İstanbulu nasıl buldular ? Istanbullu olsalardı nerede“ otururlardı ? Türkçe öğrenmek güç müdür? Son günler zarfında şehri- o mize gelen ve birkaç gün kalan bazı dostlarımızın mütalâalarını yazıyoruz Balkan Antantı İktisat konseyi ve Matbuat konferansı azaları, bir haf- ta şehrimizde kaldılar. Yıldız sarayın- faydalı neticeler verecek müzake- Telerde bulundular. İstanbulun şaya- mi dikkat yerlerini gördüler, dostları olan bizlerle kaynaştılar, Hulâsa, bir Çok kere daha görüşmek üzere şehri- mizden gittiler, Balkanlı dostlarımız ile içtimaları takip eden yabancı gazetecilerden bir Kısmı ile samimi bir görüşme yaptım, Muhtelif mevzular üzerinde fikirle- FİNİ öğrenmek maksadile şu sualleri Sordum: 1 — İstanbulu nasıl buldunuz? 3 — İstanbullu ol > inizi eh- in hangi köşesinde i iniz? 4 — Niçin bu semti muvafık görüyosu- Kuz? Bayan Nosl Roje, İsviçrede fransızca çıkan gazetelerde, ya” zi yazar, kiymet | H bir muharrir- dir. Orijinal yü- İğinden başka (kıymetli, Beki bir şehirdir. İstanbulluların d& henüz bilmedikleri görülecek bir çok #nleresan tarafları vardır. Bu defski Seyahatımda Türk kadınlarile yakın- dan temas etmek fırsatını buldum. İntibalarım gayet iyidir. Bilhassa mek- teplerde gördüğüm disiplin ve talebe- lerin ilme olan alâkaları cidden sa- Yanı memnuniyettir. Her hangi bir Muallim veyahut talebeyle konuş- Muşsam temiz bir şiveyle fransızca ©€- Yap alabildim, Kız talebelerin bir bi- Şimde ve ayni renkte giyinmeleri ne kadar isabetlidir. Böylece koketeri- uzaklaşmış olurlar. Memlekete hizmet elmek noktai na- | Zarında Türk kadınile İsviçreli kadın birleşiyor. Türk kadını, hâkim oluyor, Saylav oluyor v. &. İsviçreli bir kadın Ancak içtimai ve muavenet kadın ce- Miyetlerine girmek suretile, memle- İeketine hizmet ediyor. İstanbullu olsaydım, İstanbul ta- Yafında oturmayı isterdim. Beni an- Cak orası tatmin edebilir, Maamafih Sada sırada Boğaz içine gitmeyi de 1mal etmezdim. alışı nez. Benim öğrendiğim ayım: Gel buraya, | , güle - güle, akşam, dur; yavaş - | / Yarın, Beyand, Kapalçarşı, | İ nakil vasıtaları- i yorulan bir insan, vapurda yorgunlu- > B. Sirişçeviç diyorki... *| Bay Sirişçeviç, İ Yugoslar heye- tinde deniz işle “ ri eksperidir. 4& yaşında, evli, or- ta boylu, neşeli, rugan iskarpin | meraklısıdır. Bü» na dedi ki: — istanbul, şehir itibarile biraz dağınık ol- makla beraber nın Hazlalılığı bunu katiyyen hissettirmiyor. Boğar za, Kadıköyüne, Adalara ve Yalova» ya işliyen vapurlar insana ne iyi va kit geçirtiyor. Bütün gün çalışarak ğunu unutuyor. Yalnız bir şikâyetim ver, yollarınız pek bozuk. Yaya yü- rüyenlerin vay haline. (İnce köseleli rugan ayakkabılarını göstererek): Bakınız, meselâ bu ayakkabılar şu yol- lara tahammül edebilir mi? Maama- fih ana caddeleriniz, Avrupa caddele- rinden farksızdır, Benim, burada asıl beğendiğim şey, insanın hayatından emin olarak çalış- masıdır. Bu da memlekelinizde asa yişin tam mânasile mükemmel oldü- ğuna delildir. Şehrinizin güzelliğini nisbeten arttıran şey nedir biliyor mu- sunuz? Kadinlarınızın göz kamaştırı- cı tuvaletleri... Kocalarının Allah yar- dımcıları olsun. Maamafih karım v6 kızım onlardan geri kalmıyorlar (sa- kın bu son dediklerimi gazeteye yaz- mayınız, duyarlars&...) İstanbulda otursam şüphesiz Şeh- zadebaşında eski üslüp üzerinde, far kat konforlu bir evimin olmasını İs- terdim. Şehzadebaşı tahayyül ettiğim tam bir şark mahallesidir. Türkçeyi öğrenmek, doğruyu söyle- memi isterseniz, güçtür. Bununla be- raber bir kaç kelime öğrendim. Bakı- nız nelerdir: Bülbül, sevda, kapı, ra- kı, köprü, deniz, güzel, güneş, gün, ca- nım. Tu, çocuk ruhlu, tam mânasile