze- İFİNden yuvarlana kapaklana, tekrar (“teline döndü Şimdi yakından görüp anlamış bu- Tunuyordu: Evet; bu yalçm dağların ne geçmek İmkânsız... Buna Kani olarak civarda bulunan mede- Nİ bir eğlence yerine döndü. İndiği otelde dağcılıkla şöhret al #M$ bir İsveçli sporcu tanıdı. Sanki €skidenberi ahbapmıslar gibi sevişti- ler, Doktor, bu kazalı spordan ne zevk Yduğunu sorunca delikanlı, gözle- İrinde parlıyan mistik bir alevle şöy- gile anlattı; — Tecrübe etmiyenler bu zevki an- İyamaz... Belki risk aşkı!... Belki de f şey... Nefs üzerine galebeden İdoğan bir inşirah... Kartalların yu- Vâsına ulaşmak!.. İnsanlar için mem- MU bir sahayı fetehetmek... Beşerin kitletmediği bir havayı teneffüs et- Mek!... Bu harikülâde zevki haya- unda iki defa tattım. Kimsenin ayak basmadığı tepelere ilk defa ben çık- İlim... Fakat artık keşfedilmemiş nok- Alâ kalmadı, Bugünkü günde her sir- Ve lekelidir.. Bu sözleri söylerken sesinde öyle İ9İF yeis vardı ki, doktor, dayanamı- Yarak: — Kimsenin aşamadığı bir kayalık Yür Ben yerini biliyorum. Hem de Öyle pek yüksek değil... Ancak 2500 ğ ık... Meseleyi anlattı. Tabii bunu işiten delikanlı derhal Meveslendi ve gitmek kararını verdi. Doktor, İsveçli genç ve üç tecrübeli klavuz, yola çıktılar. Bir gece Mak Mor'da kalındı, Doktor tırmanışa İş- irak etmiyecekti. Zira bu işte tecrü- fear değildi; arkadaşlarına bar ok Pak ihtimali daha çoktu. Şazel, boş bulunup delikanlıya, bu Yeri haber verdiği için vicdan a: Sekiyordu, Ya bir kaza olursa diye #rkuyordu, Otelin küçük odasından Safilenin tırmanışını dürbinle takib ti. Ne zahmet! Ne maharet! İşte İsveçli, tepeye erişti. Fakat “ehşeti Doktor bir feryad kopardı. Delikanlı öteyana oyuvarlanmıştı. 'P koptu. Kılavuzlar hevenk gibi bir let asılı kaldıktan sonra, bu ta- uçurumdan aşağı düştüler. Mayiüler cesedlerini topladı. Doktor günlerce arkadaşmı aradıktan , ümiğsiz, Parise döndü. © günden itibaren doktor, Fikri halinde, arkadaşının nağsını almak için çırpınıyordu. Bir tayya- İ dostu vardı. Marsel isimli bu Mence derdini açtı. Zaten gazeteler Macladan bahsettikleri için onun Mal- Mor hakkında fikri vardı. — Dört yanı aşılmaz kayalıklarla Manlığır diye idiz olunan şu meç- Du vadiyi bulabilsek ne keşfolurdu!.. kuzum, Alpleri tayyare İle aşar- ken dikkatini böyle bir yer celbetme- di mi? — O sipsivri taşların ortasında ne farkedilir? Zaten ekseriya sis vardır. Maamafih, mademki sen merak sar- dın, gidelim... Yakında son model otojir tayyarem bitiyor, Her noktaya konmak hassası olan gayet küçük model otojire bindiler. Akşam üstü Parise döneceklerini ka- tiyetle umuyorlardı, Malüm noktaya geldikleri sırada yavaş yavaş alçaldılar. Marsel, hay- retle: — Aşağıda arpa tarlası var! - diye bağırdı. - Haydi inelim! Sarsıntısız, kolaylıkla kondular, Sürülmüş topraklar üstüne atladılar. Ve sağdan soldan uzun saçlı, uzun sakallı, çıplak vücudleri postlara bü- rünmüş adamların bağırarak koşuş- tuklarını gördüler, Kiminin elinde sopa, kiminin taş, balta vardı, Anla- şılmaz kelimelerle bir şeyler haykırı- yorlardı. Aksi gibi gençlerin yanında silâh da SR MEK yıp bir kulübenin önüne götürdüler. Beyaz sakalı göbeğine kadar inen bir adam ağır ağır bir