AKŞAM Yunanistanda 10 gün: 5 Makedonyanın çok şirin, aynı zamanda sanayi merkezi bir kasabası: Ağustos Ağustos Bursanın Çekirgesine benziyor. Buradan da yemyeşil bir ova görünüyor Selânik — Yunanlı meslektaşları. 'mız, Selânikte kaldığımız iki gün zar- fında, bizi Ağustos kasabasına götür- meği ihmal etmediler. Sabah saat do- kuzda Beşçınar civarındaki şimendi- fer istasyonundan iki vagonlu bir ölwirezin ile Ağustosa hareket ettik. "Ağustos, Selânikten 80 - 90 kilometre uzakta ve Manastır şimendifer yolu Üzerindedir, 'Trenle seyahatimiz, iki Baat kadar sürdü. Bu seyahat esnasın- dn, Yunanlıların Vardar nehrinin iki tarafında küruttukları bataklıkları gördük. Dülma balçık ve çamurla do- Yu olari bu yerler, bataklıklar kurutul- duktan sonra tarla haline ifrağ edil- miş. Şimdi bu tarlalara ekilen buğ- daylar, Vardar ovasına yemyeşil bir manzara veriyorlar. Ağustos istasyonuna vardığımız zâ“ man, şerefimize ağaç dallarından ya» Pılmış ve Türk - Yunan bayraklarile Süslenmiş olan bir tak ile karşılaştık, Minimini mekteb talebeleri, başların. da muallimleri ve mahalli hükümet erkâni bulunduğu halde bizi karşıla- mak için, istasyon binasının önünde sıralanmışlardı. Mekteb talebesi ve etraftan gelmiş köylüler, bizi uzun uzun alkışladılar, kendilerine teşekkür ettikten sonra otomobillere bindik, Ağustos kasabası, $imendifer istasyonundan yirmi daki- ka uzaktadır. Kasabaile istasyonu, muntazam ve geniş bir şose bağlıyor, otomobillerimiz, İki tarafı, çınar, sö- ğüd, çam ağaçlarile örtülmüş yemye- $il bir dekor arasından ilerliyor, yolun Sol tarafına yaslanan tepelerden şarıl şarıl çağlıyanlar, akıyor, yüksek- lerden dökülen çağlayanların, kaya- lâra çarpıp ta yukarıya yükselen su kabarcıkları, güneşin ışıkları altında, tanelerini andırıyor, uzaktan erin tatlı nağmelefi uzun uzun ti andıran bir dekor içinde- | ide, yüksek bir tepe- nin zirvesinden dökülen *çağlayanı temaşa için biraz durduk. Osmanlı zamanından kalma bir iplik fabrika- Sını gezdik, Fabrika müdürü, iplik yapmak için kullanılan pamukların Adanadan getirtildiğini söyledi. Fab- Tika müdürünün verdiği izahatı din- ledikten sonra, tekrar otomobillere atlıyarak beş dakika sonra meşhur Ağustos kasabasma vardık. Burada ümid ve tahminin fevkinde canlı ve hararetli bir tezahür ile kar- şılaştık, Erkek, kadın bütün Ağustos | halkı, milli kıyafetlerini giyerek bizi karşılamak ve alkışlamak için sokak- lara dökülmüşlerdi. Otomobillerimiz, alkışlıyan, eyaşasın Türkler» diye can ve gönülden bağıran halkın arasın- dan yol açmak için epeyce müşkülât çekti. Halkın alkışları arasında 20r- Tukla yürüyerek kasabanın meydanı- na gelebildik. Binlerce halk, geniş meydanı, çevrelemişti. Meydan Ağustosun yüksek ve uç- suz bucaksız gibi görünen yemyeşil Ovasına nazır... Bu yüksek yerden etra- fa bakarken, kendimizi âdeta Bursa- nın Çekirgesinde sandık, Dekor o de- kor, manzara o manzara... Denebilir ki, tabiat, burada ikinci bir Çekirge, ikinci bir Bursa ovası yaratmış. Yal- niz Ağustosta, fazla olarak şelâleler ve çağlayanlar var, Ağustos belediye reisi, yemyeşil ova- ya hâkim olan yüksek meydanda, şe- refimize büyük bir kır ziyafet sofrası hazırlamış, radyo, mütemadiyen Türk ve Yunan havalarını çalıyor. Beledi- yenin ziyafeti, büyük bir neşe ve sa- mimiyet içinde cereyan etti, Hararet- M nutuklar teati edildi, sonra da Ağus- tos dokuma fabrikaları gezildi, Yunanistanın en büyük dokuma fabrikaları, Ağustosta bulunuyor. Se- bebi, fabrikaları işletmek için lâzım Gelen kuvvet şelâlelerden parasız is- tihsal edilmesidir. Bu şelâlelerin kuv- Vetinden istihsal edilen elektrik cere- Yanı için yapılan yegâne masraf, tur- binlere verilen paradan ibaret kalıyor. Yunanlı meslektaşlarımız, bize bir çok Türk gazetecilerine Selânikte verilen Kır ziyafetinden bir köşe “ ” dokuma ve kumaş fabrikaları gezdir. diler. Ağustos kasabasınm bütün halkı, bu fabrikalarda çalışıyor ve maişetini bol bol temin ediyor. Ağustosa yaptı- ımız gezinti, modem tarihi Olimbiya, kasabasına yaptığımız seyahat kadar bizde derin ihtisaslar uyandırdı, Çün- kü tabiat Ollmbiyada olduğu kadar Ağustostan hiç bir lütfunu esirgeme- miş. Hava kararirken halkın alkışları ve yaşaları arasında istasyona dön- dük ve Selâniğe geldik, Ahmed Hilâli Iki tarihi mezar Kara Mustafa paşanınkesilmiş kafasının Edirnede gömülü olduğu anlaşıldı tanbulda mı vey& Erinede mi gömü“ lü olduğu henüz kati surette anlar şılamamıştı. nr» defa Trakya umumi müfettişi general Kâzım Dİ. rik otarafından Edirnede yaptiri- lan o tedkikğerde Kara Mustafa pa şanın kesilmiş ka fasının Edirnede Trakya fatihlerin- den Sarıca paşa camisi hatiresin- de gömülü olduğu anlaşılmıştır. Merzifonlu ve- zirin mezar taşının kitabesinde şu yazılıdır: Ser serdarı ekrem sadrizam Mustafa paşa edip rihlet civarı evliyada eyledi meva Kusuru yoğiken sâyl gazada minveehi ner'an Baldü hem şehid oldu ola Firdevs ebed sükna 1095 Bu mezarın yanıbaşında gene Mer- gifonlu ile Viyana seferine iştirik eden ve Merzifonludan iki sene son- ra Belgradda Abdi oğlu Mehmed | adında biri tarafından katledilen Budin valisi Melek İbrahim paşanın mezarı vardır. Melek İbrahim paşa mezar taşının kitabesinde: Vali Bdinken İbrahim paşa kölenin Vermedi bir taşın etti düşmanı cenk ile mad Dediler eğe Melek rişketti cengine felek Bulmadı desti kazadan Akibet bir dem necat Hak taalâ nimetin efzun ede mağfur ede Kıldı bin doksun yedi salinde ol gazi vefat 1097 Yazılıdır. Trakya umumi müfettişi general Kâzım Dirik, yeni yapılan Edirne şehri imar plânında bu iki tarihi simaların mezarlarının bulun- duğu Sarıca paşa camisilo hatiresi- nin muhafazasına ve Sarıca paşa ca- misinin İyi bir duruma sokulmasına, karar vermiş ve caminin tamiri için umumi müfettişlik mlmarna keşif lerini yaptırarak Vakıflar umum müdürlüğüne göndermiştir. Keşifler tasdik edilmiş ve gelmiş olduğundan Sarıca paşa camisinin ta- mirine ve Merzifonlu vezir ile Budin valisi İbrahim paşanın” mezarlarının etrafının açılmasına ve temizlettirik. mesine başlattırılmıştar. Bu suretle bu İki tarihi simanın hatırası ortaya çıkarılmıştır. Yazan; Sermed Muhtar Alus | Sahife 7 'Tefrika No. 65 NANEMOLLA Bunlar oranın erkânından — Bir kaç kişiyi de yere serdin ya tosun!.. — Şişli bastonunu oynattın helbeti Pembeten, başı Sarılı, gözleri ça- paklı, sol kolu omuzuna asık, mabe- yinciler dairesine girerken gözüne ilk ilişen haremağasile hacılaştı: — Ağacığım, hazinedarı hümayun ve sermusahibi şehriyari Cevherağa efendi hazretleri makamı ulyaların- da mi, yoksa istirahat üzereler mi? Vakit geç. Altmışlık arab gündüz bile uykuda... İkinci numarayı sordu: — Musahibi sani Haşim âğa efen- di hazretleri?.. Bunun cevabı da keşmekeşte... Ağla- fendi vakın hayızdan, nifastan nasib- siz, fakat o derece tiryaki ki akşam olur olmaz bölüğüne kapanıyor; hiz- metindeki çitlenbik gibi çerkes kızla- rına gece yarılarına kadar diz, bacak uğduruyor. Ellâfetpenahı çağırsa at- latıyor: — Haşim kulunuz, malümu haşmet- penahileri, genc evca ve âlâm içinde, Desturun, huzuru mülükânelerinden ırak, kalçai yesarının kulunç yelleri tutmuş. Sertabibi hümayun Marko paşa bendeleri yataktan çıkmamaklı- ği tavsiyesinde bulunmuş... Eşref boş döner mi? — O halde valide sultanı aliyetü: nın başağaları, velinimeti çakeri Ra- miz ağa efendi hazretlerinin hakipayi hidivilerine yüz süreğim..: Pertevniyal valide sultanın başağa- fendisi, Pembeteni derhal dairei valâ- sına çağırtmıştı O de cihanı satın almağa pey verip te yan gelmiş gibi, Lulkenz kanepenin üstünde, başının