) p cak aht ene ceti- arş” pas mim sesi cek (bir aci ena bu acar dye evi gul suk” olu dar kir 2550” arı keti çar sasi kas rav- ola 12 Ma Mayıs 1938 AKŞAM Sahife 9 Tiyatro sinemadan çok üksektir Sinemada bir artistin oynadığı rolü tamamen hissetmesine imkân yoktur Meşhur jön prömiye Cary Grant böyle diyor ve buna rağmen niçin filim çevirdiğini anlatıyor Artist diyor ki: “ Kadınlara karşı içimde bir kırgınlık var. Meşhur olmazdan evvel yüzüme bakmazlardı. Şimdi neyim değişti ?... Hattâ eskiden daha gençtim... ,, Cary Grant dünyanın en büyük tiyatrosu olan Hollywood Bowl'da bir tiyatro piyesinde oynuyordu. Sahne- hin kapısı yanında bekliyen hademe- İerden birine kartımı verdim. Artistle görüşmek istedim. Zaten kendisile Dunn'un bir filmi çevrilirken tar Biştim, Biraz sonra hademe geldi ve bana: - Birinci perdeden sonra mister Oran sizi sahnenin arkasında bek- İiyecek... dedi, Birinci perde alkışlar arasında bit- Yİ. Sahnenin arkasına geçtim. Dün- yanın en büyük tiyatrosunun sahne “ürkası görülecek şeydi. Piyeste rolleri wldn 8-10 iri köpek bir yanda... Bel- Ki yüze yakın mayolu dans kızı, kimi Yere yatmış, kimi zıplıyor, kimi ba Caklarını pudralıyor, Gayet zayıf bir âdam kırmızı bir şeytan kıyafetine girmiş... Aktörün belinden bir ip bağ- Ismışlar. İpin ucu sahnenin tavanın- da... İkinci perde de bu şeytan herke- sin gözü önünde sahnede uçacak... Şimdilik şeytan elindeki iki elmadan birini yemekle meşgul... Dans kızla” Tımdan biri şeytanı kandırarak elinde- ki öteki elmayı ulmağa savaşıyor. Hak buki ikinci perde şeytanı bu genç kı- 1 kandıracak. Yere uzanmış bir sürü mayolu vü- Cudün arasından geçerek Cary Gran- tin sahne arkasındaki küçük odası: Da girdim. Meşhur artist bir mayo Üzerine bornuz gibi birşey giymişti, Gülerek: — Kıyafetimi mazur görünüz, de- di, ne yapayım çalışışorum. — Arasıra tiyatroda da. oynuyor- sunuz demek ki... O memnun bir gülümseme ile? — Oooo, dedi, ben tiyatroyu çok Severim... Hattâ diyebilirim ki, sine- Miadan çok severim... İngüterede bir müddet tiyatro arlistliği de ettim, Ti- Yatroda insan oynadığı rolü tamami- J€ hissediyor. Halbuki sinemada hiç böyle değil... Sinemada kendinizi ro- İlnüze ne kâdar verirseniz veriniz ti- Yatroda olduğu gibi canlandırdığınız İnsanın hüviyetini tamamile alamaz- Biriz. Çünkü sinemada çalışmak çok tuhaftır. Oynıyacağınız rolün en son Sahneleri bakarsınız en önce çevrilir. $ dakika sonra filmin başında olan bir sahneyi size çevirtirler. Aradan bir Saat geçer filmin ortalarındaki bir Sahneyi oynarsınız. Bu suretle filim- de oynadığınız rolü tamamile hisset- Menize imkân yoktur, Halbuki tiyatroda piyes bir kere lar. Bütün sahneler hayatta oldu- Bibi sira ile geçer... Ve siz de ne oy- Dâdığınızı bilirsiniz, hüviyetine gir- Öiğiniz insanı bütün ruhunuzla yaşa- tabilirsiniz. — Peki... Tiyatroyu bu kadar sev- iz halde sinemayı niçin tercih €diyorsunuz? Yakışıklı artist güldü, parmaklari- Para işareti yaparak ilâve etti: — Unutmamalıdır ki, hayat için par Ya lâzımdır. Sinema da çok para geti- Yen bir'İştir. Ben tiyatroda yalnız sa- Mat için oynarım. Hani bazı amatör #sirler olur. Bankerlik gibi, büyük ti- Caret gibi işler yaparlar. Fakat arada T