119 Mayıs 1938 AEŞAM Bir dalgıç denizin dibinde müthiş bir canavarla çarpıştı Canavarın, vücüdüne sarılan kolların- dan kendisini müşkilâtla kurtarabildi Bu canavarların her biri 17 metre amk müteaddid kolları var. Gözleri 40 santimetre kutrundadır. Hayvan siyah bir mayi neşrederek denizde görülmesine imkân bırakmaz Atlas Okyanusunun şimal kısmın- da, suları sakin ve üzeri bahri nebâ- fat yığınları ile örtülü bir mıntaka Vardır. Bu mıntakaya Sargasso denizi hamı verilmiştir. Okyanusun bu par- Şasi 20 ilâ 35 arzı şimali ve 30 ilâ 70 tulü garbi dereceleri arasındadır. Ayrıca bir deniz namı verilen bu bahri mıntakanın suları fırtınasız ve dalgasız olmakla beraber eskidenbe- Ti gemicilerin çok korktukları bir Yerdir. Denizin üzerinde ada gibi Yüzen nebatat yığınları gemilerin mektedir. ! Fazla olarak suları çok sıcak Ol duğundan 3,000 metre derinliklere inebilen ve serbesçe yaşıyan rları, gemilerin ve bâ- uğrıyan gemilerin san- eden mürettebatı için izdeki canavarların ne ka- olduğuna dair eski ge- Micilerden ilmiş bir çok korkunç hikâyeler vardır. Son zamanlarda bu âyı muhayyel masallar ad- denler çoğalmıştı. Fakat sık sık vu- kubulan hadiseler bu zannın doğru Olmadığını isbat etmiştir. Cenubi Amerika hükümetlerinin müşterek Coğrafya tedkik cemiyeti ahiren Sar- Bâsso denizine tedkik için bir fen heyeti gönd ir, Heyet en Heyet inden evvel bu de- Mizde bir vapur kazaya uğramıştı. Vapurun mürettebatı tahlisiye san- dallarına den esrarengiz kollar hücum etmiştir. Tayfalardan bazılarını bu kollar alıp Bötürmüştür. Uzanan kolların, gövdesi bir baş- tan ibaret olup üzerinde bir çok kol- bulunan iri ahtapotlara aid ol. duğu anlaşılmıştır. Bu kolların uzunluğu 17 metreyi bulmaktadır. Ahtapotların gözleri de iri olup 40 santimetre kutrundadır, Dünyada hiç bir hayvanda bu ka- K iri göz yoktur. Son zamanlarda kaptan Hook isminde meşhur bir Amerikalı dalgıç Vaşington hüküme- ti sahilinde batan bir vapurun kıy- Metli hamulesini çıkarmak üzere de- MİZE indiği zaman müthiş bir ahta- Pot ile hayat, memat mücadelesi Yapmış ve canını zor kurtarmıştır. Kaptan Hook başına gelen hali, Süyun yüzüne çıktıktan sonra, Şu #üretle anlatmıştır: «Denizin sathına çıktığım zaman Wİ bacağıma sarılmış beş metre Uzunluğunda bir ahtapot kolu var i. Vücudüme de hâlâ sımsıkı sanıl- MİŞ bir kıskaç kolu bulunuyordu. * Dalgıç elbisesini giydikten sonra Yanıma bir elektrik feneri, bir de #ilâh olarak bir süngü almıştım. Ge- Mi enkazının yanına indim ve çlaış- Mağa, başladım. Karşımda her biri İabak kadar büyük iki göz parladı. Vücudü yedi metre kadar uzunlu mda ve iki metre eninde oaln bir #htapot yedi kolunu birden bans Ku uzatmıştı. , En büyük kolu 9 metre idi ve üze- tinde yüze yakın emmeğe mahsus Meme vardı. Papağan gagasına ben- Ziyen ağzı 15 santimetre uzunluğun» da ve 10 santimetre kalınlığında idi. Tehlike muhakkak idi. Ayağımda- kurşunlu