şeyler söyledi. Bel- Ji ki mahdud bir lisandı bu, Ayni ke- limeler mütemâdiyen tekerrür edi- yordu. İ o İhtiyarın yanında harikülâde gü- | zel, yüzünün saf ifadesile ışık gibi i parlıyan bir genç kız duruyordu. Yanında da ona benzeyen ve onun kadar güzel bir delikanlı... Belli ki kardeştiler. Kız, ahenkli sesile ihtiyara bir şey- ler söyledi. Sonra adamlar esirlerini ayrı ayrı birer kulübeye hapsettiler. Gözüne bir türlü uyku girmiyen doktor, gece geç vakit, yaprak hışır- tuları işitti, Kulübesinin aralığından tarıdığı bir el uzandı. Bu, Eristi- anson'du. Ölmüş sandığı arkadaşına kavuşunea bütün derdlerini unuttu ve sevinç içinde delikanlıya sarıldı. Meğer İsveçli, kayayı aşımea düş- müş; lâkin yumuşak bir yere yuvar- lanmış. Yarası tehlikeli olmadığın Gan iyileşmiş. Meçhul vadinin -ehali- si onu esir almışlar; evvelâ öldür- mek istemişler; fakat sonra ise yara- diğını görünce bırakmışlar. Zira de- likanlı topraktan güzel kâseler yap- Meçhul vadiye indikleri yaman, etraflarını çıplak ve sakallı adamlar sarmıştı yoktu. Vahşiler iki yabancıyı yakala- | Noğle Roçer'nin La vallf perdue İsineli romanındn hülâsa eden: (Vâ - Nâ) masını biliyormuş. Bu da yerlilerin Son derece işine yarıyormuş. Şimdi o, vahşilerin llsanlarını kav- ramuş, âdetlerini öğrenmiş, şöyle an- latıyordu: Medeniyet ilerledikçe bunlar yağma- dân kandan, ölümden kaçarken, mü- temadiyen azalarak nihayet bu ka- yalıklar arasına sığınmışlar... Şef- leri yaşlı, akılı, mübarek adam... Küçücük Xavmini medeniyetin bü- tün hırslarından, felâketlerinden ka- yırmak istiyor... Onün için fesad ge- tirici yabancıların içeri girmesine tahammül edemiyor. Dört sene müd- detle kardeş kardeşi öldüren mede- niyetlerden nefret ediyor. Bütün kü- renin üstü cesedle doldu! diyor. Her İ mumr keşfi getirmek ihtimali olanı öldürüyor. Benim zararsız sanatimi İ görünce memnuniyetle kabul etdi. İ Yaşamama razi oldu. Ancak bura- dan çıkmamak şartile. Kaçmağa kal- İ karsam vurulacağıma eminim. Siz de iki arkadaş şimdi idama mahküm- sunuz. Lâkin belki benim gibi sizler. den de istifade edilebilir diye o gü- zel genç kız dedesini kandırdı. Senin hastaları tedari ettiğini öğrenirlerse kurtulursun. Arkadaşının söylediği bu ümid ve. rici sözler doktoru biraz sakinleştir- mişti. Nitekim biriki gün sonra hasta bir çocuğun yanına çağırıldı; zi- ra İsveçli, arkadaşının hekim: oldu- ğunu haber vermişti. Kendi araların- da da hekimlik yapanlar vardı, Lâ- İ kin iptidai olduklarından Fransız | doktoru elbette onlardan üstündü. Muvaffakıyetle bir çok hastaları iyi- leştirmesi kendisine şöhret verdi. | Artık rkadaş serbes dolaşıyor. lardı. Evler rer küçük kulübe... Herkesin erazisi var... Çalışmayan yok... Fakat burada çalışma neşe ha İ linde... Herkes hayatından mem i mun... Ablâklar son derece sağlam.. İ Ne bir ihanet, ne tecavüz, ne hırsız- — Bunlar taş devrinin adamları... hk!... Para mefhumu mevcud de! gil... Harikulâde bir manzara... Ka- ! yalardan akan taze ve temiz sular... Ve herkesin yıkandığı bir dere... Bü- tün Aletler taştan... Bir küçücük bi- çağı yapmak için belki aylarca uğ- raşıyorlar. Lâkin zaman kaybetmek diye bir kaygıları olmadığı - için esef- lenmiyorlar.... İsveçli