AŞK DİLENCİLERİ Nakleden: ISKENDER FAHRETTİN 2 Eyini 1932 Geminin süvarisi, kamarada Barney ile yemek yerken: “Kadınların güzeli de, çirkinide fettandır dedi, erkekleri üzmeden taltif etmezler, — Ah, diyordu, şu çapkın Tomasın yaşında olsaydım. Şimdi bu itinalara, bu can sıkıcı kom- preslere lüzum görür mü idim? Kaçakcı gemisinin süvarisi, o gün, öğle yemeğini Barney ile birlikte yemeğe karar vermişti. Geminin aşcı başısını çağırdı. Güzel yemekler ihzar etmesi için kendisine emirler verdi. Barneyin bir şeyden haberi yoktu. O gün kimse ile temas etmemişti.. Kamarasından dışarıya çıkmıyacaktı. Kaçakcı gemisinin süvarisi ye- mek vaktine beş dakika kalarak hususi yemek salonuna girdi. O gün orada ikisinden başka bir kimse bulunmayacaktı. Barney meydanda yoktu. Mağrur süvari aynı zamanda da biraz alıngan bir adamdı. Barney gibi bir tevkifhade firarisini ye- meğe davet ettiği halde cinayetle müttehem kadının bu davete ica- bet etmemesi kumandanın canını sıkmıştı . Barney'e hizmet eden garsonu çağırdı : — 8 numaralı kamaranın yol- cusunu gördün mü? — Sabahtan beri görmedim, kumandan! — Sabahleyin çayını götürdün? — Evet kumandan! — Rahatsız midi? — Hayır.. Çok neşelidi. — Kamarasına başka bir kim- genin girip çıktığını gördün mü? — Hayır kumandan! Yalnız.. — Çabuk söyle.. Kimi gördün? Garson kekeliyerek cevap verdi: — Kaptan Toması... — Belki bir iş için gelmiştir. — Belki... Garson kendi dandı: — Bir kadınla, kamarada, baş başa içki içmek te bir iş değil mi ya..| Süvari bu sözleri işiderek gar- sonun yakasından çekti: — Çıkar şu dilinin altındaki baklayı bakalım... Kaptan Tomas 8 numaralı kamarada ne kadar kaldı? — Korkuyorum Allah aşkına sormayınız | Kumandan ısrar etti: — Kömürlüğe gitmeğe niyetin yoksa, çabık söyle. Garson sol ayağını geriye ata- rak, kolaylıkla kaçmağa hazırlan- mış bir adam tavrile cevap verdi: — Kaptan Tomas, genç kadının kamarasında iki buçuk saat kadar kaldı, kumandan ! Süvarinin gözleri dışarı fırla- mıştı. Pek nadir hiddetlenen Iskoçlı denizçi, kıskançlığı haya- tında ilk defa hissetmiş gibiydi. — Demek ki Tomas bu gece nöbetini onun kamarasında geçirdi, öyle mi? sen mi kendine mırıl- kumandan! benden bir şey Diyerek garsona şu emri verdi: — Haydi, şimdi 8 numaralı kamaraya git ve benim kendisini yemeğe beklediğimi söyle. Gel- memesi içip hiç bir mazeret kabul etmediğimi de ilâve et! — Ya hastayse...? — Doktor kamarasında oturu- yor. Doktora ihtiyacı olmıyan bir hastanın yemek salonuna gele- bileceğini anlatırsın! — Hiç merak etmeyin, kuman- dan! Ölüm derecesinde de hasta olsa, muhakkak koluna girip ge- tireceğim. Süvarı, garson giderken, kula- ğına fısıldadı: — Mis Barney buraya geldik- ten sonra, kaptan köşküne çık ve 8 numaralı kamara yolcusu ile birlikte yemek yediğimi ikinci BİRE söyle | — Hava çok güzel. ” Neden rahatsız oldunuz? — Asabım bozuk, kumandan! — Gözleriniz neden şişmiş..? Uykusuzluktan mı, yoksa ağla- maktan mı? — Her ikisinden de değil. Kâfi derecede uyudum. Ağlamağa ge- lince, göz yaşlarımı bu kadar sulak bir sahada israf etmekten korkarım. — Doğru.. Insan ancak Sah- rayı kebirde ağlamalı. Süvari biraz daba ciddi bir eda ile sordu: — O halde asabınızı içki boz- muş olmalı..! — Içki mi? Hiçbir kadın, yak nız başına içki içmeği hatırından geçirmez... — Yalnız