Üyük bir vapur, Galata rıhtımı na yanaşıyordu. Birinci mevki güvertesinde, orta yaşlı, zeki yüzlü, gerik hareketli, seyyah kılıklı bir sdam, Küpeşteye dayanmış, şebri seyredi- yordu. Yanındaki ihtiyar bir İngiliz | Kadınına, fasih bir Amerikan şivesile: — Sizi yalnız camilerin, minarele- rin bu harikulâde silueti alâkadar edi- yor... «Bir şark şehrine geldimi; di- Yorsunuz... Fakat bir de bana Soru- İhtiyar kadın: — Niçin? - dedi, - Bu şehre dair ha- İıralarınız mı var? — Ne diyorsunuz, bayan?a. Tabil... Ebette,.. Ben İstanbulluyum! — Yok canım!.. Hiç bahsetmedi- miz... Dünyanın dört bir bucağındaki seyahatinizi anlatmaktan vakit kal- miadı deseniz e... — Evet... Filhakika... Bir çeyrek asırdanberi seyahatteydim. — Yok canım... Bir çeyrek asir mı? — Evet... Tam yirmi beş sene... Bu- rada bir «Mektebi sultani; vardı... Şimdi ne vaziyette olduğunu bilmiyo- Tum... Bakınız, işte şu kocaman sarı bina... Memleketin en mühim liseleri Arasındaydı... Hattâ, pardon... Yegâ- me lisesiydi... Orada okuduğumuz $1- Tâda kulağıma, bir takım gençlerin Amerikaya hicret ederek zengin olduk- ları çalındı... Mektebimizde ihtiyari olan ingilizce derslerine devama baş- ladım... Babamın benim için birik- tirdiği bir para vardı... Bunu aşıra- Tak. — Aşırarak mı? — Evet, bayan... Fakat dikkat bu- | .Yurun, irkilmeyin... Kendi paramdı 'Tahsilim bitince, babam bunu bana Sermaye diye verecekti... Ben, tohu- Mu ekmeyip öğütüp hemen yiyen bir İnsan vaziyetindeydim... Evet, anla- tayordum: Aşırarak, ver elini Ameri- Ka... Birçok seyahatler yaptım... Nev- Yorkun orta halli bir vatandaşı hali- M8 geldim... Fakat bu para ile İstan- in en zenginlerinden sayılırım ta- Gülümsiyerek, piposunu ısıran be- Yaz dişlerini gösterdi. — Ne meslek tuttunuz? — Bin bir meslek... Fakat bilhassa İzdivaç eksperi idim. Kartını çıkarıp verdi. Kadın hay- retle okudu. — Yok canım.. Bu da ne demek?.. Böyle meslek olur mu?.. Fakat lâtife #imiyormuşsunuz bay Remzi De- | e. Kartınızda, meşleğiniz de yazi- — Neden yazılı olmasın? Amerika- da, bütün teşebbüsler için, gayet ge- MİŞ bir saha açıktır... Tütün, şarap, , mücevherat eksperi olduğu gibi, bir de izdivaç eksperliği mevcuttur... İhtiyar kadın alâkayla — Pek merak ettim bu sanatı... Na- 8 şey? — Basit iş Kalabalık şehirlerde muh- | telif izdivaç büroları vardır, Bunların çıkardıkları gazetelere evlenmeğe ta- MP olanlar ilân verir. Yahud doğ- Yüdan doğruya müracaat ederek dos- Yaları doldururlar, Aranılan şartlar tarafta zuhur ederse izdivaç ken- inden olur...Yok eğer müracaatçı İp bulmazsa o zaman ıslah edeyim diye bana havale olunur. “— Islah edilecek insan var, edilmi- gin var. y Remzi Demir, ci salladı; ve bae — Her insan ıslah edilir. Şayed mad“ düzeltilip daha yüksek bir se- Yiyeye çıkarmak kabil olmazsa, ma- Den bozulur: «Senin gözün yüksek- O aradığın çeşide lâyık değil- » Kendini bil, nefsine göre