Sahife istanbul sabahlarının ressamı On beş gün oluyor, Güzel sanatler akademisinde, onun, Üç yüz parça resmi bir araya toplıyan sergisini gez» dikten sonra aziz sanatkâr bana de- mişti ki — Sizin, arada sanatede temas eden makalelerinizi okuyorum. Benimi sergim hakkında da bir yazı yazmani- gı pek isterim. Aleyhimde de olsa mü- talealınızı açıkça söylemenizi bilhas- sa rica edeceğim. Akademinin genç ve çalışkan mü- dürü Bürhan Toprakla konuştuğum zaman sergiyi tekrar ziyaret etmek ve Nazmi Ziya ile de konuşmak arzu et- tiğimi söylemiştim. Bu ricamdan res- sama da malümat verilmiş; geçen pâ- xartesi öğleden sonra buluşmamız takarrür etti. Halbuki buluşacağımız o günden yirmi dört saat evvel, aziz ressamı başka bir âlemin karanlık ve toprak kapısı önüne kadar götürmek ve orada biribirimizden ayrılmak mu- 'kaddermiş; daha doğrusu mukarrer- miş. Şimdi bu yazıyı, onun hâberdar olacağı bir sevgi ve alâka nişanesi ol- maktan da fazla, bir vasiyet yerine getirmek kaygu ve saygısile yazıyo- Tüm. Artık onun maddesi bizim için yok- tur, Hemen bir saat evvel tekrar bir kabir hissile ziyaretine gittiğim üç yüz parça resmi bir araya toplıyan ser- giden ayrılırken onun bütün ruhu- nun ve dimağının özünü hâlâ yaşıyor gördüm. Demek arkada kalan bizler ve bizden de sonra gelecekler için on- dan kalan eserler, birer canlı zekâ ve duygu makesiymiş. Yatağının başu- cunda bıraktığı ik! kitaptan biri, (Bit- miyen gece), onun ölen hayatı, (bit- miyen gündüz) İse kendinden sonra yaşıyacaklara bıraktığı bu canlı mi- Tastır, Nazmi Ziya, işte bu üç yüz parça resmi (belki bir o kadar da bulamadı- ği ve sergiye koyamadığı eseri vardı, kimbilir?) Bütün hayatınca, hattâ başka bir şey yapmıya lüzum bile görmeksizin, vücude getirmek için ya- şadı. Her sanatkâr gibi o da bir ipek böceği çalışkanlığile kendine kendi hayalinin unsurlarından bir âlem ör- dü ve eser tamam olunca, içerisinde havasız kalarak öldü diyebiliriz. Bu son sergisini yapabilmek için çektiği sıkıntıları, uğradığı güçlükleri dostla- rından dinlemek, bu kanaate varmak için kâfidir. Nazmi Ziyanın yaratlığı sanat ko- zası; İstanbulun sabahlarında, yeşil yamaçları, ağaçların kurşuni kuytuluk- larını, dere kenarlarını, çiçekli bahçe- leri hafif ve esiri renklere boyayan güneşlerin şuzlarından bükülmüş in- ce ve narin ipeklerle yapılmıştır. O, bütün bu seher manzaralarını, hafif sislerden dokunmuş tüllerin altından seyretti. Onun gözleri o kadar nazlıy- dı ki asla koyu renkleri göremedi. On- da tozpembe, havaimai, açık filizi ye- şilden başka renkler, mizacındaki iti- dali rahatsız eden hiddet ağları kadar (AKŞAM) ın edebi romanı nadir ve murakkattir. O, sevdiği renik- leri, ancak paleti üzerindeki boyalar renksizliğe yaklaştığı zaman bulabil- di. Nazmi Ziya, şafakla beraber uya- nırdı. Onun ruhunun yapılşına seher vaktinin sükünu, yeni doğan güneşin henüz yakmıya başlamıyan hafif ha- rareli ve ziyası uygun gelirdi. İstan- bulun sabahını onun kadar yakından tanıyan herhalde çok az insan vardır. O, Türk sanat tarihinde İstanbul sa- bahının ressamı olarak anılacaktır. Nazmi Ziya, güneş gibi, milli sana- tin doğuşuna da âşıktı. Onun sanati, kendisi kadar halüktur, mütevazıd İçli, ince ve tatlıdır. Hattâ biraz ha- yaldir de; aziz varlığı gibi... Fırçasını nasıl tuali incitmiyecek bir hafiflik- le kullandise hareketlerini ve sözlerini de daima etrafındakilere o nezaketle temas ettirmekte dikkatli ve itinalı kalmıştır. Nazmi Ziya, çok çelebi bir İstanbullu idi; onun sanati de kendi- si kadar çelebi ve kendisi kadar İstan- bulludur. Eserlerinde kinin ye hiddetin en kü- çük bir gölgesini bulamazsınız. Ona en