başına içtiğinizi iddia etmiyorum ki.. Kamaranıza çift kadeh, çift soda şişesi, çift çatal bıçak gitmiş. Görüyorsunuz ki, her şeyden haberdarım | Mis Barney şaşaladı. Bir gece evvel geçen vakayi inkâr etmekten başka ne yapa- bilirdi? — Hiç bir şeyden haberim yok, dedi, size yalan söylemişler! Benim kamaram meyhane değil... — Toması çok mu seviyorsun? — Hayır.. Benim Tomasla bir alâkam yok. — Bu sözünü senet ittihaz edi- yorum! Bana kimi sevdiğini söyle! — Hiç kimseyi.. Şimdiye kadar kalbimi hiç bir erkek işgal etmedi. — O halde, kiralık bir köşkün kapısı önünde duruyorum demektir. Barney güldü: — Kalbimi kiralamak mı isti- yorsunuz? — Tabii.. Çünkü, benim böyle bir köşke ihtiyacım var. — Fakat, kapısından içeriye girmek istediğiniz obu köşkün kiralık olduğunu nereden biliyor- sunuz ? Süvari sağ elinin baş parma- gile saçlarını kaşıyarak : — Biz biliriz, yavrum! dedi, on beş seneden beri deniz üstünde yaşıyoruz. Elimizden neler geçti, neler... — Benim gibisi de geçti mi? Suvari genç kadının yüzüne bakarak düşündü. — Güzelliğini mi (okastediyor- sun? Filhakika, ben şimdiye kadar senin gibi güzel bir kadınla bir çay bile içmedim. Fakat, kadın- ların güzeli de çirkini de fettandır. Erkekleri üzmeden taltif etmezler. Gördün ya, seni buraya nasıl getirttim? “ Asabımdan rahatsı- zam |, diyerek beni yemek masası başında saatlerce bekletecektin! — İsteseydim, gene gelmezdim.. — O halde şimdi daha çok memnun oldum. Demek ki bugün benimle birlikte yemek yemeği arzu ediyorsunuz? — Tabii, Sizi hiç bir zaman rencide etmek istememl — Rercide yerine ret kelimesini kullansaydınız, yani: “Sizi reddet- mek istememl,, diseydiniz, çok daba fazla sevinecektimi ( Arkası var) - Bir perdelik piyes - Bir evin dahili, - iki kapı. - Storlu bir büyük pencere. — 8 nisan cuma günü, öğle üzeri. Erkek yalnızdır. Sırtında şık bir robe de chambre küçük ma- sanın üzerine hazırlanmış iki kişilik samimi bir sofraya çiçek koyar. Her şey mükemmel midiye anlamak için ortalığa bir nazar daha atfeder. Sonra saatine ba- kar. Halinde azıcık endişe gö- rünür. Süküt. Sabırsızlıkla dola- şır. Tekrar etrafına bakar. Per- deyi biraz indirir. Tekrar saatine bakar (o Asabileştiği o bellidir. Eli cebinde bozukluk paralara isabet eder. Kendi kendine mırıl- danır: “Yaziyse gelecek, tuğraysa gelmiyecek.,, Parayı havaya atar. “Rakam, yani tuğra!, diye esefle mırıldanır... e Derhal telefona koşar, Erkek — Otomatiği çevirir. Allo! Allo.. Orası Hamdi beyin evi mi?... Evet, Hamdi beyin seyahatte olduğunu biliyorum. Hanımefendi evdeler mi 21... Ha- nımefendi beş dakika evvel s0- kağa çıktı, öyle mi?... ( Yüzünde bir tebessüm belirir. ) Vah vah vah... (memnuniyet tebessümü son haddini bulur.) Demek akşam saat yediye kadar eve dönmiye- cek? Çok müteessif oldum. Ha- kikaten talim yokmuş. Teşekkür ederim küçük hanım... İsmimi söylemeğe hacet yok. Başka bir gün tekrar telefon edip kendisini ararım efendim. (Telefonu kapatır) neredeyse gelir. (Aradan bir za- man geçer.) yediden evvel dön- miyeceğine benimle uzun zaman kalacak öyleyse... Oh, oh, oh... Pek memnun oldum... (Bir az zaman daha geçer. Kulak kabar- tır.) Evet... Tamam... ( Kapı çalı- nır. Dışarı çıkar ve kadınla bir- likte avdet eder. Genç kadın bittabi çok güzeldir.) Geldiniz, evime geldiniz en nihayet... Kadın — Evet, geldim... Bek- lemiyor miydiniz ? Erkek — Beklemez olur mu- yum? Hemde nasıl bekleyiş. Fakat, korkuyordum. Bu saadete irişeceğime kati surette inanamı- yordum. Esasen daima böyleyim- dir. “ Cuma günü kır gezintisine çıkacağım | ,, demem..