heveslerini yerine getirmek için lir yazarlar... İşte şimdi benim vazi- . tiyatro aktönlü iğüm de böyle b Grant'e sordum: >— En çok'hangi kadın yıldızlarla raber oynamaktan hoşlanırsınız?.. Güldü; — Bana arkadaşlarım «Talihli ak- | Cary Grant'ın Akşam okuyucularına hediye ettiği resmi töre, «Talihli jön prömye» derler. Hakikaten de böyledir. Birçokları beraber oynadıkları kadın arkadaşla- rından bazen hoşlanmazlar, Fakat ben hep sevimli, iyi kalbli, sanat ka- biliyeti yüksek kadın artistlerle oy- nadım. Hangisini sayayım bilmem ki... Meselâ Marlene Ditrihle oynamak başlı başına bir zevktir. Onunla sarı- şın Venüs filminde oynadık. Sohbeti çok tatlı ve son derece dikkate değer, mânalı, enteresan bir kadın... Marle- ne Ditrih perdedeki kadar esrarlı bir kadındır. O iki ayaklı canlı ve merak- lı bir bilmece gibi dolaşır... Cinsi ga- yet makbul bir kedi gibi sessiz, yavaş ve sevimlidir. Sesi bilhassa çok tesir- Hidir. Konuştukları üzerinde hürmet uyandırır... Carole Lombardla filim çevirirken hiç yorulmam... Çünkü o başlı başına İ bir şiirdir. Onunla oynarken insanı bir vazife bir iş yapıyormuş gibi ol- maz. Kendisile filim çevirmek bir zevk- tir. Mae West'in ilk filmini biz beraber çevirdik. Sizi Lemin ederim ki sözün- den sohbetinden en hoşlandığım in- sanlardan biri de Mae West'tir. Tah- min etmezsiniz o, ne neşeli, ne samimi, ne göründüğü gibi olan bir kadındır. İçinden geçen şeyleri katiyen sakla- maz. Düşündüğü gibi konuşur. Ko- nuşluğu gibi düşünür. Hakkında çı- kan dedikodular da böyledir. Sonra insan olmak itibarile de Mae West dünyanın en yüksek kalbli kadınıdır. Mae West'in geçindirdiği 20'ye yakın muhtaç aile vardır... Paraya zerrece ehemmiyet vermez. Meselâ artistler oynadıkları filimlerin parasını 3-4 tak- sitte alırlar. Başlarken bir, bir ay son- ra Ikinci taksit, sonra üçüncü ve filim bittiği zaman dördüncü taksit. Mae Westin filminden aldığı taksi- ti bir haftada yediği en tabii hâdise- lerdendir. Bir tayyareye atlar, Nev- yorka gider, gelir. Parasız döner... Mirna Loy'la oynamak da ayrı bir zevktir. Mirna Loy çok iyi bir arka- dâştır. O erkeklerle arkadaş olması- ni bilen bir kadındır. Hollivudun en yakışıklı jön prom- yelerinden addedilen Cary Grante sordum: — Kadınlar hakkındaki fikriniz nedir? Aynada bir yandan makyajını y&- parken cevap verdi: Kadınsız, macerasız hayatın şi- irsizliğine tahammül edemedim. Gü- zel bir kadın bir erkeği çalıştırmak, ona hayatta muvaffakıyetler kazan- dırmak için âdeta bir dinamo gibidir. Hayatta pek muvaffak olan birçok erkeklere dikkat ediniz. Muhakkak on- ları arkalarından muvaffakıyete doğ- Tu iten yumuşak bir kadın eli vardır. Bir kadın bir erkeğe neler yaptıra- maz ki... Fakat doğrusunu isterseniz ben kadınlara biraz da kızıyorum. Onla- ra karşı içimde eski bir kırgınlık var. Şöhretimi yapmadan evvelki zaman- ları bazen düşünüyorum; Binde bir kadın yüzüme bakardı. Halbuki şim- i,.. Bugün kadınların birçok iltifa- tma nail oldukça içimden bir isyan uyanıyor. Eski günlerimi hatırlayıp kendi kendime: — Niçin eskiden yüzüme bakan ol- mazdı? Şimdi neyim değişti ki... Hattâ eskiden daha genç, daha ateşli idim... diyorum. Genç artist durdu. Mühim birşey