bir centilmen- dir. İpek mendil meraklısıdır. — Şehrinizi ne kadar meth- etsem azdır, Yalnız burada gece haya ta yok gibi bir şey. Akşam olunca ne yapacağımı bilmiyorum. Türkler te miz kalbli, misafirperver iyi insan- lardır. Burada en çok hoşuma giden şeylerden biri de ırk farkının olmayı» şıdır, Geçenlerde, tesadüfen ince sas- lı ve beyaz içkinin satıldığı bir gazi- noya gitmiştim, O akşam pek eğlen- dim. Bir artist, güzel sesile ahenkli bir şarkı söylüyordu, arkadaşıma &or dum: *Ne diyor?» Esmeri fındıkla beslediğini söylüyor, dedi, Sarışın ol- duğuma esef ettim. İstanbulda oturacak olsam Ayaspa- şadan hiç şaşmam. Havası ve manza» rası gayet güzeldir. Ayni zamanda da merkezidir. “Türkçe, oldukça hatır sayılır zor öğrenilen lisanlardandır, Buna rağ- men öğrenmemezlik te etmdeim. Me- selâ: Kravat, polis, ekmek yer, Taş- delen su var, Galatasaray, Güneş « Ateş. Bayan Sirişçeviç Bayan Siriş- çeviç, bay Biriş- çeviçin kızıdır. çirmek için İs- tanbuldan dâba şalrane bir şehir ta- savvur edemem. Öyle zannediyorum ki yazın buraları bir cennet olur, İs- tanbul tarafında oturmamak çartile hayatımın sonuna kadar burada yar şıyabilirim. Ben, babamla ayni fikir- de değilim, Şişlide oturmayı tercih eğerim .Caddeler daha geniş, evler da- ha aydınlıktır. İstanbulda en çok hoşuma giden şey, saat on sekizden sonra Beyoğlu kaldı- rım gezintileridir. Kalabalığa bayılı- rım, Sonra sizin kadınlarınız cidden güzeldirler. Hepsinin yüzünde bir mâ- na vardır. Fakat niçin fazla makiyaj- yapıyorlar? Erkeklere gelince, sevim- dirler, fakat güzel değildirler, Sakın gücenmeyin, düşündüğümü söylüyo- rum. Benim lisan öğrenmek kabiliyetim çoktur. Meselâ bakınız bir hafta için- de neler öğrendim, Böbrek, köy, pen- cere kapamak, yıldız, su ver, Yalova, ada, döner kebap. Kümiran Çelebi (Devamı on ikinci sahifede) Yazan: Sermed Muhtar Alus 'Tefrika No. 36 NANEMOLLA — Bir gerdan kırsın, göbek kıvır. sın, Kursaklıya (1) taş çıkartır do- muz! .i — Bu melünu bir gün.Silihdarağa- da vuruyorlardı. Fesi avucuma &ikış- tırıp kamayı ben kavradım. Şimdi ta- nımaz beni katır. Eşref, altın başlı bastonunu yere | düşürürken, Esrarkeş Veli yakaladı: — Dikkat künem, silâhın yanında dursun! Bu söz Pembenin hoşuna gitti. Bas- tonun şişli olduğunu etrafın duyduğu için. İşitmiyenler varsa diye sapı çe- >e şişi gösteriyor, sesini yükseltiyor- — Altını kadar içindeki şişi de kıy« metlidir Velleiğim. Tophanel âmire idare ferikine söyledim; er baş ustar * ya, en halis çelikten yaptırtlım, Arka eteğinin dibindeki iki dıraz ve Hacivadla, çağrılan masanın yanına gidince İrfanı gördü. O anda kaynar suya atılmış ıstakoza döndü, Başında- ki fesle yüzü bir renk. Yanına bir nazar atfetti, Çarmığa geriliyormuş gibi kolları gergin, göğ- sü ileride, yalancıktan bir fki kere ök- sürdü. — Kuru nane boğazımı yaktı ya- hul.. diye güya bir nükte de yaptı, Küçük Karakaşyanda ne vaziyet ta- kınmalar, ne kırıtmalar, tıpkı görücü- ye çıkmış bir mahalle kızı. Belli belir- siz de bir tebessiim, memnunluk hali. İleri , gradosunu muhafaza ediyor; biliyor ki etraftan göz Hapsin- de. Burada da doğrusu lâzımsa, Pem- betenle arasında fazla bir rabıta yok- tu; Al takke, ver külâh olmamışlardı. Birininki uzaktan merhaba, musallat- ni dirhem dirhem satmak, şişeyi dışın- dan yalatmak, cama tırmatmak... Zaten Eşrefi körükliyen, kırbaçlıyan da buydu. İstanbulun endilberleri ona râm olsun da bu kâfir karakaşlı boyuna dübaraya getirsin. Gel buna kızma; racon bozanlık bu... Kabadayılığa leke sürmüyor, öteki- ne berikine atıyordu: — Dün gece, tiyatro biter bitmez Küçüğü faytonuma aldım; vurduk Beyoğluna. Kale Flamı