GLA ir iz LR RGEFRARRARSİ, e w EBREHE Bursa mektupları Bursa konservatuarı: yeni açılan müzikevi Koza için talep çoktur. Rekolteyi Bursa (Akşam) —- Dört ay evvel Bursa belediyesi bir (Müzikevi) aş- mıştı. Müzikevi, Bursa konservatuarı- nın mütevazi adından başka bir şey değildir. Küçük bir kadro ve &x bir İahsisatla açılmış olması, ona, haki- kl hüviyetinden hiç bir şey kaybettir- çarelerle bu sanat müessesesini kur- mağa çok çalıştı ve muvaffak oldu. Müzikevimizin başında genç ve kıymetli kompozitörlerimizden bay Nuri Sami bulunuyor. Müzikevi, çar ışmalarının ilk mahsulü demek olan lik konserini verdi. Konseri, Evin öğ- yetmenleri hazırlamışlardı. Dünya sanatkârlarının seçme par- çaları büyük bir muvaffakıyetle ça- lınan konserde piyanist bayan Nüz- heti her vakit olduğu gibi kuvvetli bulduk. Şan muallimi bayan Nezihe- nin ses ve okuyuşu tatlı bir tesir bi- raktı. Bay Nuri Saminin usta viyo- lonselinde ise çok muvaffakıyetli par çalar dinledik. Bay Nurinin bilhassa bu konser için hazırladığı milli mo- tiflerle yapılmış (Sabah şarkısı) çok alkışlandı. Bursa Müzikevi, her ay yeni programlarla muntazam konser- ler verecektir. Bölediyemiz, son zamanda Müzikevi kadrosunu genişletmiş ve çalışanlar rın ücretlerini arttırmak surelile mu- iki işlerine verdiği önemi göstermiş- tir. Müzikevinde her gün öğleden son- r ders vardır. Bu derslerle, telli saz- lar, piyano, şan, musiki nazariyatı, Musiki tarihi, kulak terbiyesi gibi Bsaslı mevzular üzerinde işlenmek- tedir, Müzikevinin talebesi elliyi bulmuş- tur. Ekseriyeti, ilkmekteplere giden küçükler teşkil ediyorlar. Her talebe, iki gün saz dersine, bir gün Mazariyata mecbur tutuluyor. Bü- Yüklere ayrıca musiki tarihi de öğre- tiliyor. Cumartesi günleri teşkil edilen şe- hir korosuna talebeden başka, hariç- ten istiyenler de gelebiliyorlar. ” Ders halindeki musiki faaliyetle Finden maada Müzikevi, Şehir bando- $ile de meşgul olmakta ve bir Şehir m meydana gelmesine çalışmakta- Bursa Müzikevile bilhassa Balkan- musiki teşekkülleri alâkadar Dlüyorlar. Birçok sanat teşekküllerin- Bursa konservatuarı hakkında Malümat istenmektedir. Pariste bü- bir Türk bayanı, evin şan İnuallimliği için talib olduğunu bil demiş ve kabul şartlarını sormuştur. Bursadan koca ihracı Her yıl canlanan bir mesele vardır: Avrupaya koza göndermeliyiz; Avru- Pâ piyasası bizden ipek değil koza Yor; ipeklerimizi beğenmiyor. ilir.. Bu mesele bugünlerde Bur- Bada yine tazelendi. Avrupanın bizdeh koza istediği doğ» Bursa müzikevinin açılışına ait 4 - 5 milyona çıkarmak lâzım rudur. Çünkü Bursa kozaları piyasanın en İyi mallarıdır. sa beyazı, mevcud beyazların başın- da sayılır. Bu imtiyaz ve hususiyet, Kozalarımıza dünya piyasasında da- ima birinci mevki bir flat temin et- mektedir; 7 Buna mukabil, memleketten koza ihracı için istihsalâtımız kâfi gelmi- yor. Avrupa piyasalarında asgari sa- Çünkü mevcud fstihsal, dahili ihtiya- cı bile karşılıyacak berekette değildir. Koza rekoltemiz, sekiz senedenberi pek büyük bir inkişaf geçirmiş sayıl- maz. Yekün, hep iki milyonun az ile- risinde oynamaktadır. Alınan bir- çok tedbirler; koza borsasının, Tica- ret odasının, İpekçilik enstitüsünün gösterdiği çok kıymetli yardımlar, âsıl istediğimiz yüksek istihsali henüz temin edememiştir. Koza istihsalini birkaç yıl içinde hiç olmazsa bir bu- çuk misli arttırmamız lâzımdır. Avrupanın, İpeklerimize rağbet et- meyişine sebep olarak denye düşüklü- ğü İleri sürülüyor. Fena kozalarla karışık çektiğimiz ipekler, münhası- Tan yüksek kalite kozadan Ipek çıka- ran dünya piyasasında fena karşılar niyormuş. İşin iç yüzünü bilenler, bu karışık imal tarzını da teslim etmekle bera- ber, asıl sebebin bundan ibaret olma- dığını söylemektedirler... Hiçbir