büyük ihanet, onu sevmemekti. Çünkü o, tabiate ve insanlığa karşı en derin bir sevgile âşıktı. Güzelin ve iyinin ebedi gönüllüsü... Tabiat, bu sevgiye tam'bir sadakatle mukabele etmiştir. Bütün eserleri içerisinde he- men hepsi manzaradır. İnsan çok az ve Portreleri peyzajlarına nisbetle çok zayıf. Belki insanlara verdiği duy- gu vedialarını çok ziyanla geri aldı ve bu aldanış, onu insanlardan daha ziyade tabiate bağladı. Şimdi, gö nü alamadığı insanların değil, gönül verdiği tabiatin kucağındadır. Sanat ve diğer vadilerde yarın bü- yükleri olacak © gençlerimize, ölüğü günü Cumhuriyet gazetesinde çıkan 8öh yazısının son satırlarını okutarak aziz sanalkârın hatırasını onlarla be- raber taziz edeceğim: «Ben isterim ki resim, memleket sevgisi ve kardeş sevgisi versin. Akşam yorgun argın evine gelen kimseye ta- hat ve sükün versin, yuva ve aile sev- gisi tattırsın, istikbalin sahibi olan gençleri karanlık sinema salonların- dan vareste kılsın ve ahlâk hastalık- larından korusun,» Masamın üstünde, onun hayat, sa- nat ve eserleri hakkında Güzel sanat- ler akademisinin neşrettiği güzel ve değerli kitap durmaktadır. Türk sana- tine verdiği emeğin bir şükranı olarak ve kendisine sunulmak düşüncesile neşredilen bu kadir bilici kitap, ne ya- zık ki onun ruhu için saygılı, fakat hazin bir kitabe oldu. Allah gani gani rahmet eylesin!.. Hasan - Âli Yücel Karamanda bereket Karaman (Akşam) — Karamanda bu sene eşine güç raslanır bir bereket vardır. Harmanlar bitmek üzeredir. Bu hafla Adana ve Mersine ilk parti kavun gönderilecektir. Tefrika No, 47 Mektep arkadafları Ve genç kıza bakarak devam etti: — Öyle değil mi? Onun nisaiyeci olması o kadar ta- bii görülüyordu ki daha talebe iken bile hocaları onun bu branşda çalış- masını doğru bulduklarını söylüyor- Jardı, Halbuki o hiç te böyle düşün- müyordu. Doktor Bedrinin muhakkak tasdik cevabı bekliyen sualine başını salladı: — Hayır doktor, niyetim hariciyede çalışmak! Bir kaç kalın ses bir araya karıştı: — Yaaa, garip, ne cesaret, Ve direktör Ahmed Reşid kendine mahsus müstehzi ve biraz da Jâübali tebessümle ilâve etti: Demek kesip doğrıyacaksın. Bütün gözler genç kıza çevrilmişti. O artık meslektaşları arasında arka- daş gibi konuşmak cesaretini bulmuş- tu. — Tabii, dedi. Bütün operatörler gibi, Odada garip bir süküt başladı. Hep- si sanki derinden gelen şüpheli, tehli- keli bir uğultuyu dinliyorlarmış gi- Bürhan Cahid biydi. Bu süküt mânalı olduğu kadar elimdi de., muhakkak ki şu odada bu- Tunan dört doktorun dördü de genç kızın son cevabını içlerinde düğümle- nip kalan bir tebessümle karşılamış- lardı, Fakat bu tebessümü izhar et- mek cesaretini bulamadıkları için du- daklarının ifade edemediği bu istihza kendilerini müşkül mevkie koymuş ve bir kelime söyliyemiyecek hale ge- tirmişti. Vaziyeti muhakeme etmiye bile imkân yoktu. Karşılarında kendi- leri gibi mesleğin muayyen devreleri- ni geçirmiş ve elinde tıpkı kendilerine verilmiş diplomanın eşi olan bir mes- lektaş vardı. Ve bu genç arkadaş tapki onların ihtisas şubesi seçerken tema- yüllerine ve düşüncelerine göre kabul ettikleri branşı seçmiş bulunuyordu. O halde bu pek tabil hakka kim iti- raz edebilir ve bu fikrini serbestçe söyliyen bir meslektaşla kim istihza edebilirdi? Fakat insiyaki ve âni bir cümlei asabiye hareketi ile onları şa» Şirtan, tebessümlerini çenelerine mıh- lıyan düşünce neydi? Karşılarında filiz gibi endamı ve | | İ çalış Cevvale hanım. Eminim ki onun AZŞAM Adapazarı Pilâv ve helva pişirildi, - köylüler arasında Pancar yüklü süslü ara- istasyona kadar götürdüler * Adapazarı (Akşam) — Eskişehir © şeker fabrikasının pancar