— Eski zaman kızları utandıkları zaman kızarırlardı, şimdi kızarıyoruz | diye utanıyorlar!.. mak istedi, berbere girdi, uzun Süka- ını tiraş elti... Ve göğsünü kabartarak evine geldi. Karısı kapıyı açtı, boynuna atıldı, yanaklarından öpmeğe başladı... Kocası memnundu: Demek sevindin sakalımı kes- mek beni tanınmaz hale koydu de- fil mir, — Sahi... Sahi çok değişmişsin. ben bile tanıyamadımdı!., — Geceleri evvelâ sizi düşünüyorum, sabahları son defa gene sizi düşünü- yorum, — Ters söylüyorsunuz. — Hayır, gece nöbelçisiyim!.. Aclar Karı koca hayli yürümüşler, hayli yorulmuşlar, hayli de acıkmışlardı. Nihayet deniz kenarında bir lokan- taya girdiler. Bay garsona; * — Çabuk balık getir dedi. Garson boynunu büktü: — Bir tek balığımız kaldı. «o — Bir tek mi?. Yahu kanm ne | yiyecek. Kavsa “Yolda kanısı söylenmeğe başladı: — İnsanın üstüne giyecek elbisesi olmayınca izdivaç neye yarar... Şu şırfıntı kadınlara bak, hepsi çiçek gibi geziyorlar... Kocası homurdandı: — Evli kadınlar başları yukarda yürürler... » — Zor biraz... Altı aylık şapka ile insan zor başını dik tutar!. RİİTNRİ 7 ! | | Işaret | | ncdle Mehmed o gün Marme- j ra açıklarında bir hayli balık tutlu- i lar, Dönecekleri zaman Ahmed Meh- | mede: — Bu yeri işaret et de, yarın gene gelelim dedi. Mehmed cebinden bir tebeşir Ççi- kardı, kayığın kaburgasına bir zarb işareti yaptı, Limana girdiler. Ahmed sordu : — Yere işaret koydun değil mi? — Koydum, inanmazsan bak. Ahmed zarb işaretine baktı, sonra kafasını kaşıdı: — İyi amma, ya yarın aynı kayığı İ bulamazsak ne yapacağız?.. il — Gözlerimi hapishane parmaklık- ları arasında açtığıma bakılırsa din gece gene münasebetsizlik yapmış olacağım i Kâfi İ — — Senin bir dediğin bir dediğine | uymuyor... — Affetmişsin sen onu... yüzlü değilim — İsabet, bu suratla bir yüzlü olu- şun kâfi... Hatiâ çok bile... Hatıra Kocası içini çekti: — Hatırlıyor musun, on sene evvel bu ağaçlıklarda dolaşirken buraları bize ne güzel görünürdü... — Evet, amma o zaman henüz ni- Ben iki — Yeni işinden memnun musun? — Evet, bazan benim aşağımda bir çok memur kalıyor. — Sahi mi? — Büyük bir otelde asansör memu- ruyum... Bay eşyalarını sigorta ettirdi. Ka- rısına söyledi. Karısı dudak büktü: — Hiç lüzumu yoktu. — Neden karıcığım?.. — Lüzumu yoktu da ondan... — Evet amma ya maazallah bir yangın çıkarsa... — Bizim evde yangın çıkmaz. He- le bundan sonra hiç çıkmaz... — Neden? — Taliimiz yoktur da ondan!... — Her erkek karısını göklere çıka- riyor... — Orada kalacağını bilsem ben de çıkarırdın İmtihanlar yaklaşiyor. Fransız mizah mecmualarında hep imtihan nükteleri vi Dimanş İllüstre mecmuası da Pa- ris kız liselerinden birinde cereyan eden şu fıkrayı naklediyor: — Matmazel, Şarlömanyın muvaffakıyetlerini tır musinizi,, Matmazel kulaklarına kadar kı- zardı: — Muvaffakıyetleri mi!. Şey... Ben Şarlömanyın hususi hayatını ne bi- leyim?.. — Otelimizi hatırdan çıkarmayı- Baz, — Bu hesab pusulasından sonra ölünciye kadar unutmıyacağız! Yeniler On beş gün evvel evlenmişlerdi. Tam balayının başlarıgıcında idiler. Bir gece büyük bir suareye gitti- ler, Ertesi sabah karısı: — Dün gece çok güzel kadınlar varmış diyorlar... — Ya... Farkında değilim!.. Çaresi — Sen tuhaf adamsın! — Neden?.. — Sarışın kadınlardan . hoşlanır- sın, gidip esmer bir kızla evlendin. — Ne yapayım, eğer karım sarışın olsaydı, e hazedecektim, öğüt & — Bir kadın kocasının gittiği her yere gitmelidir, kocasından ayrılma- malıdır. — Söylemesi kolay, benim kodcam seyyar satıcı!.. “m | Amerikanın muhtelif — Baba ben futbol topu istemiştim. re. | Perşembe müsahabeleri | Talim veterbiyede inkılâp: | Çocuk terbiyesinde Montessori metodu Geçen sene haziranın 17 sinde Pı riste Sorbon üniversitesinin obü- yük içtima salonunda kalabalık bir ilim ve terbiye müntesipleri huzu- runda ruhiyat mütehassısı doktor madam Montessori çocuk teri nin rhuhtelif merhslelerine dair diği mühim bir konferansın metnini elde ettim. Ondan evvel de 1935 de bu büyük terbiyecinin «Çocuk» adile basıları eserini edinmiştim. 