birini a diye telkin edilir... Oda mu- eciye varmaktan vaz geçip ka- #3p kalfasile evlenir... Biz eksperler kada bu klâsik usullerimiz sa- Yesinde her kadını evlendirebiliriz. İngiliz kadın, — Peki amma... - dedi, - Zaten Ame- ak erkekler kadınlardan ziyade iz- Yaca talip... Kadınlar nazlanıyor... — Orası öyle... Amma, biz, erkekle- de, kadınları da izdiraca yetiştiri- » Müessesemize müracaatları, her Me seviyede, her ne çağda, herne şe- VE ve şemailde olurlarsa olsunlar, MACERA HIKÂYESİ Kızları evlendirmek mütehassısı Istanbulda... bir sene zarfında maddeten, manen yoğurur, evlenmeğe elverişli bir hele sokarız. İhtiyar kadın: — Amma yaptınız.. «Her ne çağ- da olursa olsun!» Diyorsunuz.., Me- selâ ben... Altmış yaşında olmama rağmen evlenebilir miyim? Remzi Demir muhatabını süzdü: Her şeye rağmen sizi de evlen- dirmek kabildir... kelebek gözlüğü- nüzün şeklini değiştirmekle, alaca kılık kıyafetinize mütevazi bir ifade vermekle, yeşilleşen takma dişlerinizi yenilemekle işe başlarız... Birdenbire susup karşısındakinin hututunu tedkik etti: — Bakın... Tenkide tahammül ede- miyorsunuz... Demek kendinizi bil- ... Ve bu sebeple, mutla- ka, bütün ömrünüzce gözünüz yük- . Muvafık bir eş İngiliz kadın, içini çekti: — Evet... Kız kaldım... Evleneme- dim, — Ya,.. Gördünüz mü işte?... Şa- yet bizim müesseseye müracaat et- seydiniz... Dünya yüzündeki bir mil- yar erkek arasında size muvafık ola- nı bulurduk... Hakikaten de, bu ka” | dar geniş namzedler arasında sizin gibi şekilce eskal dı servetçe ve Akılca orta halli bir insanın kendine birini seçmemesi kadar mânasızlık olur mu?,.. Mesele, aramak usulünü bilememekte... Vapur, yanaşıyordu. Halatlar atıl | mıştı; garib seyyah, rıhtımdaki hal- ka dikkatli dikkatli bakmağa başla- dı. İngiliz kadını: — Çok enteresanmışsınız... Ne de- meğe sizinle uzun bir seyahat esna- sında bu mevzuu açmadık... Anlatın, kuzum... - dedi. — Söyliyeceklerim eksik olacak. Zira şu esnada heyecan içindeyim. İşte annem, karşıcı gelmişler... Gönderdikleri re- simlerden tanıdım... Onlar da beni seçtiler... El sallıyorlar... Görüyor musunuz? — Görüyorum... Şu ahtiyar baya- nın yanındaki iki kız, değil mi? — Evet... O rüküş şapkalı, müna- sebetsiz kürklü, saki" boyalı kadınlar benim hemşirelerim heyhat... Aileniz yapmıyorsunuz. — Hakikati olduğu gibi mesleğimin iktizasıdır. Şeyed müna- sebetsizliklerini seçemesem onları na- sıl hale yola sokarım?... Bilhassa Ki kendilerini evlendirmeğe geldim. — Nişanlandılar mı? — Şayed öyle olsaydı, Amerikadan buraya kadar zahmet etmeme lüzum olur mıydı?... radan elti ay geçmişti... Büyük bir seyyah vapuru, İs- | tanbuldan kalkıyordu. Denizin orta- sında şamandıraya bağlı duran bu vapura, - İkinci düdük öttükten son- ra - bir motör yanaştı. İçinde seyyeh kılıklı bir adamla beş kişi daha var. İkisi erkek, üçü kadın. Kadınların ikisi genç, biri