ektirdiği sahalarda bir eylülde pancar sökül- mesine ve fabrikaya pancar sevkiya- tına başlanmıştır. Bu münasebetle köylüler pancar hasadının ilk günle- rinde hasad bayramı yapmağa karar vererek toplantılar yapmışlar, pilâY ve helva pişirerek köylerinin meydan | lıklarında yemişler ve aralarında eğ» - lenceler tertip etmişlerdir. Bu sırada, tarlalardan pancar yüklü arabalar yapraklarla süslenmiş bir halde köy meydanlıklarına getirilmiş. köylüler bu toplantılarına fabrika memurları- nı da çağırmışlardır. Bilhassa Söğütlü nahiye merkezin» de yapılan bayram çok neşeli olmuş. toplantıda, şeker fabrikasının Adapa- zarı mıntaka âmiri Sabri Ongun İle nahiye müdürü Abdürrahman, pan- | car mahsulünün iktisadi ve zirai ba- kımlardan memleketimize getirdiği yenilikleri, çalışıp, uğraşarak meyda- nünü neşe ve inşirahla geçirmeleri- nin çok iyi olduğunu anlatmış, bu mahsulün müteakip yıllarda daha ve- rimli ve feyizli yetiştirilmesini teşvik edici sözlerle anlatmışlar, şeker ihti- yacımızı kendilerinin yetiştirdikleri pancardan tamamile temin eden şe- ker fabrikalarının on sene zarfında cumhuriyet idaresinin azimkâr elile | kurulduğunu ve bü sene ikmal edile- | cek olan Söğütlü - Adapazarı şosesi- | nin pancar nakliyatını kolaylaştıraca- ğını ilâve etmişlerdir. Muğlada Okaliptos ağacı yetiştirilecek Muğla 15 (A.A.) — Okaliptos saha- larının tesbiti için dolaşmakta olan Pr. Cermak ve Dr. Asaf şehrimize gel- mişler ve ilimizde Dalaman muntake- sını bu ağaçların yetişmesine en mü- | sait bir saha olarak bulmuşlardır, Yıl- lık yüz bin metre mikâbı okaliptos ağa- cına ihtiyaç vardır. Dalamanda 1500 hektarlık yer bulunmuştur. Bu ağaç- lar Zonguldak kömür havzasının ma- den sütunlarında kullanılmaktadır. bir yeşil yaprak gibi çekik ve canlı gözlerle taze bahar tablosu gibi du- Tan genç kızın son cümlesine ancak doktor Ahmed Reşid cevap verebildi; — O halde profesörü asiste etmeğe yanında noksanlarını pek çabuk ik- mal edersin, Hastane direkörünün bu cevabı onun çığırından çıkmak istidadı gös- teren bahislerde aldığı otoriter vazi- yetin bir neticesi idi. Arkadaşları bu Sözleri hemen tasdik ettiler ve genç kıza yeni yeni muvaffakıyet temenni- lerinde bulunarak ayrıldılar. Yalnız kaldıkları zaman direktör doktor Ahmed Reşid genç kıza hasta- ne disiplini hakkında bazı izahatla beraber girdiği meslek hayatının yeni çerçevesinde tesadüf edeceği müşkül- | lere dair fikirler verdi, Onun böyle ba- baca, dostça, arkadaşça konuşmaları icabında meslektaşları arasında pey- da olan en çetin münakaşaları incit- miyen bir salâhiyetle kesip attığı için en küçüğünden en meşhuruna kadar hastanenin bütün doktorları başheki- min bu lâübali görünen, fakat altın- da otoriterliğin bütün sertliği sezilen konuşmalarından pek hoşlanıyorlardı. Talebeliği zamanında bir kaç kere görüp konuştuğu başhekimin bugün- kü yarı resmi görünen fakat arkadaş- ça, babâca ifade edilen tavsiyelerini azarı köylerinde pancar bayramı güzel oldu eğlenceler yapıldı £ balar mahsulü merasimle MEMLEKET HABERLERİ © faydaları ve ziraatte yapılmakta olan * na getirdikleri mahsulâtın hasad gü- İ Pancar yüklü arabalar kafile halinde, bayrama katılan köy çocukları, pan- car hasadile uğraşan bir aile, pilâv ve helvalar pişiriliyor. Bundan sonra bütün köy halkı ye işler ve yemekten sonra süs- iş arabalar kalabalık bir kafile halinde istasyona hareket etmişler- dir, Rasatane müdürünün tetkikleri Uşak 15 (A-A.) — Coğrafi ve man- yatik tedkikat için Uşak'a gelmiş olan Tasathaneler direktörü B. Fatin, ta- rih kurultayında Türklerin heyet 4- mine çok eski zamanlardanberi yap- lıkları hizmetlere ait tezini