NUVEL AEŞAM —— —e dalan kız... Halk, mahsule zarar veren 9 cehen- nemi ve yağmursuz senenin hatırasiı- nı hâlâ unutmamıştır, Haziran, tem- muz aylarında hafif bir yağmur çise- lemişti. Ağustos ayında İse gök yü- zünden bir katra su Biraz serinliğe kavuşmak ümidile, ba» zı kimesler gibi, ben de Tirolun yük- sek vadisine gittimse de, orada da har va ateş püskürüyordu ve ortalık yakı- cı sarı bir tozla Şefak sökdüğünden itibaren, gü neş, hümmelı bir adamın alev saçan gözüne dönüyordu. Gerçi uzakta aza- metle yükselen Dolomit dağlarının tepesinde karın bembeyaz parladığı görülüyordu. Fakat oradaki serinliği ancak göz hissedebeliyordu, İnhitat halindeki bu âlemde çiçek- ler soluyor, yapraklar dökülüyor, ne- hirler kuruyor, hayat sanki bitiyordu; ve saaller, bomboş, işsizlik içinde akıp gidiyordu. Ben de herkes gibi, bülün günümü, pencercieri kapalı yatak odamda, ya- rı çıplak uzanmış, hayanın biraz olsun değişmesini bekliyerek geçiriyordum. Acz içinde, yağmur ve fırtına hayali- le yaşıyordum. Fakat tıpkı susuzluk- tan kuruyan otlar gibi, o arzum da nihayet soldu. Hararet günden güne artıyor, fakaf yağmur bir türlü yağmak bilmiyordu. Güneşin sarı bakışının dikliği yuvala- rından fırlamış bir deli gözünü hatır- latıyordu. Sanki bütün hayat tükenmek isti- yormuş, sanki herşey duracakmış gis biydi. Hayvanlar sessizdi. Bembeyaz ovalsrdan hiç bir gürültü yükselmi- yordu. Yalnız hararet ihtizazının müp- hem ve boğuk ahengi kulaklarda uğul- ime Birdenbire gayet hafif bir nefesin tabiat üzerinde dolaştığını hissettim. Yerimden kalktım: Acaba rüzgâr miy- dı?. Evet, aldanmıyordum, Esen rüz- gâr... Kalın bulutlar semayı kapla- mağa başladı. Gölgede gizlenen kuş- lar cıvıldadı. Atların burnundan kö- pükler fışkırdı, Ve uzakta, vadide, ko- yunların, kuzuların melemeleri işitildi. Helecandan titriyordum. Sıcağın dk kenlerile tahrik edilen kanım, güya cızırdıyor, gerilen sinirlerim takallüş ediyordu; o ana kadar hiç bir zaman, rüzgârın ne derece ihtiraslı, fırtınanın insanı ne kadar sarhoş edici birşey ol- ye hissetmemiştim. — Ah, bir yağmur yağın... - dediği. nl işittim. Bu, muztarip bir ruhun vahşi bir inlitisiydi. Âdeta bütün tablatın, çat- lamış toprağın temennisiydi. Başımı çevirdim; bir genç kız gördüm. Bu Sözleri herhalde o söylemişti. Çünkü biçimli dudakları hararetle açılmış, kapıya dayanan kolu hafif hafif titri- yordu. Ne bana hitap etmişti, ne baş- ka birine... Önünde yayılan manza- raya karşı eğilmiş; boş nazarlarla bu bakış, siyah ve derindi. Tıpkı son- suz bir uçuruma benziyordu. Birdenbire, iri damlalarla yağmur yağmağa başladı. Hemen elimi uzat- tım. Kocaman ve ılık bir katra avu- cuma düştü. Şapkamı çıkardım. Yağ- murun altında durmak, yanan vücu- üdeta dane dane sayılırcasına düşü- yordu. Ve birdenbire, bir saatin dur- rcası gibi, yağış kesildi, Sabırsızlıkla, heyecan içinde bekle- dim; fakat fırtına kopmadı, Güneş, ta- biatle alay eder gibi, kara bulutları Cslerek şualarını yolladı. #e# Bülün vücudüm başları aşağı tit- redi, Şiddetli bir öfke beni sarstı. Al datılmış, ümidi kırılmış insanların öf- kesi... Canım, bağırmak; kudurmuş- casına hareketler yapmak; birşeyler kırmak; böylelikle delice intikam al- Sinirlerim âdeta elektrik tellerine dönmüştü. Derimin altından âlev eler. hareret çıkıyordu. Bakışlarım