kapattım; or- kestracı karılara çaldırıp çaldınp sa- bahı ettik, Oradan, Bizans oteli, Yahud: — Evvelki akşam, benim Rus kada” nalarına bir kırbaç ucu, Küçükle boy- ladık Ortaköyü, Ayın on beşi, şeker gibi mehtab, Yalnız ikimiz, atladık bir sandala; sabaha kadar deniz safası... Halbuki hepsi mantar. Küçük Karakaşyanın münevverliği, fransızca, rumca bilişliği, (lisanı aze- belbeyanı osmani) yi şaire Fıtnat ha- nım misali okur yazarlığı cümlece mü- cerrep ve bu da Eşrefçe malüm. Çoktanberi devam eden alâkasının, sarkıntılıklarının akıntıya kürek çek- tiğini görünce kararı şu noktada kıl- muşta: . Şair ve kâtib ağzı bir muhabbetna- me vermek, yoğurt gönlünü ayran et- mek. Bu iş, kaleminden kan damlıyan birinin harcı.. Bumbarını bulmak için çok kafa kırdı. Evvelâ, yakının- dan aradı, Mabeyin kâtiblerinden Salim bey. Yazısı inci ve hüsnühatlı uyarsız. Ekâbirin mezar tâşlarına, karakol kemerlerine, Kasımpaşa havuzlarının kapılarına hakkedilmek üzere ondan yazı istiyorlar, Hattatın dik âlâsı.. İyi ama (külü hattatün cahi lün), geç onu... Başka, başka... Gene mabeyin kapı çuhadarı sanisi Hacı Şemsi efendi. Bu da sülüsde, nesihde, rıkada üstad; arhlıya isim koymasına (2) Istablı Amire müdürü ağanın diz kapağını güheylân çiğnemesine bile beyitler uyduruyor, Fakat haccülharemeyn bu, name yazdırılır mi ona? Nihayet, aradığını bulmuştu. Hazi- nel hümayun kâtibinin kayınbiraderi “Yümni efendiyi, Yümni efendi, mektubii sadrıâli mazbata odası müsevvidlerinden, ka- Jeminden kan damlatan, Babiâlice Küçükte kaşlar iki aded yergin yay Nabii sani denilen bir er kişiydi. Tabi. ati şairanesi de beleğan mabelâğ mü- sellem, Sarayda, eniştesini ziyarete geldiği bir gün, mabeyinei bey işi ona açmış, rütbesini ve nişanlarını terfie delâleğ edeceğini vaadetmiş, adamcağız da hemen ertesi gün, kenarı yaldızlı, ar Zuhallik bir kâğıda yazılmış muhab- betnameyi getirmişti. Naibii sani, kuru borulardan, Getire getire getirdiği, bilmem kimin tarafın- dan sıraya dizilmiş, kocakarıların bile ezberine geçmiş beyitler (3)... Oku Elif — Allahı seversen, kuluna naz eyleme. Be — Bize bir gün tenezzül eyleyip gelsen ne var? Te — Tamam oldu cefalar, düşma ni şaz eyleme, Se — Sevaptır nazlı yarim, merha- met kılsan ne var? Cim — Cemalin benzer aya, kaşlar rın bedri hilâl İ#a — Hüsnün pek mükemmel, kudretile zülcelâl Hı — Hüdanın emri ile leblerin abi zülâl Dal — Deli oldum aşkınla seni gör- düm göreli Zel — Zülâlet çekmişemdir ocağına düşeli Rı — Rahat bulmadım ben, zayıf oldu canüten Ze — Zamanın medhin .eder, sen bana cevreyle, sen Sin — Selâmım ayda bir gez, sev- diğim alsan ne var? Şin — Şifası: derde düştüm, bir devasın bulmadım Sad — Savaştım ağlamakla, ruzu şeb hiç gülmedim. Dad — Zayıf oldu vücudüm, gözüm yaşım silmedim. 'Tı — Tabibimsin efendim, yaremi deşsen ne var Zı — Zulmüne yok takatim, böyle bir yarin benim Ayın — Aşkın ateşile ciğerim hun eyledi Gayın — Kavgasız başıma cihanı dar eyledin Fe — Fidansın şivekârım, gönlümü etsen ne var? Kat — Kiyamet günü geldi, kanda vuslat, hemen de Kef — Kifayettir efendim, el'aman ey el'aman Lam — Lülfuna muhtacım, Mim — Muhammed hakkiçün Nun — Nuş ettim aşk şarabın, gör- He — Hele lâyık mıdır ki ben kölen kahredesin. Ye — Yeşil donlu meleğim, yani ima bir gelesin. Eşref, bu misli bulunmaz, düşeş nameyi dinlerken o derece memnun olmuştu ki: (Arkası var) (1) Devrin en meşhus çengisi, Boynum- da büyük bir ur varmış, vükelâdan biri de: takahm bu sefinenin Sumi) diyerek ara yetmiş beşlik, seksenlik bil bayanın ağzından aynen kopye edilmiş. tir. Büyük ninelerinize sorunuz, bam beyitleri belki onların da hatarındadır. 23