1936 da Romada iken Montessori ismini taşı- yan mektepleri de Roma maarif mü- dürünün delâletile ziyaret etmiş ve bende hayranlık uyandıran müşa- hadelerimi günlük gazete sütunla- rında yazmıştım. Az çok memlekette terbiye işleri- ne alâkadar olan bir mürebbi veya öğretmen - yoktur ki bu yüksek dü- şürceli terbiyeci kadının eserlerini tanımış - olmasın. Enson yazdığı «Çöcuk» adındaki eseri Fransız, Al man, İngiliz, Polonya, Holanda, Ma- car, Rus, Portekiz, Çek, Çin ve Hind- lilerin - yugurati dillerine çevrildiği gibi Avrupada, Amerikada, Afrika- da hallâ Avusiralyada hükümet ve- ya belediyeler hem (Montessori) usu- lünü öğreten kurslar açmışlar, hem bu büyük terbiyecinin gösterdiği şe- kilde «Çocuk yurdları> tesis etmiş- lerdi. Dünyanın dört köşesinde bu usulü yaymak için faaliyelte bulu- nan mahalli Montessori cemiyetleri teşekkül etmiştir. Bunlardan İngilterede, Almanyada Çekoslovakyada, İsviçrede, İsveçte, Arjantinde, Şilide, Panamada, Fran- sada, Romanyada (Bulgaristanda şehirlerinde Hindistanda, Siyamda, Kolumbiya- da, Cavada Yeni Zelandada terbiye âleminde (Montessori) cereyanı ön almıştır. Öyleyse bu Montessori cereyani ne- dir? Nereden geliyor? Gayesi nedir? Bu, teşekkül etmek üzere olan bir insanın lehine içtimai bir harekettir. Daha doğrusu çocuğun hürriyetini istirdad için yapılan bir mücadele- dir. Montessori binlerce osenedenberi gizli kalan bir faciayı aydınlatmak ve mahiyeti lâyıkile anlaşılmamış olan çocuğu hürriyete kavuşturmak isti- yor, Evet. çocuk anlaşılmamıştır. O dal- mi bir esarette yaşadığı için bu taz- yıka karşı nefsini müdafaadan mü- tevellid tezahüratı onun karakteri telâkki edilmiş ve ona göre hareket edilmiştir. Biliriz ki madam Montessori önce- leri ruhan veya cismen hasta çocuk- larla, daha doğrusu gayri tabii, in- kişafı geri kalmış çocuklarla meşgul oluyor ve onları yaradılış kusurla- rından kurtararak, tabli çocuklar haline getirmek istiyordu. Bunda muvaffak oldu ve sene sonu imtihan- larında mağamın muvaffakıyetleri pek bariz bir surette görüldü. Bu ki- fayetsiz zekâlar derslerinde arkadaş- Tarından hiç geri kalmadılar. Halbu- ki madam tabii olan çocukların da mekteplerdeki vaziyetini pek elim buldu ve bundan c kadar büyük bir acı duydu ki tababet mesleğini bir tarafa bıraktı ve pedagojiye nefsini bağladı. Çocukların menfastine bir Içtimal cidale girişti. Bu cidal bir za- manlar medeni âlemde esareti lâğ- yetmekten ve yakın zamanlarda ka- dınların veya amelelerin hak ve hür- riyetlerini tanımaktan daha çok mü- himdi, Madam Montessori çocuğa yeni bir adese ile Baktı, Onu daima dur- madan çalışan ve bu her günkü me « saisi ile muazzam bir eser vücude getirmek istiyen, yani adam yapan bir küçük amele gibi gördü. Gene farkina vardı ki bu amelenin ailede ve mektepte hareketine canlılığına set çekiliyor, sükünete icbar ediliyor, Çocuğun böyle bir eseri meydana getirebilmesi için tamamile bunun aksine faal, canlı, müteharrik olma- $ı şarttır. Nihayet gördü ki çocuğun tâbi olduğu hayat şartlarıo kadar er “elim ki, onu bir amelenin değil, bir "esirin hayatına benzelmek ancak