nereye çevrilse yangın çıkarıyor gibiydi. San- ki bir sihirle en ince hislerim uyan- mıştı: Etrafımı saran herşeyin bana : nüfuz ederek içimde büyüdüğünü ve beni yaktığını sanıyordum. Her bir yaprağın öfkesini seziyor; kuyruğu düşmüş köpeğin kapı yanında abus bir nazarla dolaştığını farkediyordura. Ve her şey, herşey bana ıztırap veri- yordu. badi Yemek saatini haber veren gong çaldı. O bakır ses bile bütün benliğim- Karnı bakıyor, âdeta 'kıskanıyordum. Bütün hüsnüniyetime rağmen boğazımdan bir lokma bile ge- çiremedim. Bu, gecelik giymiş bir kızdı... Yanımda bir iskemle kımıldadı. Ör- 'kerek irkildim. Her ufak patırtı, te- menni dağlayan kızgın bir demir his- sini veriyordu. O tarafa baktım: Kar- şımda orta yaşlı bir kadın, yanında kocası, sakin sakin oturuyorlardı. Yanlarında bana arkasını dönen bir genç kız vardı. Bu, herhalde demin terasta gördüğüm olacak. Parmakları, önündeki tabakla asa- bi asabi oynuyordu. Fakat hiç ses çi- kartmıyordu. O da hiç yemek yemiyor- du. Boyuna su içiyor, içiyor kanmı- yordu. Demek o da tablatın harareli- ni hissedenlerdendi. Bu keşif beni memnun etti ve gözlerim samimiyetle onun ensesini okşadı. de senin gibi uyanığım... Ben de se- nin gibi ıztırap çekiyorum... Hisset- sene... Hisset...» Arzumun şiddetli manyetizması her halde onun bütün benliğinde dolaşı- yordu. Bakışlarım vücudüne nüfuz ediyor, saçlarını okşuyor, dudakla» rım onu çağırıyordu. Fikren bu körpe mahlüku göğsüme bastırıyordum ve bütün hararetimi hissetmesini istiyor. dum, Fakat o başını bile çevirmedi. Bir heykel gibi soğuk ve benden uzak Gece geç vakit odamdan içeri gir- dim. Pencerenin önünde ince, uzun, Adeta, ay ışığı gibi birşey parlıyordu. Bu mehtapsız anda bunun ne olabile- ceğini merak ederek yaklaştım. O şey kımıldadı. Korkmadım, fakat hayret ettim. Korkmadım. Zira o gece harikulâ- de şeyler olacağını hissediyor ve bekli- yordum. Hiç bir tesadüf beni korkuya düşüremezdi. Bütün gün, hattâ oda- ma gelirken, merdivenleri adım adım çıkarken andığım kadın karşımday- dı, yüzü nurlu gibi parladı ve beyaz geceliği vücudüne âdeta buhar halin- de sarılmıştı. Ürkerek, helecanla, yavaş yavaş yaklaştım. Herhalde görmüş olacak... Fakat buna emin değildim. Çünkü hiç bir halinde ne kaçınma, ns muka- vemet hissolunuyordu. Etrafta büyük bir sükün vardı. Odada bir saatin tik- takından başka bir şey duyulmu- yordu. Süküt devam etti, Sonra birdenbi- re,'tatlı sesile, hiç beklemediğim çu cümleyi söyledi: «— Ne kadar korkuyoruml!; Kime söylüyordu? Beni tanımış mıydı? Bana mı hitap ediyordu? Yok- sa uykuda mı konuşuyordu? Bu ses, tıpkı gündüzün yağmuru temenni eden ses gibi hararetli ve tit- rekti, Kızı sakinleştirmek için yaklaş- tım. Elini avucuma aldım, Sıcak ve kuru bir eldi bu... Parmakları benim- kilere temas edince çıtırdadı. Bütün mevcudiyetinde gerginlik, mukave- metsizlik hissediliyordu. Yalnız du- daklarında gaibden hitab eder gibi: «— Korkuyorum... Korkuyorum...» Ve sonra, boğuk bir nefesle; «— Amani Ne ağır hava..w Kolunu tuttum... Gündüzün fırti- nadan evvel titriyen ağaçlar gibi sar- sılıyordu. Kendini müdafaa etmedi. Kollarımın arasına aldım. Kendini bıraktı. O kadar yaklaşmıştı ki, teni- nin sıcaklığını duyabiliyor, saçlar nın rayihasını kokluyordum. Öyle durdum. O da ses çıkartmadı. Bu, cidden