ihtiyar... Güvertede, küpeşteye dayanmış bir ihtiyar bayan, dürbinle aşağıya ba- kıyor... Birdenbire: «— O... « diye yerinden sıçradı. - Evet, aldanmıyorum... O... Bizim Remzi Demir... Fakat ne garib tesa- düf!... Aynı vapurla geldi, ben yolu- ma devam ettim... Mısır, Hindistan, Sengapur, Japonya demedim, dolaş- madığım yer kalmadı... Şimdi geri dönüyorum... Gene vapuruma eski yol arkadaşım biniyor... Fakat... Ya- nındakiler kim?... Onlar vedalaşı- yor... Remzi, ihtiyar kadının elini öptü... Hatırlıyorum: Annesi... Fakat iki genç kadın?... Bunlar da hemşi- releri mi?... Yarabbi!... Ne değişik- lik!... O eski allahlık, kendinden geç- miş hal yerine bir cerbeze, bir uya- nıklık, bir canlılık... O gün kardeş lerile birleştikleri zaman hayatları- nın mesud bir ânı olduğu halde gü- Tümsemiyorlardı... Bugün ayrılma günleri! Fakat ağızları kulaklarına varmıyor... Sebebi de var her hal- de... Çünkü, sokuluşlarından anlı- yorum: Yanlarındaki erkekler koca- hakkında kompliman | görmek | cerdi becereceğini demek! kocaya verdi... Geri dönüyor... Böyle düşünerek seyyahin yuka- | rı çıkmasını bekledi. Son binen yol- | olduğu için ve | cu bu Remzi Demir esasen o da son dakikada geldiğin- den vapur bir iki dakikada hareket etti: Motörden, türkçe olarak: — Bekliyoruz, ağabey... Mutlaka geri geleceksin amma... rikada tasfiye edeceğim... Buraya döneceğim... Ne mesud olacağız... Göreceksiniz... Burada çok iş var bi- zim mesleğimiz için çok... Allaha 1s- marladık... Motör birkaç kere sağa sola gittik- ten, içinde mendiller sallandıktan sonra uzaklaştı... Esasen İngiliz kadını da bu konu- şulanlardan bir şey anlamamıştı. O, kendi kendine şöyle düşünüyordu: «— Kızlar epeyce parlak parti vur- muşa benzerler... Çünkü erkeklerin halinden belli ki, kalantor şeyler... Kendi kılıkları da düzelmiş... Hele aşağıya ineyim de şu Remzi ile konu- | «Bu dünyada her insanın bir çifti vardır. Mesele onu arayıp bulabilmektedir. Eş bulamamak kabil değildir.» Yaşından “umulmaz bir çeviklikle / merdivenlere doğru yürüdü... “ A çılır kapanır tente seyahat kol- tuklarında oturmuş, Istanbulun Marmaradan uzkalaşışını seyrediyor- lardı: — Demek böyle?... Evlendirebil- diniz? — 'Tabil değil mi ya?... Nazariye- lerimi size anlattım... Hayatta evle- | nemiyecek kadin yoktur... İzdivaca talib olanı evvelâ yükseltmeğe çalış- malı... Çünkü çiftleşme zamanında kuşlarin. kurtların bile hallerine bir başkalık ârız olur; tüyleri başkalaşır, seslerine iktidarları nisbetinde bir &henk verirler... gibi: Yükselebilirlerse ne âlâ... İdeal- leri olan çiftlere kolayca varırlar... Şayed inkişaf kabiliyetleri yoksa, gö- zünü yükseklerden aşağı indirir; ge- ne bir kısmet bulurlar... Çok şükür ki benimi hemşirelerim, birinci tarz- da muvaffak oldular... Kadın merak içindeydi: — Nasıl, kuzum, anlatın... Başın- dan sonuna kadar, olduğu gibi hikâ- ye edin... — Peki... Hay