çizmelerin o müsaadesi > tecesinde var kuvvetimle sıçradım it gömü üzerine şiddetle havale “allam hedefe eş etmemiş z avar yalnız bir kolunu Si- Yurmıştı, lâkin hayvan şaşalamıştı. Bun- TI Denizdeki ahtapotlardan biri dan istifade ederek süngüyü geri çe- | kerek bir daha saldırmak istedim. Canavarın bir diğer dolu denizin zemini üzerinden uzanarak sol b&- cağıma sarıldı. Bir filin hortumu tarafından ya- kalanmış bir çocuk vaziyetine düş- müştüm. Süngümü bu kolların Üze- rine havale ettim. Aksi olacak gene hedefe isabet etmedi, Ayni zamanda canavarın diğer bir kolu muhayyel bir deniz yılanı gibi yukarıdan sar- karak süngüyü tutan koluma sarıl mak istiyordu. Son dakikam geldiğine - hükmedi- yordum. Yetişmiyormuş gibi canavar kendisini korumağa mahsus siyah mayi maddeyi neşretmiş olduğundan ortalık zifiri karanlık olmuştu. Elek- trik fenerimle bile bir şey göremi- yordum. Son çare olarak süngümü rasgele etrafımda sallıyordum. Süngü te- pemden uzanan kola isabet temiş ve kesmişti. Nevmidane hareketlerim denizin su- larını harekete getirmiş olduğundan ahtapotun neşretmiş olduğu siyah mayi benden uzaklaşmıştı. Artık et- rafımı görüyordum, Canavarın müthiş gözleri ve gir gası altına sapladım ve içeri soktum. Ahtapot iki parçaya ayrıldı. Fakat her parçası hâlâ diri idi. Bunların kolları bütün şiddetile üze- rime saldırdılar, Süngüm ile bir ka- çını saplıyarak düşürdüm. Fakat uzun kolu hem sol kolumu hem de sol ayağımı sımsıkı yakala. mıştı. Serbes olan kolum ile süngü- yü göğsümün hizasından bütün kuvvetimle sapladım. Hedefe isabet etmişti. Beni yakalıyan kol dibinden kopmuştu. Bir süngü ile bacağımı yakalıyan kolu da kopardım. Can havli ile yu- karı çekiniz işaretini verdim. Deni- zin sathına bitab bir hidae ve hâlâ vücudüme kesik iki kol yapışmış ol- duğu halde çıktım. Bu müthiş hayat, memat mücâde- lesinin dehşeti hiç bir zaman hati- ramdan silinmiyecektir.» —F. Edirnedeki göçmenlere 250 baş öküz dağıtılacak Edirne 11 (Akşam) — Edirne vilâ- yetine iskân edilen göçmenlere tevzi edilmek üzere iki yüzelli baş çit öküzünün satın alınması kararlaştı- rilmıştar. Bu maksadia bir heyet yarın Te- kirdağına giderek Tekirdağ ve havali- si pazarlarından hayvan mübayaasın- da bulunacaktır, Turguğlu (Akşam) — Turgudlu ik okul talebesi, Aimedli köyüne gide- rek köy tedkikleri yapmışlardır, Bu tedkikler, talebe için çok faydalı olduğun- dan diğer köylere de gezintiler tertib edilecektir. Yukarıdaki resimde, Turgud- lu ilk okul talebeleri Ahmedi okulunda görünüyorlar, Yazan: Sermed Muhtar Alus Sahife 7 'Tefrika No. 58 NANEMOLLA Fesleğen saksısı tersine çevrilmişva- ri, kıvırcık saçları üstünde küçücük bir fes, akreb kuyruğu gibi bıyıklı, berber iskemlesinden o anda kalkmış gibi tıraşlı, yere kadar setresi iki sıra parlak düğmeli, konçları beyaz sahti- yan çizmeli bir ispir, Çizmeden yukarılara da çikiyor; söyleniyor: — Aha, koca şehzade