garip bir şeydi. Mera- kım uyandı, Sabırsızlandım. Dudak- larımla alnını okşadım. Gene muka- vemet etmedi. Öptüm. Yanakları ve dudakları da kurumuş ve yanıyordu. Aşk coşkunluğuyla değil, benim te- masımdan serinliği içmek hevesile dudakları açıldı. Yüzünü li dudaklarım Ka rine doğru yaklaşınca kapalı olduklar rını hayretle farkettim. Meremer bir heykel gibi, o, gözsüz ve cansız duru- yordu. Korktum. Bu harikulâde ser- güzeştin içinde birdenbire hakikat be- Uirdi: Kollarımın arasında tuttuğum Kadın, bir hasta, sairfilmenammış meğer... Tabiatin harareti tesirile bil- miyerek odama gelmişti. Belki de be- ni hiç istemiyordu. Ürktüm ve kolla- rımın ârasında ağırlığını hissetmeğe başladım, Onu yavaşça bir iskemleye, yahut yatağın kenarına oturtmak 1s- tedim. Fakat o, - belki de nefsimin şeytani sevkile - yavaş yavaş inledi: ni, Dört mii saat sonra, odamda, 0, bir çocuk gibi uyuyordu. Dışarıda müthiş bir patırtı koptu. Bir mücrim gibi yerimden fırladım, Pencere, fırti- nanın tesirile sarsılıyordu. Kalktım. Dışarı baktım. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyör... Birdenbire üzerime soğuk ve rütubetli bir şey atıldı. Bu, rüzgâr- dı... Karanlıklar içinden kuvvetle yükseliyor, yumruklarile penecereleri sallıyor, evi sarsıyordu. Kadın, şimşeğin ışığı tesirile gözle- Tini açtı, Şaşkın şaşkın etrafına ba kındı: «— Neredeyim? Neredeyim? diya söylendi. Sesin boğukluğu gitmişti. O taze ve pürüzsüz bir sesti şimdi... İkinci bir şimşeğin işığile beni gördü. Ye- rinden fırladı. Ve yüzüme bakarak: — Neredeyim?.. Kimsiniz? - diya Teskin için yanına yaklaşmak iste- dim. Fakat geriledi: — Benden ne istiyorsunuz? - diye bağırdı, Bir şeyler söylemek arzusunday- dım. Faks ismini bile bilmediğimi farkettim. Müthiş bir gök gürültüsüyle bera- ber kapıyı vurarak çıktı gitti, #5 Eretsi gün bütün dünya terüta- zeydi... Yapraklar yemyeşil.. Misk gibi ıslak bir toprak kokusu insanın bumuna yükseliyordu. Yemek salonunda herkes neşeyle konuşuyordu. Genç kız da annesile babasının ortasına oturmuş, gülerek bir şeyler anlatıyordu. Arasıra kahkaha- ları işitiliyordu. Beni görünce bir an gülmesi durdu. Ve dikatle baktı, Kaş- ları çatıldı. Hatırlamak istediği, me- rak ettiği bir şey varmış gibi, biran tereddüd etti. Ben, gözlerim ona dikili, sabırsız- lıkla bekliyordum. Beni tanıdığına dair bir işaretini görmek istiyordum. Beş dakika sonra gene bana baktı. Derin derin süzdü, sonra lâkayd bir eda ile gözlerini tekrar çevirdiği za- man artık beni katiyen tanımadığı- nı ve tanımak ihtimali olmadığını der- hal anladım. Birlikte geçirdiğimiz macera, g&- cenin karanlıkları içinde kaybolup git- mişti. . ETLER VE) 4 — Aydınlık - Şart edatı. 5 — Asri sürme. 6 — Bir çalgı - Su - Damarlardaki, 7 — "Tatlı değil - Zor. lm NE değirmeninde Üçler, Üsküdar: Ahme- diye, Heybeliada: Tomas, Büyükada: Halk. Her gece açık eczaneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- 12 Mayıs 1938 , Halkın şikâyet ve dilekleri Vapurlarımızdan her yolcu ye memnun kalmalı! ML E. K. imzasile bize uzun mektub ya” yan bir karilmiz, İzmirden İstanbula go- len bir vapurumuzun birinci mevki salo- nunda münasebetsiz muamelelere maruş kaldığından şikâyet cdiyor: Akşam yemeğinden takriben bir saat evvel metrdotel bana hitaben: «Vapur pek kalabalık