ğ “ Cuma günü, hava iyi olursa kır gezinti- sine çıkacağım!, derim.. Geldiği- nizi gördükten sonra saadetimin tamarmlığına inanıyorum. Sizi öyle seviyorum ki.. Kadın — Beşinci katta oturu- yorsunuz.. Erkek — “ Sizi seviyorum, a verecek bundan başka bir cevap bulamadınız mı? Kadın — Buraya geldiğim için kalbim çarpıyor.. Erkek — Asansöre binmediniz mi? Merdivenleri mi çıktınız? Kadın — Asansör kapısının kapandığını işittiğinizi ve hemen dışarı | fırladığınızı bana kapı önünde söylemiştiniz ya.. Fakat asansörle çıkmama rağmen, kal- bim gene çarpıyor. Erkek — Kalbinizin kuş kalbi gibi çarptığını uzaktan hissedi- yorum. Kadın — Buraya böyle gizlice geldiğim için bu derece heyecan- landığımı itiraf etmemeği tercih ederdim. Erkek — Heyecanınızdan do- layı teessüf etmeyin. Bu halinizle daha güzelsiniz. Evimin ziyası, yüzünüzün rengine pek uyuyor. Kadım (Mütebessimane:) Öyleyse?... Eke; — Öl. beyi sık sık gelmelisiniz... (Evine hitaben) evciğim! evciğim! işte, O bura- ya geldi... Buraya geldil... Kadın — (Gülerek:) ne olu- yorsunuz ; kuzum ?.. — Erkek — Bütün bu eşya, bu iskemleler, koltuklar, masalar, kitaplar, lâmbalar, bir kaç za- mandır sizi nasıl beklediğime şa- hittirler de... Hattâ onlar bile beni teselli ederlerdi. Bu kol tuk: “Meraklanma! Onu, bir gün aguşum arasına alaca- ğım|,, derdi. İskemle: “Üzül me! onu dizlerim üstüne oturta- cağım!, diyerek beni oyalardı. Işte dostlarım! Görüyorsunuz ya: Geldi..Ha? Zevki selimim nasilmış?. Güzel, değil mi?.. Ey yazı masam!. İşte, beni nice zamandır yazı yaz- maktan meneden, bu kadındır! Ey halılarım!. Ayaklarımın asabi asabi dolaşmasına sebep bu ka- dındır!. Ey telefonum!. Onun sesini tanıyor musun? Kadın — (güler) Aman yarabbil Ne kadar genç ruhlu imişsiniz.. Erkek — Sizi seviyorum! Sizi seviyorum | Sizi seviyorum | Kadın — Bu kadar bağırmayın! Erkek — Daha da bağırmak, sesimi semalara duyurmak istiyo- rum... Hem, meraklanmayın. Evde kimse yok... Bittabi, ahçıma da, hizmetçime de izin verdim. “Bu akşam evde bulunamayacağım! ,, diyerek ikisini de savdım. Evde yalnızım. Onun için, bütün kuv- vetimle (o bağırabilirim: (Lütfiye Hamdi hanımefendiyi seviyorum ! Lütfiye OHamdi (o hanımefendiyi seviyorum . Kadın — Susun, canım | Erkek — Bağırmasam, bu söz- leri kulağınıza söylememe müsa- ade eder misiniz? (Yaklaşır.) Kadın — Hayır. (Erkeğin elin- den kurtulur.) Siz, ne deli imiş- siniz ? Erkek — Yanımdasınız. Aklımı oynatıyorum. Saadetten kendimi bilemiyorum. Sizinle başbaşa yiye- bağırmayın, ceğiz... Aman yarabbi !... Benim evimde... Kadın — Tabii... Kendimizi, lokantalarda teşhir edemeyiz ya... Erkek — Isabet... Burada baş başa kalacağız... (o Yarayalnız... saat yediye kadar. Kadın — Saat yediye kadar mı? Bunu aklınızdan çıkarın. Erkek — Niçin? Kadın — Imkânı yok da ondan.. Erkek — Halbuki, ben, yediye kadar burada kalacağınızı sanı- yordum. Pek âlâ öyleyse... Saat tayin etmeyelim... Sizi temin ederim, öyle güzel bir gün geçi- receğiz ki... Cuma günlerinden nefret ederim... Sözde eğlence