landonunu görüyorlar da gene sokuluyorlar dini- ne kestiğimin herifleri... Böyle kılkuy- ruklar adamı belâlı eder., şu uyuz İs- pençe bak hele, kara domuz gibi hâlâ yerinde dikiliyor, 'Tekerleklerle beygirler arasında kal- dığı için kaçamamış ve oraya sıkışa kalmış olan 'Tufan, cevabda; — Kusura bakma, hiddetlenme ispir ağacığım, telâşla yolumuzu şaşırdık. Şehzadegânı civan bahtan hazeratını taciz etmek haddimiz mi?.. Şaşkınlı- ğımıza ver yiğilim.. — Eşşekliği et, sonra kusura bak- ma, kızma diye yalvar. Tufan, oradan çoktan uzaklaşmış olan İrfanı bulmuş, diydrdu ki; — Şu meseli de feramuş etme gözü- mün elifi; Köprüyü geçinciye kadar ayıya dayı demişler. — Meydanın kenarını bir bulabil- sek, —O da olacak; geldik geldik, kuy- — Maksadımı biliyorsun. Ya evet, ya hayır; ya ümidi tazelemek, ya da kökünden kesip atmak. Olur şey değil, hâlâ o derdde ve ilâ- vede: — İçimde bir kanaat var, bugün meseleyi halledeceğiz, — I — Hem de hayırlı şekilde, — Aksi başlıyan günler ekseriya hayırlı neticelenir. Fakat, dilinin ucuna gelmişken yu- tamadı: — Şu noktayı da fikrinin bir köşe- ciğine koy. Sarhoş kelâmına pek gü- ven olmaz, Ahmed mi Mehmed mi, Necib mi Mucib mi, o aktör efendi her kimse, içti içti, bulut oldu diyordun. Biz buralarda, dağların bayırların başlarında. dilimiz bir karış Küçüğü ararken onun şimdi Beyoğlu piyasa- sında olmadığı ne malüm. — Ahmed Necible bir kaç kere gö- rüştüm. Hal ve etvarı rabıtalı, doğru özlü doğru sözlü olduğuna kanaat getirdim, Sarhoşluk cihetine gelince, vakıâ fazlaca içmişti, sonraları sapıt- mağa da başlamıştı ve lâkin ağzından çıkanlar biribirini hiç ceritetmiyordu. Küçük bu gece burada, yarın da köy düğününde diye yüz kere tekrarladı, — Ona da peki, Şuhalde işimiz gü- cümüz ne, şikârımizi aramağa devam ederiz, Fesi itip tepesini kaşırken: — Yoo, dedi, vakit geçirmiyelim. Gerisin geri, paraşolların, çekçek- lerin arkasına, tenhalığa çıktılar, Tufan gene geri kaldı, Arkasını dö- nerek çömeldi. Şişenin dibindekini de bitirip cebindeki marul göbeğini ağ- zına soktu ve öndekine yetişti. Etrafı çitli bostanın köşesindeydi- ler, — Burada ns duruyoruz, dönelim azizim. — Şuradan geçeceğiz, peşimden gel! — Bostandan mı? — Tabit, — Bahçıvanlar, köpek möpek? — Peşimden ayrılma, diyorum, Çitin kenarından bağırdı: — Bostancılar!. Bahçıvan ağalar!, Derinden bir cevab: — Kimdir 0?.. Kimi arıyorsun? — Buraya gel, hemşeri!... Kara sakallı bir bahçıvan uzaktan gözüktü: — Ne istiyorsun? — Meydanı, landoları, arabaları tabak gibi göreceksin ama mecidiyeyi söküleceksin deseler, şu züğürdüğü- müze rağmen eyvallah mı? — Elbette, hem de maateşekkür... — Ben bu işi pendi kuruşa yapaca- gum. Bostanın içinde, çitin kenarın- faytondakilerin, , | nn iandodakilerin, tabanvaydakilerin alayını, boydan bo- ya seyredeceğiz, Bir daha bağırdı: — Dayı, iki marul için ekşimiyoruz, küfe doldurtacağız küfe, İrfan, bu