müdafaa etmek üzere İstanbula gidecektir. B. Fatin kurultay bittikten sonra râsathaneden kendisine iltihak ede- cek yardımcılarla birlikte tekrar Uşak'a dönerek tedkikatına devam edecektir. genç kız derin bir hürmetle dinledi ve hemen o gün gömleğini giyerek işine başladı. Artık hastanenin malı idi, O günden itibaren aylığı da işliyordu. Alacağı maaşla kendi iradı kendine göre kuvvetli bir yekün tutuyordu. Kimbilir belki hariçte evine gelecek hastalar da bu yekünu arttıracaklar- dı. Genç kız sonuna ermek için yıllar- danberi çalıştığı bu çetin yolu artık bitirmişti. Şimdi yeni bir âleme, yeni bir dünyaya doğmuş gibiydi. Artık ha- yatını yeniden kurmak için bir prog- ram yapmak sırası gelmişti. Bir yandan almancasını ileriletmek için akşam derslerine devam eden Cevvale hastanede doktor olarak işe başladığının akşamı eve döndüğü za- man kararını vermişti, Bugünden itibaren hayatının mü- him hâdiselerini yazacaktı. Kimbilir, belki de o güne kadar nefsile ve mu- hitinin insanlarile geçen mücadelede kalbini yoran vakaları bundan sonra kendine yegâne mahrem arkadaş ola- cak bu hatıra defterinin ketum sahi- felerinde saklıyacaktı! « Birinci kısmın sonu - «Bu defter geçen yıl bana Anadolu» nim uzak bir köşesindeki posta mer- kezinden taahhütlü k gönderil- di. Beni günlecre meşgul eden bu ha- tıraların bir kelimesini değiştirmeden yanlarıma ilâve ediyorum.» BC, Karamanda cinayet Bir kişi öldü, bir kişi de ağır surette yâralandı Karaman (Ak- şam) — Kara man Selerek kö- yünde bir cina- yet olmuş, bir kişi ölmüş diğe- ri de ağır suret- te yaralanarak Konya memle- ket hastahane- sine kaldırılmış- tır. Cinayet şöy- $ le olmuştur: Yusuf ve kar“ deşi Hacı ile Şükrü adında üç kişi su mesele- kan jandarma sinden dolayı ay- mandanı B. Fazıl ni köyden Alâeddin ve Bekirle kavga etmişler. Kavga büyümüş, neticede Alâeddini kama İle üç yerinden yara- Yıyarak öldürmüşler. Bekirde atılan tabanca kurşunu ile ağır surette ya- Talanmıştır. Çalışkan jandarma kumandanı Faz- knın gayretile suçlulardan Yusuf, Şükrü:ve Hacı yakalanmışlar ve cü- Tümlerini itiraf etmişlerdir. Karamürselde biçki sergisi Karamanın çalış- Sergiden bir köşe, öğretmen Sakine Öztan (X işaretli) ve talebeler Karâmürsel (Akşam) — Kasaba- mızda dikiş ve biçki öğretmeni Sa- kine Öztan tarafindan (Özel Dikiş ve Biçki) yurdu açılmıştır. Yurda dokuz talebe devam < etmekte olup bunlardan öksüz talebelere ücretsiz ders gösterilmektedir. Biçki ve dikiş yurdunun açtığı ilk sergi çok muvaffakıyetli olmuş ve büyük bir Tağbet görmüştür. Yuka- rıki klişe serginin bir köşesile öğret- men ve İalebesini bir arada gösteri- yor. İkinci kısım Nişantaşı - 19** | Kâmbamın filizi aydınlığında yazı- İ Jarıma nereden başlıyacağımı düşü- İ nüyorum: Geride bıraktığım yorucu hayatın acı, tatlı bütün hatıralarını unutmuş gibiyim. Arz Üzerine yeni doğmuş bir Insan gibi tarihsiz, mazi- iz, hatırasız olmak ne iyi. fakat aldı- Eımız ilk nefesle başlıyan hayat iş- kencelerini unutmak için ancak insa- na yeni bir âlem, yeni bir hayat vaa» deden böyle mühim bir hâdisenin kah- Tamanı olması lâzim. Bugün hastane- de, bir doktor salâbiyeti ile işe baş- larken sanki dün ayni koridorlarda her an azarlanmakten yahut istihza edilmekten korkarak bir gölge gibi dolaşan genç kız ben değilmişim gibi bastığım yerin, teneffüs etilğim ha- İ yanın sahibi olarak başım havada, İ gözlerim tereddütsüz kovuşlara giri- | yor. her serviste dolaşabiliyorum. Baş- hekimin dediği gibi hastaneye tayin edildiğimi duymıyan kalmamış. Has. *abakıcılar, servis doktorları beni gör- dükçe yanıma yaklaşıp hararetle teb- rik ediyorlar, (Arkası var) -.momus asama