günüdür. Halbuki ortalık tıklım tıklım kalabalık olur... Nereye gitsen dolu... Bizse burada yapa- yalınız... Ob, ne saadet... Şapka- nızı çıkarsanıza... Kadın — (Tereddüt eder.) Peki... Erkek — Şapkanız güzel. Amma saçlarınız daha güzel. (Haydi, sofraya.. Masayı bililtizam küçük intihap ettim: Aramızda mesafe bulunmasın diye.. Kadın — Merhaba, masamız. Erkek — Belki yemekler o ka- dar iyi değildir. Çünkü bütün bu yiyecek içecekleri sokaktan bizzat ben aldım. Belki aldatmışlardır. Elimde bir çanta, çarşı pazar dolaştım. Evet hizmetçilerim bir şeyden şüphelenmesinler diye.. Eve getirince de yiyecekleri kasaya kilitledim, küçücük 0000 mmm Iflâsinı istedi Halbuki sekiz milyon Ingiliz lirası var Londra mis Mary Oxey na- mında yetmiş beşlik bir kadın, on senelik müterakim vergilerini ödeyecek yede kendisinin müflis ilân edilmesini tercih eylemiştir. Bu ihtiyarın serveti sekiz milyon Ingiliz lirası tahmin edilmektedir. Fakat bu hasis kadın zengin görünmemek için harap bir odada sefilâne bir hayat sürmekte, haf- talık masrafı da otuz şilini teca- vüz etmemektedir. Maliy& tahsi! memuru, ihtiyarın vergileri ademi tediyede göster- diği inattan bıkarak (muhtelif bankalardaki servetine (o vazıyet etmiş, ihtiyar kadın da >u mua- meleye itiraz etmediği cihetle, ingiliz kanunu mucibince iflasına hükmedilmiştir. Şimdi maliye tahsil memurluğu, ihtiyarın servetini tasfiye edecek, müterakim vergilerini tahsilden sonra kalacak servetini ona iade edecektir. Yeni bir Alman mektep gemisi yapılacak Berlin, 31 (A. A.) — Alman kadınlar filosu federasyonu ile Alman filosu birliği 26 Temmuz tarihinde garkolan Niobe Alman mektep gemisinin yerine bir yenisinin inşası için lüzumlu olan meblağı temin maksadile umumi bir ianeye iştirake Alman halkını davet etmektedir. Hindistanda ecnebi eşyası Bonbay 31 (A. A.) — Umumi vali, menşei İngiliz olmıyan men- sucat ithalâtı üzerine (konulan “/(, 30 munzam resmin meriyet mevkiine girmesini tasdik eyle- miştir. Bu tetbir Japon Dompin- ginin tesirlerini iptal eylemektedir. Kadın — (Güler) vah, zavallı- cık... Erkek — Sofrayı da ben kur- dum. Ne kadar çok konuşuyorum, değil mi?.. Esasında, geveze sa- yılmam. Fakat heyecanımı gizle- mek için fazla konuşuyorum. Ba- kın, takvime ne yazdım: Kadın — (Duvardaki takvimden okur:) 8 nisan cuma günü büyük bir sevginin ( başlangıcı olacaktır. Fakat şayet o isterse... Erkek — Istiyecek mi? Kadın — Zannedersem, (beni davetinizden (Oomaksat (yemeğe davetti ? Erkek — Haydi, buyurun sof- raya... Fakat, o geceden haber veriyorum. o Yemeğimiz, âşıklar yemeğidir. Sade /ors - d'ocuvre (ordövr ) var ve meyva var... ak 2“ bildiğim siyah bira da . Hulâsa, hem yiyip hem de dehymeğe mani olmıyacak şeyler... Kadın — A... Erkek — Oturun, oturun... Fakat, odaya fazla güneş giriyor galiba... Kadın — Galiba. Erkek — Perdeyi biraz daha indireyim. (İndirir. ) Aç mısınız? Kadın — Bilmem. Sade, boğa- zımda biraz tıkanıklık var. Erkek — (Bu itirafından mem- nun) ah, sizi öyle seviyorumki... Içelim... Şu Vermut'la başlıyalım. gayet tatlıdır... Severmisiniz? Kadın — Son derece. Erkek — Buna eminim. tatir dır da ondan... Çocuk gibi bir haliniz var... Kadın — Yok canım. (Bu esna- da, kapının zili çalınır.) A... Kim geldi?... (Korkar.) Yarın bitecek. Nakili: (Hatice Süreyya)