bu hayattan son derece memnundu. Esareti hiç ağır gelmi- yordu. Tayyarecinin ise âsabı bozu- Tuyordü. Bütün emeli kaçmak! Bir gün Kristlanson'a sordu: — Kuzum! Sen bu hayata nası) İ tahammül ediyorsun? Tiyatroları, sis | hemaları, elektriği, kitapları, konfo- ru aramıyor musun? — Bu basit adamların hayatları | bana en İyi yazılmış kitaplardan en- teresan geliyor. Müzikle tiyatro ise Bakın... - dedi ve kulübenin kapısı- nı açtı: — Zirvelerde rüzgârların iniltisi... Bu manzaranın harikulâde. liği neyle kıyas edilir?... Hangi çalgı ile, hangi sineme ile... Doktor da gitmek meraklısı de- gildi. Zira genç kıza çılgınca âşıktı. Üç aydanberi bu meçhul vadide mahpustular. Bir gün tayyareci: — Bakın, ne yapım... - diye bir kaç kâse dolusu koyu renk bir mayi getirdi. Tattılar. Değ çileklerinden yapıl mış ispirtosu kuvvetli bir içki, Me- ğer Marsel'in (gayesi, ihtiyarların dua için dağa çıktıkları vakit kalan- ları sarhoş ederek kaçmakmış... Plânını tatbik etti. Tayyareye bin- di. Arkadaşların — Haydi, çabuk olun!... Atlayın... Gidelim... - diyordu Fakat doktor kıza gönül verdiğin- den ve İsveçli genç te hayatından menun olduğundan tereddüd ettiler. Motör patırtısını işiten ihtiyarlar geldier ve tam uçacağı sırada taş reyi yaktılar, Üç gencer kulübele kapattılar. Ertesi sabah doktor, kapısının önünde tayyarecinin cesedini buldu. Bu, bir tehdiddi. Şimdi kendi hayat- larının da tehlikede olduğunu his sediyorlardı. İki Ayrupalı kaçmak istiyor, fakat bir türlü çaresin! bula- mwyorlardı. Şefin torunu güzel de. likanlı, ölen tayvarecinin medeniyet hakkında verdiği fikirlerin te al tında gitmek, oralarını görmek is tiyordu. Esirlere, beraber kaçmak teklifinde bulundu. Fakat proje du- yulmuş olacak ki, tam ferdası günü yerli delikanlı da öldürüldü. Büyük baba, kavminin selâmeti metli torununa kasdetmekte tereddüd | göstermemisti Cenaze merasiminden sonra İki ecnebinin de kurban gideceği karar- | laşmışlı. Memleketin âdeti kendine uyan bütün sıfatları isim makamın- da kullanmak olduğu için güzel kı- za kimi <Aydımlık., kimi «Güneş>, kimi «Ferah; derdi. Doklorun terci- hen alşık» dediği bu kızda erkeğe şıktı. Bilmediği memleketleri gör- mek arzusuna Kapılan diğer yerli bir genç erkeğin yardımile, kaçmalarını temin etti, | Kayaların altmdaki dar mağaralar- dan geçtiler. Sarp kayalar, esrarii bir şekilde döndü; arkalarından kâ- pandı. Ve ikisi medeni, ikisi vahşi; üç erkek bir kadın, Malmor'a vardı- lar. Doktorla İsveçlinin üstleri baş- ları lime lime idi. Vahşiler ise iptidai kılıklarile dikkati celbediyorlardı. El- bise tedarik ettiler. Genç kız, modem kılığile harikülâdeliğini biraz kaybe- der gibi olmuştu. Ökçeleri üstünde sendeliyerek yürüyordu. Hür alışmış ayaklarını iskarpinler incitiyordu. Parise varmak için binecekleri treni istasyonda gördükleri vakit iki ya- bani genç, avazları çıktığı kadar kor- kuyla bağırdılar, Işık, beti benzi soluk, medeniyetin ortasına vardı. Şaşkın ve korkak, et- rafına bakıyordu. Hele Pariste olo- mobilleri, elektrikleri, hoparlörleri, petırtıyı görüp işitince büsbütün fe- nalaştı. Taş devrinden yirminci as- rın göbeğine atılmak zihin durduru- cu bir şeydi. Bisikletli adamları baş- ne