olduğundan size ayrica iki kişilik sofra yoktur, Diğer iki yoleu ile bes raber dört kişilik bir sofra hazırlandı!» dedi. Sant sekiz raddelerinde yemek salo- nunda hazırlanan 4 kişilik sofraya re- fikamla beraber gittik, Yemek esnasında diğer iki yolcu sigaralarını yaktığından etrafımızı bir dumandır aldı! Tütün kul lanımadığımızdan o refikamla beraber ök- sürüğe tutulduk! Komşularımız bunun farkına vardıklarından hasbenmezake di- şarıya çaktılar. Bunun üzerine garsonu çağırıp metf- dotelin kim olduğunu sordum. Cevaben: «Metrdotel burada yemek salonunda bu- lunmaz. Yamhanesinde bulunur!» dedi! Bu da garalbattan! «Rica ederim, çağırını söyliyeceğim vardır!» dedim. Bir kaç da» kika sonra geldiler. «İki kişilik boş sofra bulunmadığını söyliyerek bizi dört kişilik yere oturttunuz. Halbuki yanıbaşımızda beş tane boş ikişer kişilik sofra var, Bun- lardan birini bize neden vermediniz? Ris ca ederim yarın şu boş olan beş sofra- dan birini bize veriniz!» dedim. Cevaben? «O sofraların sahibleri var, Size vereme yizla diyerek çekilip gitti! Ancak kahvaltı ve öğle yemeği zama- nında da diğer masalar boş olduğu için, birinci mevki yolcuları * sofra örtülerini kullanarak fazl. çamaşır olmasın diyg bu gibi tedbirlere müracaat edildiğini anladam. Öğle zamanı kamaradan metrdotele şu haberi gönderdim: «Karımla bana © boş olan iki kişiik sofralardan biri veril. © mezse yemeğimi kamaramda (yiyeceğim ye bu hali gazetelerle ilân edeceğim!» Bü haber üzerine garson hemen kamarama gelerek: «İstediğiniz sofraya buyurunus efendim!» dedi. Ayhi kariimiz kahvaltılarda yolculara hakları olan yemeğin verilmediğinden de şikâyet etmektedir. Yolcuların vapurları muzdan kayıdsız, şartsız memnun olma» larını behemehal istediğimiz için bu sa“ tırları neşrediyoruz. a Beyoğlunda «boğuntu» Bay Şahin gazetemize yazdığı bir mek« tubda diyor ki: «Şehrimizin en kibar muhiti olarak kas bul edilen Beyoğlunun bir barına gittim. Açık şişeyle meşkük rakı veriyorlar. Dört $işe bira içtik. Masamızın altına boş gi“ şeler bırakıp bizden on altı şişe parasi aldılar, bir âdet varsa elbette sakimdir. Fakat kabahatin yarısını da müşteride bulmalı. Çünkü insan her nerede olursa olsun, masasınm altına on iki boş şişenin konulduğunu dakikası dakikasına farket- miyecek derecede suyanıklıktan» ayril- mamalı? a Yalova, Ada, Boğaz vapurlarında kulübeler Bay Semitaz şöyle yazıyor: Yalova, Ada ve Burgaz vapurlarında bir «Büfe - restoran» yani soğuk yiye- çekler weren mahal bulunmaması şikâ- yeta şayandır. Bu güzel işi kahveciden beklemek doğru olmaz. Zira, vapurlar içinde onlara verilen yerler bu işi görme- ğe müsald değildir. Şu halde, ikinci ve birinci mevkiler için iki mahal tahsisi icab eder. Meselâ yaz olduğu için, güver- teler üzerinde bir nevi kulübecikler ku- rulabilir. Buralarda ayni zamanda gaz“ te de satabilirler. a Bay Harun Reşid Ünüvara Kadıköyünde Yeldeğirmeninde bay Ha- run Reşid Ünüvara: Bahsettiğiniz ilânı bizim gazetenin Kü- çük ilânlarına verebilirsiniz. E 730 929 445 8501200 14 Va, 246 445 12,10 1808 19,17 2106 İdarehane: Babadli civarı 'Acımusluk So. Vapur gezintisi utu eng Bunny vuzağışız An00ğ ye kolu tarafından ll haziranda vapuris tertib edilmiştir HE, FGEREE, # BEFEE BEFLEFERSEZE RJE, gf ei # Fç EŞERELE g > g MİPİ2ETREREEBE EŞE EŞ EIFEBEBEŞ