söyliyecekmiş gibi ilâve et — Sonra biliyor musunuz? Kadın- ların iltifatı iyi, hoş birşey... Fakat bu derece çok #ltifatları da bir er- keğin birçok hislerini darma dağınık ediyor, Meselâ aşk denilen güzel his- sinizi bu derece bol kadın iltifatı için- de kaybediyorsunuz. Etrafınıza o ka» dar çokeiitifat, o kadar çok kadın te- bessümü ve öyle bol, ümid verici ba- kışlar görüyorsunuz ki, âşık olmağa, tam mânasile sevmeğe vaktiniz olamı- yor. Halbuki meşhur olmayan bir er- keğin hayatında bir iki, haydi haydi, üç dört kadın vardır: Bunlardan bi- Tini seçer ve sever;., Hollivud da böy- le mi?... — Hayatta bütü emellerinize mu- vaffak oldunuz mu? — Aşağı yukarı... Çocukluğumdan fik gençlik devresine geçerken kendi kendime hayaller kurardım. O zaman- Jar en büyük idealim 2000 dolar sahi- bi, güzel ve biraz meşhur bir adam olmaktı, Kendi kendime düşünürdüm, 2000 dolar cebimde... Ağzımda bir yaprak sigarası,.. Meşhurum. Arkamdan bin- lerce kadın koşuyor. Ben dönüp bak- mıyorum bile... İndimde 2000 dolar pek mühim bir para idi... Kendi ken- dime bazen; — Ah derdim. Acaba 2000 dolarım olacak mı?...Bu para ile neler almam ki... Meselâ bir dükkâna girerim beş çift iskarpin birden alırım. Beş çift is- karpin;.. O günler için hayalimde ne mühim bir şey bu... Günler geçti... Şimdi 2000 dolardan pek fazla param var, İskarpinlerim ha- yalimde yaşattığım beş çift pabucun 10 mislinden daha fazla... Ara sıra ken- di kendime? — İşte şimdi istediğin gibi paran var... Bir dükkâna gir de canının diledi- | ği kadar fotin alsana... Lâkin param olduğu halde ne zamandanberi bir kunduracı dük- kânına girmeği canım istemiyor. Pa- ra kazanmak hırsı da içimde öyle son derece kuvvetli bir hâlde değil... Ka- dinların iltifafına çoktan kanıksağım. Çok defa içimden: — Keşki bütün kurduğum Hayal ler birdenbire hakikat olmasaydı... Hâlâ ümid içinde «Acaba düşündü- üm şeye kavüşacak mıyım?ş düşün- cesile yaşasaydım... diyorum. İnsanlar için saadet ne zaman bi“ tiyor biliyor musunuz? Her istediği o- Tup bittikten ve yapacak yerine ge tirecek hayali kalmadığı zaman... Saadete tam mânasile eriştiğiniz an- da, hayatınızın bütün bahtiyarlığı bi- tiyor. Ve bundan sonra sakin, hayal- siz, ümidsiz bir hayat başlıyor... Önümüzde bir gazete duruyordu. Bu gazetede Cary Grant'ın ev işleri yaptığı, arasıra yemek pişirdiği yazı- n idi. Genç aktör güldü: — Yemek pişirirdim. Parasızlık za- manımda... Sinemaya atılmadan ev- | vel. Ucuz bir pansiyonda otururdum... Bakkaldan et alırdım. Kendi kendime eti haşlardım. Suyunu çorba gibi içer, etini de «soğuk öt» diye dülim dilim keser yerdim. Bildiğim yegâne yemek bu idi. Bazen havuç da haşlar, topar- lak toparlak kesip etin yanına koyar- dım. Fakat bu havuçlu eti fevkalâde zamanlarda pişirirdim. Mütevazi pan- siyonuma güzel bir misafirim gelüiği zaman... Ne idi-o gençlik günleri... Bir dolara âdeta bir servet nazarile baktığım günler... Hikmet Feridun Es Mardin (Akşam) — İstasyon yolu üzerinde ve Firdevs bahçesi ittisalinde- ki parkta büyük bir vali konağı inşası takarrür elmiş ve binanın temeli atık mıştır, Gönderdiğim resim Mardin İlbayı B, Fehmi Vural temele ilk harcı kor- ken göstermektedir, iza emek. o