ka cins mahlüklar sanıyorlardı. Ya © çok parlak ve büyük gözlü, tasav- vur edilmeyen bir süratle yürüyen ve insanları içlerine alan hayvanların İ me olduğunu bir türlü anlıyamıyor- lardı, Doktorla İsveçli filhakika medeni- yete kavuşmuştu, Lâkin unuttukları resmi muameleler vardı. Bu iki ya- bancıyı polise nasıl kaydettirecekler? Ne isimleri, ne yerleri, ne yaşları belli olan bu insanların menşeini nasıl izah edecekler? Akıllarma İspanya harbi geldi. Kaçan Cümhuriyeteller- den dediler. Bütün bu yenilikler öyle sarsm t: ki kız hastalandı. Şiddetli bir beyin hümmasile yattı. Doktor onu kili ğinde canile başile tedavi et diye sicile yazılan vahşi erkek ise da- ha çabuk yola geliyordu, En büyük merakı makinelere idi. Biraz konuş- mağa ba ıktan sonru makinistlik öğrendi. Şimdi artık Işık ta süsleni- yor... Allık.bile sürüyordu. Bir kaç cümle fransızçayı da beceriyor Fakat gözlerinde dâlma gizli bir zün vardı İsveçli, memleketine giderken dok torun me vadi hakkında tasav- vur ettiği konferans vermemesini tavsiye etti, Bırak! Rakatlarını bozma Medeniyeti oraya sokma! Günahtıri- diyordu. Genç kızla doktor sevişiyordu, Ev- leneceklerdi. Alfonso ise, artık şehre alışmıştı. Birkaç Sefer paralar çaldı. Bar, dansing dolaşıp eve sarhoş dön- dü, Bu hali gören Işık son derece müs teessir oldu Konferans günü, doktor, antropo- loji ile uğraşan bütün âlimlere meç- hul vadiyi bildirdi, Alfonso'yu canh vesika ol tanıttı. Vahşi dı h gazetelerde resmini görünce İr dai benliğinde emsalsiz bir gu uyandığını duydu. Bu şöhret sarhos ığile kendini büsbütün kaybetti, Bir eğlence akşamı içti ve barın kasa. sından para çalarak kaçtı. Yakala- mak için takib eden bir adalyı da öl dürdü, Sonra sanki hiç bir şey yap- mamış gibi eve dönüp muşli mışıl uyudu Polisler kapıya dayandı. Alfonso'yu yatağından kaldırdılar, O, hayret ve tebessümle bakıyordu. Kabahat işle- diğini katiyen kav: iyor; çetrefi lisanile: - Avladı caklardı... Ti: parayı elimden ala- dürdüm! - diyordu. üldü, Bir müddet son- Ta biçare gencin basını duvarlara vü- | Ta vura kendini öldürdüğü işitildi Bu hadise Işığı büsi sarstı, Öğrenmek yen nazarlarla etrafı- ; at Insanların bu hay- lü kavrayan du. Meçhul vadiye bir keşif eti gi- decekti. Doktor da bu meyandaydı. Genç kız da birlikte gitmek için yal vardı. Malmor'a geldikleri zaman, bir gece, doktor, Ti k gunu gördü. Onu deliler gibi her yanda aradı. Fakat bir türlü, izini bulamadı. Tayyareler, kayaların üstünden uş- tu; âlimler dürbinlerle baktı; biç bir yerde hiç bir hayat eseri görülmedi. O gece alkışlanan doktoru şimdi her- kes palavracı sayıyordu. Bütün şöh- reti, itibarı mabvolmuştu. ses Şezel bu hikâyeyi bana not halin- de vermişti — Ben gidiyorum... İki seneye ka- dar dönmezsem neşredersin! - de mişti, Gelmedi, neşrediyorum. Notların nihayetine de şunları yaz- mış: «Aldanmadım, hayale kapılmadım. Evet. Orada yaşıyan İnsanlar vardı. Gözlerimle gördüm, Fakat nereye gittiler? Ne oldular?. Nasıl saklandı. Jar Muhakkak ki Işık gizli kayalar- dan girip medeni Insanların gelece- ğini onlara haber verdi. Katiyen bu bir rüya olamaz. Bu, hakikattir? Bey- nim sarsıhyor.» Hülâsc eden: (Vâ - Nü)

Bu sayıdan diğer sayfalar: