Sahife 6 AKŞAM'ın tefrikası: No 7 17 Teşrinievvel 1931 KIVIRCIK PAŞA Büyük Milli Roman Müellifi: Sermet Muhtar Karabaş Abdülgani efendinin ne zaman karşısına çıksa mutlaka üzerine saldırırdı Sürpik dudunun yaygarası işi | rafları, (Etude academigue ) nus- hal ve fasletti. ie ddz — Ka Allâhın çıfıtı, tilkisi, domuzu!.. diye barbar bağıyordu, domuz görmüş isem Galatada domuzhane sokağında, dört ayak- İrsını, şişkosunu görmüşüm; senin gibi iki: ayaklısı ve çirozu ilem karşı bekarşı gelmemişim! Mesele anlaşılmıştı. Kerime zadenin lisanı fransevi muallimi Kuzguncuklu Rober efen- di bütün harem halkı köşktede olsalar, arasıra son vapuru kaçır- mak behanesile konağa kapağı atardı. Bu vapuru kaçırma keyfiyetleri heman daima ay başlarına tesa- düf ederdi. Zira Rober efendi paraları cebe atar atmaz Beyoğ- luna çıkıp caddeikebiri üç aşağı beş yukarı devreder, hava karardıktan sonra vapuru kaçır- dım diye yine konağa gelip akşam yemeğini yer, tekrar, Beyoğlunu boylayıp gece yarısı dönerdi. Rober efendiye konak içinde M. Rober derlerdi. Otuz otuz beş yaşlarında vardı. Uzun boylu, zayıf, leylek gibi, çilli yüzlü, kir- piksiz gözlü fakat şenmi şen, alaycı mı alaycı, hoppa mı hoppa bir musevi idi. Hiç tek durmaz, muttasıl öte- kine berikine sataşır, durmadan parmak taktıklarile alay eder, muzibin biri idi; ortalığı gülme- den kırardı. Meneşe bacı ile, Sürpik dudu da bu hususta elde bir, deste güllerden idi. - Onlara hiç rahat vermezdi. Ne zaman tesadüf etse hiç değilse Pazar Almanda satı- lan aksırık tozunu gizlce yüzlerine üfliyerek (o hapşu! hapşul.. diye hiç durmadan aksırtır, yahut toka etmek bahanesile kaşındırma to- zunu sürüverirdi. Bu akşam da muzipliklerin kim bilir hangi nevini yapmıştı? Ber mutat) önde Rober efendi, arkada Menekşe bacı ve Sürpik dudu bahçeye fırladılar. Bir hayli kovalamacadan sonra Rober e- fendi yakayı ellerinden sıyırdı. Paşa, “koca şeytan herif!,, iltifatiyle kahkahaları atıyorken Şehri efendinin kulağına eğildi : — Koş, şu capkını yakala; bizden olduğunu belli etmiyerek cebindeki resimleri kap ta buraya getir! diye emretti. Şehri efendi emre imtisal ederek, eteklerini uçura uçura koştu. Rober efendi oldukça sanayii nefise müntesiplerindendi. Yanında daima yarı çıplak kadın fotoğ- haları bulundurur, iki göz arasın- da bunları senli benli olduklarına | gösterirdi. Bundan paşa da haberdar olmuştu. Keyfi olduğu zamanlar Şehri efendiyi araya sokar, fotoğ- rafları getirtip seyir ve temaşa ederdi. Şehri efendi, yan yan, seke seke, bir paket zarfı hamilen geldi. İçinde resimlerin çeşit | çeşidi, enval vrdi. Asılı lâmbanın fitilini daha açtılar, baş başa verdiler, coşa coşa, yutkuna yutkuna bir âlâ seyrettiler. Paşa birden ayağa kalktı. Kaş- larını çatmış, hâkimane bir tavır almıştı; göğsüne güm güm vura- rak derdini döküyordu: — Amma hımbıllık kimsede değil, bu keratada, bu tereste.. Sen de şahit ol. Kararımdan dö- nersem anam avratım olsun. — Semina ve atana şahım. — Artık hanımefendi midir, ne terestir, kumda oynasın | Fesini çıkarıp gösterdikten sonra yere vurdu: — Bundan sonra lâfı buna an- atsınlar ! Etrafındaki fitne fücur, kazık karıların da ağzı bir karış açık kalsın! — İkansese, ikinsasen... — Ölümü öpersin martavalla lâfımı kesme! | İsmaiilil 1. Şimdi geçmişinden, geleceğinden başla- yacağım. Şehreminlinin babaları tutacak. O zamanlar her talebe mek- tpte semti ile anıldığından paşa yekanesesü , da gençliğinde, bilhassa hovar- | dalık demlerinde Şehreminli diye marufmuş. İsmail koşmuş, soluk soluğa nefes alıyordu. — Masanın üstüne bak be, viraneliğe benzedi. Kör müsün, haniya rakı, taze meze?., Yene Şehri efendiye döndü: — Bütün iş sende, hepsini sen becereceksin Şehriciğim. — Alâkaderilistitâa | ifayı hiz- metten geri kalmıyacağım malü- mu devletleridir. — Apaçık söyleyim; benim kendi kendime bir halt yiyeceğim yok. İşi bir tasarla. Dalavereyi, plânı hep senden bekliyorum. At bir tane daha anam, dert orta- Zım, gözüm nuru... Şehri efendi bu defa badette- mennah, “afiyeti sinelerine!,, kay- dile kadehi sineye boşalttıktan sonra derhal fesini düzeltmiş, göğsünü iliklemiş, elpençe divan | durur vaziyette cin gibi bakıyor, | kulak kesiliyor, paşayı dinliyordu. (Devamı var ) Akşam Çallı ile bir saat.. (Baş tarafı birinci sahifede) — Azizim.. dedi, öyle bir hâl- deyim ki, ne Abdülhak Hâmid'in İ dâhiyane şiirleri, ne Nâzım Hik- met'in yepyeni eserleri, ne Peyami Safa'nın romanları, meselâ Nedim'in mısraları; faraza: ne eskilerin pek sevdiğim <b k beyti, şaheserleri, Fransız kılasiklerinin ne şimal dâhilerinin ne | ne cenup dâhilerinin ne aristo- ! ların, ne Elâtunların, ne Dante- lerin, ne Korneylerin, ne Rasin- lerin, ne Şeksperlerin, ne İpsen- lerin, ne oDostuyevskilerin, ne Maksim Gorgilerin, ne Tolstoyla- ! rın, ne Oskar Vayltlerin, ne Gip- | linklerin, ne Mark Tvenlerin, ne | Servantezlerin | eserleri bana vız gelir.. | Hemen bütün bunları toplan- salarda bir tek: eser yazsalar ve bu dakikada bana: ! lâtla — Al Çallı., Bunu senin için | yazdık diseler.. Vallah, Billâh, Tallâh elimi bile sürmem.. — Aman üstadım.. Il — Ne zannettin ya.. Çallının güzel sanatlere ve ede- | biyata karşı olan alâkasını bildi- i gim için hayretle sordum: — Hasta mısınız? Yüzünü buruşturdu: — Hem de pek çok.. Öyle bir hastalık ki veremden fena, kan- serden tehlikeli, tifodan berbat, koleradan vahim, zatürreeden.. ! © Endişe ile yüzüne baktımo devametti: , — Kadın ağrisından © müziç, apandisit sancısından ıstıraplı.. — Anladım dedim ayıksın. Se- nin için en büyük hastalık.. Güldü.. | — Allak âşkına benden gaze- tede bahsederken ayık Çallıdan ! bahset. Bu suretle: büyük bir orijinalite göstermiş olursun, her kes sana parmak isırır.. Sanki l ayık Çallı yetişmiyormuş gibi | gazeteler hep sermest Çallıdan bahseder dururlar.. — Peki hastalığın nedir? — Müthiş.. Müthiş.. Menenjit- | ten müthiş.. — Nedir peki.. — Parasızlık azizim, parasızlık. Şimdi hiç param yok.. “. i — Bana benzer bir şair vardır. Amma o gençtir. Bana benzer dimem veçhen değil.. Karakter itibarile.. Necip Fazıl. Şiirlerine bayılırım.. o Yukarıda OHâmitten bahsettim. Nâzım Hikmeti say- mağı unutma.. Vakıa Nâzımı sev- memek büyük bir cesaret eseri amma ben seviyorum.. Sonra Peyami.. Peyami Safa kafasına | ve sanatine iman ettiğim adam.. | Sonra (Vâ-Nü)... Işte sevdiklerim | ve okuduklarım.. Belki daha da vardır.. Fakat bugün parasızlık illeti.. Pek O hatırlayamiyorum.. Onları bana hatırlatmayan ke benim cüzdanımın boş olması.. — Yeni ve eski sanat hakkın- | da düşündükleriniz.. — Vallah hisler, görüşler, du- yuşlar o derece değişmez.. Metot | fark eder. Metot farkı da yenilik ve eskilik diye bir tasnif yapa- maz.. Benim fikrim bu.. Sanatte asıl olan işin öz tarafıdır.. Özde de eskilik yenilik aranmaz.. Tarhların arasından geçerken bir daha tembih etti; Allahı ( aşkına.. “ Sermet gördüm.. Gece yarısı idi.. Sabaha karşı idi,, diye yazma.. Görü- | yorsun ki daha akşam bile olmadı.. Etraf aydınlık. Ayık Çallıdan bahset.. Hakikaten Çalli İbrahim İstan- bulda Monparnasse hayat süren yegâne sanatkârdır. Hikmet Feridun ! — Çallı'nın hastalığını kavramıştım: | dilerinin ehliyetsiz olmaları değil, | | bu kayıt saye- Henry Fordun hayatı 17 Teşrinievvel 1931 Henry Fordun muvaffak olmasının sırrı nedir? Ford son zamanlarda traktörlerle Geçen meka- lelerimde Henry yi Fordun çocuklu- gunu, gençliğini, müessesesini na- sıl kurduğunu ve ne gibi müşkü- karşılaştı- gını anlatmıştık. £ Bu makalede de Fordun mesai tar- zındaki O hususi- yetlerden bahse- deceğiz.. Haki- katen Haory Foj dun çalışma tar- zmda bir çek hususiyetler var- dır. Bunlardan biri Fordun ame- lesine hemen he- men mecburi bir tahsil kaydı koy- muş olmasıdır. Ford amelesi sinde bir mü- hendis derecesinde okur yazar ve maki- muavini | menin teknik kısmından anlar bir hale gelmiştir. Bu itibarla Ford, fabrikalarını adeta bir mektep haline sokmuş gibidir. Esasen müesseyeye kabul edilen bir ameleye (oadeta bu (meslekte tarakkisi lâzım gelen bir talebe muamelesi yapılır. Amele fabri- kaya girdiğinden bir kaç zaman sonra tamamile değişmiş bir hale gelir. Gerek nazariye ve gerek ameliye cihetinden eskisine naza- ran pek ziyade terakki eder.. Fabrikanın (o muhtelif (o amele kursları vardır. Bu O hurslarda mesleğe ait yalnız nazariyeler okutulur. Ders zamanları muay- yendir. Bu vakitlerde zil çalar ve amele derse girer. Amelenin defter, kitap, kalem ve diğer masrafları müessese (tarafından temin edilir. Müessesenin nazariye kurslarında tedrisat öğleye kadar- dır. Öğleden sonra fabrikada okunulan nazariyelerin tatbikatı yapılır. Bu esnada nazari dersler veren hocalar da talebenin yanında bulunurlar. Amele çocuklarından ve akraba çocuklarından yaşları müsait olan- lar bu kurslara ve fabrikadaki tatbikat derslerine istedikleri za- man gelebilirler. Bunlar için ders- ler serbestir, hiç bir kayıt yoktur. Bu suretle mesleğe pek genç ya- şında başlayan ve Ford mektep- lerine devam eden bir çocuk 18 - 20 yaşına gelince usta başı olup meydana çıkmaktadır. Diğer taraftan Ford, geçen makalelerimizde söylediğimiz gibi otomobili gayet ucuz bir nakil vasıtası (o haline sokmuştur. O derecedeki Ford “ A ,, modeli otmobilini çıkardıktan sonra pek çok aileler arasına otomobil gir- miştir. Ford ameleye hususi tenzi- lât yaptığı için ameleden bir çoğu da otomobil almağa muvaf- fak olmuştur. Ford bu hareketile de her surette amelenin ve dola- yısile insanların refahı için çalış- tığını isbat etmiştir. Ford mües- sisesi, amelesi en fazla müessise olduğu halde şimdiye kadar hiç bir grev hareketi, hattâ grev tehdidi karşısında kalmamıştır. Henry Fordun bir o hususiyeti fazla meşgul olmağa başladı Amele tatbikat yaparken de bütün düşüncesini otomobille- rin satış fiatlerini o ucuzlattırmak esasına göre temerküz ettirme- sidir. Hakikaten Ford müessisesini tesis ettikten sonra her gün otomobillerini bir az daha ucuz- latmağa da muvaffak olmuştur. Ve: nihayet Henry Ford oto- moebillerini Oo bugünkü şayanı hayret derecede ucuz bir hale getirmiştir. Henry Ford “bir oto- mobilden az kazanmak, fakat çok satış yaparak çok kazanç temin etmek, amelesinede o nisbette kazandırmak,, esasını kendisi için bir düstur addetmiştir. Henry Ford sanayi aleminin er geç bu düstura ayak uyduracağına kanaat getirmiştir. im Diğer taraftan Ford bu ucuza sattığı otomobillerin maliyet fia- tını da ucuzlatmağı düşünmeyordu. O firmasını daimi surette yaşat- mağa karar verdiği için otomobil- lerine en iyi, en kuvvetli malzeme koyuyor ve onlar kendisine diğer otomobillerin fiyatına mal oluyordu. Ford yalnız satışta ucuzluk ta- raftarıdır.. Henry Ford kendisini son zamanlarda traktörlere ver- miştir. Şimdi Ford traktörlere büyük bir ehemmiyet vermektedir. Fordun ilk yaptığı makine bir traktördü. Şimdi de büyük muh- teriin en son çıkardığı makine modeli de gene bir traktördür. Ford şimdi bununla geceli gün- düzlü meşgul olmaktadır. Yazı, resim ve karikatürlerimiz Evvelce de yazdığımız vec- hile gazetemiz münderecatının terceme hakkı mahfuz olduğu gibi alelumum resim ve kari- katürlerinin de gerek Türkçe, gerek ecnebi lisanile intişar eden gazetelere iktibas hakkı mahfuzdur. Çirkin bir hadiseye meydan vermemek için görülen lüzuma mebni ke mali ehemmiyetle ilân olunur. da