hay... Piposunu doldurdu, Aheste aheste yaktı. Selâtin camilerinin fonun- daki semanın güzel renklerine gözle- rini daldırarak anlattı: ardeşlerimle otomobile biner bin- mez, ilk sözüm: — Demek evlenemiyorsunuz? Ben sizi iki üç aya kalmaz kocaya veri- rim! - Demek oldu, Güldüler: — 'Tabii,.. Şimdi kola; zengin bir kardeşimiz var... Mükem- mel bir apartıman tutarsın, bizi süs- İnsanlar da onlar | J ler, püslersin... Zengin sanıp alırlar...) mecmuası... — Yağma yok... — Niçin?... Senin paran bizim pa- İ ramız değil mi, ağabey?... Başka kim. sen var mı bizden başka. — Olmasın... Fakat ben yalnız an- neme bakacağım... Siz ise, kendi ya- ğınzla kendiniz kavrulacaksınız... Ancak o şekilde ve benim tavsiyeleri- me körü körüne riayet etmek şartile muvafık kocalar bulacaksınız... Be- nim servetime güyenmeyin. Çünkü ben de evleneceğim, çoluk çocuk sa- hibi olacağım... Kardeşten kardeşe fayda yok... Z Konferans, konferans... İkisini de tesirim altına aldım, Zaten bana iti- Araya ... Her işimi Ame- | madları da vardı... O akşam dedim ki: — Ne biliyorsunuz bakalım? Orta mektepte okumuşlardı. Ey | işleri, yemek, dikiş biliyorlardı... Şa- yed bunları bilmeseler, öğrenmeleri İ lâzım gelecekti... İzdivaç için eizem- dir... Biliyorum, «Hizmetçi mi olacak, zevce mi?; İtirazını siz de yükselte- ceksiniz. Fakat ilk hata buradadır: Zira, bir erkeği evlenmek hususunda ürküten en birinci âmil nedir biliyor musunuz? Şudur: Bekârken yaşadığı hayat seviye- sinden, evlenmek suretile aşağı düş- mek... Yani: Yüz lira kazanan ve bu pa rayı sarfeden bir bekâr erkek, evle- İNE» “ip nince otuz Mira» Kİ lik bir hayat yaşıyacağına ka- 5 ni olursa, ken- disine böyle bir istikbal (o vade- den kadından - şayed son de- Tece âşık olma- diyse - zebani- den kaçar gibi kaçar! Fakat mese- şi lâyüz Ilralık 4 bir iradı olan kadınlar kolay- lıkla kendileri- ne koca bulur- Tar. Bunun se- bebi aynı pren- siptir. Erkek, se-| viyesinin düş- miyeceğine ka- ni oluyor. Onun için, servetsiz kadında evve- lâ, «ben evlenince yan gelib otura- İ cağım! Ne ev işine bakarım, ne 80- kak işinel; Fikri kökünden silinme- lidir. Bunun için, ev kadınlığı şart- tar Bir işte çalışmasa bile çalışabile- cek vaziyette olması da ikinci şarttır. Bunlar da kâfi gelmez: Şahsına fevkalâde itina... Fakat boyanmak suretile değil... Esaslara: Dişlerin, saçların imkân nisbetinde bakımlı olması... Eğer süs lâzımsa temizliğin üzerine süs... Sonra, manen, neşelilik, çeviklik, iyi ablâk, samimiyet, yüzde yüz na- muskârlık... Ne bileyim: Ev kadını, iş kadını, iyi insan şeraitinin heyeti Nefsini mürakabe et- mek... Kendi mürakabe iktidarında değilse itimada lâyık birinin acı ten- kitlerine dayanarak, söylenenleri na- zarı itibare alarak heran kendini tashih etmek ve erkeklere: «Kârlı bir izdivaç yapacağım! İsti- Jade edeceğim! Bu evlenme benim hayrımadır! SIRTIMA YÜK ALMI- YORUM! Bana göre