mümkün olur, Filhakika amele - vi 1 ne olur sa olsun - hür bir insandır. İşinden çıkıp ta evine geldi mi, orada ailesi" nin efendisidir. Kimseye tâbi değil © dir, İster okur, ister gezer, istediği zaman yer içer ona kimse karışma Onu kimse hususi hareketlerinde kontrol etmez. ği Çocuğun mukadderatı bundan n8 kadar farklıdır. Bir esir nasıl efen- disinin mali ise, çocuk te öylece bü- yüklerin esiridir. Etrafında bulunan Aha, baba ve akrabalarının, hocalarının. hattâ dadılarının onun üzerinde bir © âmiriyet hakkı vardır, Onun ise biç bir hakkı yok, yalnız vazifesi vardı Büyükler ne derse, nasıl düşünürse, | nasıl münasib görürse onları kaşın © çatmadan, suratını ekşitmeden yap © mağa mecburdur, «— Doydum, artık yemek İstemli yorum! — Tabağındakini mutlak bis tireceksin! — Uykum gelmedi, birağ daha oturmak İstiyorum? — Uyku © vaktin geldi haydi odana! — Biraz türkü söylemek canım istiyor! — Har yır sana verdiğim şeyleri yazacal” sın!» Çocuk daimi bir mürakabe a tındadır. Ya ebeveyni, ya muallim leri, hiç değilse dadıları ve hizmetçi- leri onu kontrol eder. Halbuki bu” mürebbi geçinen kimseler bu hare ketlerinin doğru olmadığını itiraf et” mek şöyle dursun, bilâkis çocuğun haylaz, tembel, avare, yaramaz, hi“ yanet, yalancı olmaması için büyük fedakârlıklara, zahmetlere katlan dıklarını iddia ederler. Ve böyle va zifelerinin yavrunun kusurlarını dü” zeltmek, kabahatlerine meydan vers © memek ve bin türlü fenalıklara t© mayül etmesi muhakkak olan bu âcif mahlüku ileride zeki! dirayetli! ha lük yapmak ve kendi anlayışlarına göre adam elmek sevdasına düşer ler. i Bülün bu yanlış telâkkilerinin HİÇ bir hayırlı semere vermediğini çocu" ğun ne boyuna bir santim, ne dimâ- ğına bir küçük hücrecik ilâve ede- mediklerinin farkında değillerdir. Bu muazzam işi çocuk kendi ken dine yapar. Çocuk senelerce büyük bir caht sarfederek kendi - malzemesini gen© kendi kullanarak ve yavaş yavaş be şer.binasının inşaatını ikmal eder. Sakın bu sözlerimden çocuğu keti- di haline bırakınız hiç bir işine karı$* mayıniz, aklına ne eserse onu yapaf mânasını çıkarmayınız. Hayır, benim istediğim ona hâkim değil, yardımdı olmanız ve onu anlamanızdır, Dikkatle yakından tedkik edecek olursak çocuğun hayatının bütün bİr beşeriyet iğin dikkati calib bir faci& olduğunü görürüz. Filhâkika fena şartlar altında çalıştırılan bir ame- lenin elinden kötü bir İş çıkarsa bü yüzden cemiyetin mutazarrır olaca” ğı tabiidir. Halbuki çocuğun vaziye tine nisbetle bu çok hafif kalır, İşte (Montessori) nin mebde nok tası bu olmuştur. Onun talim ve tef biyede kullandığı vasıtalar çocuğun ğ didactigye terbiyesi için değil, © vasıtalarla faaliyeti hareketini temif ederek kendi kendini terbiye etmesi içindir. Çocuk O vasıtalarla kendi bedeni ve fikri mesaisini bir noktada temer- küz ettirmeği öğreniyor. İşini sevi- yor, sevdiği işle daha ciddi meşgul oluyor. Ve bu tarzda yetişen çocuk* lar daha sevimli, daha terbiyeli, da ha halük ve daha vazifeye bağlı olu- yor. Çocuğa isnad edilen kusurlar ona karşı yapılan tahakküm hare ketinin bir aksülâmeli olduğunu kı bul etmek lâzımdır. Çünkü Montess0” ri mekteplerinden yetişen çocukları hiç cezayı müstelzim bir hareketi görülmüyor. Bilâkis muntazam ç lışmak, seve seve çalışmak, heyecan* Ja zevkle çalışmak bu çocukların ka“ rakteri gibi tecelli ediyor. İşte bu yeni terzda yetişen yav rular, yeni bir beşeriyetin babası ola” caklardır. Selim Sirri di NY a so priemspes g “oi: ki yö ca ad gir dar da sin Şi bir nr ki bu iğ cu tn na üzi Gü 2 Sur ( FE BPİEFBBEJI S RAB EBESE İEEFEEPEEEE