altında kuştüyü yastık, üstünde la- hur şalı: . — Sol ayağımın parmak kaşıntısına dayanamıyorum kırmızı kulak. Bu mayasıla bir ilâç bul güze! başın için.. Nakibieşrafa (yani nakibüleşraf), Fet- va eminine, Gümüşaneli kazaskere okuttum... İşleri (yani içleri) şürük herifler; aptesisiz, gusulsüz mü nefes ediyorlar nedir, kaşıntı geçmiyor. He- kim ilâşları da faydasız. Yahudi Mar- ko, Kel Ömer, Frenk İspinoz (1) ayak tuzlu balgami demiş; ilâşları tesir et- memiş, Moskof elşisi İğretiyef bıyıklı- sının başdoktoru şapkalı da derdime deva bulamadı... Arab, mis gibi sıraca veremi, Sıraca veremi yalnız kulak altından, boyunla köprücük kemikleri arasından mı olur? Bununkisi de sol ayağında; çılk yara parmaklarının arası, Fazla lâfları sepete atalım, Pembe- ten, ağafendinin ağzından girip bur- nundan çıkmış, Lüikenz kanepenin önüne diz çöküp sarılı başını dizlere koymuş, arabi çabucak avcının içine alıvermişti: — Huda şahid, tam bir haftadır sa- rayı hümayundan çıkamamıştım ağar fendi hazretleri. — Dolab beygiri misin sen? Kuyu şeken atları, esterleri bile sıra ile ko- şarlar... Burun oynat, hekimlerden laport al, keyfine bak. Sarayda tek mabeyinci misin? Sadrazamları, şeyhislâmları cebin- den çıkaran arabı bu derecede görün- ce, Eşrefe gündoğmuştu. Pür talâkat, devamda: — Bu sabah, ser kurenayi cenabı cihanbani Mehmed beyefendi nezdi muşlardı. — Şelebidir o kırmızı kulak... — Müşarünileyh, üstüste üç gece buralı imiş. — Kalbıyıklının (yani kıhıbığın diye- cek) biri. Şevketli ile gâvuristana git- ti. Kokonalar, maryangolar sakalına bayılmışlar; işkiler, eylenjeler ikram etmişler de avanak (İstanbulda helâ- Tim var) demiş.. — Tasdiatımı uzatmıyayım efen- ti. Malümu İnayetpenahileri, o küçü- cük zar hatır, gönül bilmez, — Şabuk söyle, yendin mi Kara Mehmedi?.... — Sayel devletinizde iki mars, bir oyun... Yerinden fırlıyan arabda ne masa; ne neşe; .(Dingala kabak dingala; kömür koymuş mangala) hesabı... Mayasıllı ayaklarını kaşıdığı parmaklarile Pem- betenin yanağına bir makas geçtikten sonra dışarıya haykırıyordu: — Getirin tavlayıl., Eşref, elpençe divanda: — O cürete ftisar terbiyeme mü- said mi ağefendi hazretleri?.. Pulların yarısını çıkarıp, gene bu çakeri mars edersiniz. Arab, Eşrefin sarıli başını, omuzu- na bağlı kolunu şimdi farketti: — Kaynana mı, kaynata mi sevdi seni? Beriki, artık girişti: — Velinimet ağafendimiz hazrelle- rine arzedecektim. Bu sabahki hava- nın müsaidliğinden bilistifade, Büyük Çamlıcada, nuru nigâhımız, şehzadel âli Yusuf İzzeddin efendi hazret lerinin kasrı hümayunları eteğine da- menipusluğa şitaban olmak istedim. — Eteğini vermez, uzatır ayağını. Öp kırmızı kulak!,. — Arzedeceğim (o ağafendiciğim.. Müşarünileyhin kasrı hümayunlarına varmadan akdem, hasmı canı hüma- yun, cehennemmekin Abdülmennan paşanın. «ft, Eşref, ertesi pa Ramiz ağayı zap- tiye nazırı paşanın odasına götürmüş- tü Dairel zaptiye fırka meclisi âzasın- dan ve sözü geçkinlerden miralay Vas- fi beyin, umum karakollar memuru Ekrem beyin, teftiş müdürü Hayri be- yin, alay beyi Zincirkıran Rıza beyin saatlerce müzakere ederek halleyliye- medikleri mesele ortaya konmuştu. Ramiz ağanın Zenci damarı üstün- de: — Padişah haini veledi, esrarkeş, saldırmalı, tabancalı oğlan İstanbul da duramaz... Paşa, sürejeksin O şap- kını... Vezir, müşir rütbesinde olsa İki bacaklı (yani iki bacalı) Ruad, Talaf Pertev gemileri sarayın önünde hazın, Böyle edepsiz bir yumurjak hümayu- nu sefine ile mi gidejek? Moskoflünün. elçisi, konsolları devlete lânet okurlar, Zaptiye nazırı vezir paşa da kalıb cıgaraları, limonatalar, şerbetler, don- durmalar yağmada: (Arkası var) (9) Nenin frengi?.. İspinoz dediği doke tor İspidaro... Bizim gençiiğimizde paşay« dı ve sağdı. ARR AM a De mA