mem- leket, mamul maddeye, mecbur olma- dıkça, itibar ve iltifat etmiyor; bu- günkü iktisad düsturlarına göre hare- ket ederek ham maddenin işçiliğini kendi işçisine vermek İstiyor: İpekle- re karşı gösterilen naz, işte bundan ileri geliyor. Avrupaya koza ihraç etmek için tek yol, koza rekoltemizi, hiç olmazsa en yakın senelerde dört beş milyona çıkarmaktan ibarettir. Bu, büyük bir ziraat ve iktisad da- vamız olmak lâzımdır. Bana bu me- seleden bahseden Bursa Ticaret oda- sı başkanı B, Rüştü Egel, Ticaret oda- mızın bu mesele üzerine dikkati çek- mek üzere bir rapor hazırladığını da söyledi. Erzincan Halkevinde okuma kursları Erzincan (Akşam) — 937 yılı dey. resinde Halkevi kurslar şubesinde açı- lan okuma ve yazma kurslarına de- vam ederek yeni türkçeyi öğrenenler. den otuz beş erkek, kırk kadın tasdik» namelerini almışlardır. 938 senesi için de kurs hazırlıkları başlamıştır, oturduğu köşkün Bütün bahçesi 60 santimetre: derinliğinde kazılacak Polis ve adliye bahçede daha bir çok cesedler bulunacağını tahmin ediyor İ Katil Viedmanın Paris civarında, biri kadın, dördü erkek olmak üzere beş kişi öldürmüş olan Viedman namındaki Alman ca- ninin altıncı bir cinayeti daha mey- dana çıkarıldığını ve Alsaslı Keller namında bir kadını da öldürerek ce- sedini Fontenblo ormanına gömdü- ğünü yazmıştık. Madam Kellerin asıl adı Jeanine Berst'dir. Kendisi otuz yaşındadır, on bir ve sekiz yaşında iki çocuğu vardır. Üç senedenberi koca- sından ayrı yaşıyor. mak üzere Parise gitmeğe davet cdi- liyor, müracaat yeri olarak Paristeki otellerden birinde oturan bir adamın adresi veriliyor, mektubun sonunda da hasta kızm Paristen 500 kilometre uzakta kâin bir köşkte oturduğu ve bu işe tavassut eden adamın kendisini köşke otomobile. götüreceği ilâve edi- Tiyordu. Bayan Keller Parise gittikten sonra ne iki çocuğunu teslim etmiş olduğu tihaz ettiği Voulzie villâsında, bulu- nan evrak arasında Keller namına ya- zılmış bir pasaport ile genç kadının ve daha henüz akibetleri bilinmeyen da- ha bazı kadınların elbiseleri ve çama- şırları bulununca, zabıta tahkikatını derinleştirmiş zavallı bayan Kellerin katil Viedman tarafından bir tuzağa | düşürülerek öldürüldüğü meydana çık- mıştar. Bu cinayet tahkikatını idare eden Versay müstantiği Voulzir villâsının bahçesinde, daha bir takım cesedler gömülü bulunduğundan şüphelendi- ği cihetle, bütün bahçenin 60 santi- metre derinlikte kazılmasına ve top- rağının altüst edilmesine karar ver- miştir. Zavallı kadın derede boğuldu Çanakkale (Akşam) — Kus köylü Hasan pehlivanı kızı 25 yaşında Fatma, kocasile beraber dağdan odun keserek köyüne götürmek üzere çift atlı arabasile Su makinesi yakinin- daki dereden geçerlerken tekerlekle- rin civataları gevşeyip araba, derenin içine devrilmiştir. Bu esnada arabanın üstünde bu- lunan Fatma, arabanın altında kala» rak derede boğulmuştur. Kocası Ali, beygirlerin dizginlerine sarılı oldu- ğu için beygirlerle yüzerek sahile çık mıştır. Bu çift, henüz bir senelik ye- ni evliydiler, Yazan: Arif C. Denker ESRARENGİZ KERVAN 'Tefrika No, 31 Olga, daha doğrusu Güldost mazisini, geçirdiği maceraları düşünüyordu Aradan üç sene geçtikten sonra Umumi harp zuhur etmiş, harp neti- cesinde Rusyada ihtilâller çıkmış, memleket altüst olmuş, yeni bolşevik idaresinin teeşsüsünden evvel babası parasına tamaen öldürüldüğü için Güldost Petersburgda, daha doğrusu Leningradda yalnız kalmış, emlâk, arazi ve servet de elden gittiği için Azerbaycanlı 'Türk kızı bolşeviklere iltihaka mecbur olmuştu. Güldost muhtelif Avrupa lisanla- rından başka türkçeyi iyi bildiğinden, çinceye de biraz vâkıf olduğundan, bundan başka zekâsı ve ihata kabili- yeti ile az zaman zarfında kendisini gösterdiğinden