da mı sapıtıyor diye me- rakta; sormada; — Küfe dolusu marulu ne yapaca- gız, yahut. — Sakallı bedavasına bostanına adam sokar mı (Çeyreği feda ediyo- ruz işte, — İşl uzalmaktansa parayı eline versek... — Sonra da herifi şüpheye düşür- sek. Bunlar bostanın içini yoklamağa çıkmışlar, gece de hırsızlığa gelecek- ler sansın, öyle mi? — İnce düşünüşün bu raddesing billâhi söz yok... Sakallı bahçıvan, elindeki çapayı atıp yetişmişti: — Uzaktan iyi seçememiştim, şim- di seni tanıdım kâhyafendi. Tunuslu paşanın köşkünden geliyorsun değil mi? Bastibacak baş salladı, Bahçıvan, İrfanı göstererek diyordu ki: — Bu ağafendi köşke yeni kapılan- dı da burayı öğretmeğe getirdin gali- ba?.. Paşamızın çok parasını aldık, ömrüne duacıyız.. Allah ziyade et- sin, bağlarının, bahçelerinin ucu bu- cağı yok; dağ taş yemiş ağacı, zerze- vatlık. Gene de marulu, salatayı, hi- yarı küfe küfe bizden taşınır. «İrfa- na:» Yedikule marulunun, Lânga hi- yarının adı çıkmış; bizimkilerin ya- nında bi para etmezler... Küfeleri dol- durup getireyim de helâlından birer marul yiyin; göbekliliğini, yağlılığını gör ağacığım! Bahçıvan başıdaki çene zembereği de çifte yaylı, Bir koyuverdi mi alabil- diğine işliyor, Tufan, işi uzstmamak için, çeyreği uzattı: — Al şunu dayı, marulları küfeye bas, Ayvazı göndeririz, sırtlayıp getis rir köşke... — Kuyu başında, buz gibi suya dak dırıp daldırıp, helâlından birer marul yemiyecek misiniz? Usta ile çömezi biribirlerine bakışt- yorlardı, Harareten ikisinin de du. dakları kurumuş, bağırları yanıyordu. Bostan kuyusunun kovalarından şırıl şırıl boşalan sulara avuçları aç, kana kana iç, başını yüzünü ıslat, Serinle- dikten sonra marulları taş yalağın içis ne batırıp batırıp çıtır çıtır ye... Nanemollacık gevşiyerek (hadi) de- mek üzere iken, kafasının içindeki Küçük, ben buradayım mı dedi, ne halt etti, delikanlı hemen atıldı: — Geç kalacağız, marulları ayvaz gelip alır. Çenesi çifte zemberekli bahçıvan, salıvermiyor da sahıvermiyor: — Olmaz, birer marul yemeden bi- rakmam sizi, gidin cevizin altına, otu- Tup biraz dinlerin; topu topu iki ma- rul değil mi, bir solukta koparır, yi- kar getiririm. "Tufan, karşıdan baştle, elerrile (ra» zı ol) diye işarette. Yaştahtaya bir kere basar; kuşdili söyleyip te foyapı meydana verir mi bir daha? Şimdi da kepçe dilinde: — Apça lapça, lapçan dopço lapça rıpçı tapça bapçak gipçi bipçi göpçe Tepçe cepçe Yİpçiz... Yani (âlâ, lândoları tabak gibi gö- receğiz) demede; Bahçıvandan da özür dilemede: — Dayıcığım, arkadaş Tunustan yeni geldi, türkçeyi pek bilemiyor. Bu dolu. Bak bak, sırt gör, kafa gör, baş- ka bir şey görebilmenin imkânı yok. Ağaca çıkmadan olamıyacak. Köskös cevizin altına döndü, : — Fos mu? Çeyrek yandı mi paşa cığım? — Ağaca çıkmak lâzım geliyor. Tufan, lâpçınlarını çıkarıp koltuğu. nun altana alır almaz fırladı. Bir incir ağacına tırmandı... Ne çıkış, tıpkı can-