mükemmel ka- dın...» Hissini vermek... Kardeşlerimin giyiminden kuşamı» na, bilgilerinden ahlâklarına, yürü- yüşlerindeki atiklikten abus olma- malarına kadar her teferrüatile dört beş ay uğraştıktan sonra, onları işte evlendirmeğe muvaffak oldum. Mesleğimin maalesef tek cümleli prensipleri yoktur: — Şu muskayı lakan, yahud $u tılısımı yapan kadın evlenir! - Tar- mında sözler söyliyemem! Herkese göre şerait değişir, Fakat umumi kaide şudur: «Şimdiye kadar evlenememiş ok maktan inkisara uğramamak... (Dün- yada bir milyar erkek, bir milyar da kadın vardır... Ben ki akıllı bir ada- mum, murad edince kendime elbet bir çift bulurum!) Kanaatini şahsına telkin etmek... Kendi kusurları oldu- gunu kabul ederek eskilerin söyle- dikleri gibi nefsini ıslaha uğraşmak... Matlup derecede ıslah olursa ne âlâ... Olmadığı takdirde de gözünü yük- sekleren azıcık aşağıya indirmek..> Bütün teferrüat, bu kanava üzeri- ne İşlenecek... Bu takdirde, bir insa- nın evlenemmemesine İmkân yoktur... Herkes kendi çiftini bulur... Size gelince, bayan... Altı ay ev- velki muhaveremiz yarıda kaldı... Sizin evlenmeniz... ngiliz öyle fakat suniliği belli olmıyan yeni dişlerini gös- tererek güldü: — Bunları Misrda yaptırdım! - dedi. - Bakınız, kelebek biçimi göz- dük de takmıyorum artık.. Elbisele- rim de eskisi gibi çığırtkan renkte değil... Ve... Ötede kitab okuyan, beyaz bıyıklı, kanburca bir adamı göstererek: — Singapurdan vapura binmişti, Mütekaid müstemleke memurların- danmış.. İngiltereye odönüyordu.. Yolda vapurun papazı tarafından ni- kâhımız kıyıldı. Doğrusu, bunda sözlerinizin çok tesiri oldu... 'Telkin- leriniz yüregimde yer etmişti., Ona göre hareket ettim... — Çok memnun oldulr... — Şimdi nereye ? — Amerikaya gidiyorum... Orada- Ki işlerimi tasfiye ederek memleketi- me döneceğim... Zira vatanımda, ken- dini tashih etmeğe çalışmadan eşine yar olmak niyetile evlenmeğe kalkan ve bu yüzden evlenemeyip de bet- baht olan pek çok vatandaş olduğu- nu gördüm... Bir büro açarak, pren- siplerim dahilinde telkinlere, tashih- lere ve evlendirmelere ie Memleketimin cidden nüfusa da ih- Uiyacı var.. Nüfusa ve makul esas- lar üzerine kurulmuş âilelere.. Her uzvu faydalı silelere... (Vâ-Nü) Ağaç bayramında vali nutuk irad ederken Afyon (Akşam) — Ağaç bayramı şehrimizde Cenkel mevkiinde parlak bir surette kullanmıştır. Bayrama, talebe, binlerce halk iştirak etmiştir. Vali bu münasebetle bir nutuk irad ederek ağaçların kıymet ve ehemmiyetinden bahsetmiş, ilk ağacı da kendisi dikmiştir. Talebe ve halk tarafından bihlerte ağaç dikilmiş, bunların hüsnü muhafazası temin edilmiştir. Afyon belediyesi 100 hektar genişliğindeki Hıdırlık tepesine ağaç dikme- ğe devam ediyor. Bu tepenin teşçiri tamamile bitmiştir. Belediye İzmir istas- yonu caddesile daha bir çok cadde ve yollara ağaçlar diktirmiştir. Belediye, teşçir işine büyük bir ehemmiyet veriyor.