onun şarkta casus ola- rak kullanılmasına karar verilmişti. Olga Feodorovna sonradan takma bir isimdi. Olga, daha doğrusu Güldost bun- ları düşünürken esrarengiz kervan meselesi mütemadiyen zihnini gıcık- yordu: «Ya o silâhlar Enver paşaya aitse, Türklüğe hizmet etmek için kullanılacaksa, o zaman?.. Evet o za- man her şeyden evvel Türk olduğumu unutmamam lâzımdır...» O kervanı Rusyaya teslim etmek için değil, Türklere, ırkdaşlarıma hizmet etmek için kurtarmam icab eder... Kim bilir, belki bu kervanla meşgul olmam ge- ne aslıma rücu ve içine daldığım bu girdabdan kurtulmam için iyi bir te- sadüf eseri olacaktır!..» diye düşünü- yordu. Stepin gece rüzgârı kuru kamış çu- bukları arasından geçerken fısıldıyor, kayalık arasından çıkan su şakırdıya- rak akıp gidiyor, ateşin içine atılan sert ağaç kütükleri çatırdıyor, ayak- ları köstekli olduğundan sekerek yü- rüyen atların tepinmeleri Güldoskun kulağına kadar aksediyordu. Akşam yemeğini pişirmekle meşgul olan uşaklar alçak sesle konuşuyorlardı. Güldost iniliyi işitince o tarafa baktı. Ateşten çıkan aydınlık sayesin- de Ahrgedin hararetten parıldıyan olduğunu gördü. Kız, bir müddetten- beri kafasını dolduran düşünceleri silip atmak istiyormuş gibi elile ainı- nı okşadı. Ahmed Abuda yaklaştı. Onun yanına oturarak: — Nasılsın? Ateşin mi var? diye sordu. kaldırdı ve baştan başa kıpkızıl bir yara halini alan göğsünü gösterdi. Güldost yaraları muayene etti. On- dan sonra sargı ve ilâç kutusunu al mak üzere ayağa kalkarken: — Nasıl oldu da bu hale geldin? di- ye sordu. — Ah-Singin emrilel Japonlar da... — Japonlar mı? Hangi Japonlar? Bana bahsetmiş olduğun Japon mu? Güldostun hayretle sorduğu bu su- ale Ahmed şu suretle mukabele etti: Güldost cevap vermek için bir müd- det tereddüd ettikten sonra dedi ki; — Hayır. Anlat. Yahut dur bekle, Evvelâ yaralarını sarayım da ondan sonra. Ben evvelâ Hüseyin efendile de konuşmak istiyorum. Onunla konu- şurken sen de biraz istirahat edersin. Aklın başına gelir. Ah-Single bir veya bir kaç Japon- yalının münasebette bulunduklarına dair Ahmedin söylediği şeyler Gül | Şeye aponlara müşter hap reket ediyordise, o zaman silâhları Rusyaya salmak için yapmış olduğu teklifin mânası kalmıyordu; eğer Ja- ponlara karşı hareket etmek istedise, o zaman nasıl oluyordu da Ahmed Abuda Japonların huzurunda işken- ce yaplırıyordu? Bu noktaları behe- mehal tenvir etmesi lâzumdı. Onun için evvelâ Hüseyin efendile konuş- ması muvafık olacaktı. : Kız, bunları düşünerek kendi ara- basına kadar gitti. İlâç ve sargı ku- tusundan ilâçlar ve sargılar glarak Ahmedin yanına döndü. Andreyden su istedi. Uşağın yardımile Ahmedi yarı beline kadar soydu. Yaralarım yıkadıktan sonra bütün göğsünü bü- yük bir sargı ile sardı. Ondan sonra Türkmen gencinin el ve ayak par- maklarını soğuk su İle yıkadı ve iyice sardı. Bu iş hittiklen sonra Ahmeği Andrey ve Vassilinin yardımile yük arabalarından birisine naklettirdi, orada hazırlanan bir yatağa yatırdı. Ahmed: adamdır, hem de cesurdur. İyi bir av- cıdır, bir çok desiseler bilir — Ya sen? sen nesin? — Ben tüccarım. Arada sırada sar- raflık yaparım, — Ya, demek ki ticaret yaparsın? Nerede oturuyorsun? Ben seni tanı- miyorum. Andrey, Ahmedin dostu ol- mak sıfatile aramızda bulunmakta ol- duğunu söyledi. Fakat hakkında da- ha fazla malümat almak isterim. Na- muslu bir adama benziyorsun. — Namuslu adam mı? Namuslu ol- duğumu zannederim. Keşki herkes benim gibi olsaydı. Bir kaç seneden- beri ben Kulcada oturuyorum. Daha evvel Buharada idim. Ondan evvelde uzun uzun ince gölgeler hami ediyor- du. Hüseyin efendi ateşin başına bağ- daş kurarak oturmuştu. Ellerini ko- yun pöstekisinden mamul kürkünün diner) 5 e a ETİL m İyinin Sile ölüme va