4 Nisan 1936 Tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 6

4 Nisan 1936 tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| Pekel mallari; AĞAÇ BİRLEŞMİYEN ÇALGILAR İlk baharın doğduğu ilâhi günlerin bi- riydi. Güneşin bol ışıklarla yaldızlamış ve ılıştırmış olduğu geniş, durgun, saf bir gün, kalabalık bir Pazar günüydü. Ben ancak Chaussce'ye kadar gidip geleceğimi söyle- mişken yabancıları idareye alışkın şoför, pratik bir zihniyetle, Chausste'yi geçerek, benim dönmek kararımı mümkün mertebe geç bir anda, mümkün olduğu kadar uzakta duymak azmile, dümdüz yolda alacağı parayı kovalıyor gibi, otomobilini alabildiğine koj- turuyordu. Böyle bir haylı gittik. Sol tarafı- mızda gezmekten, çoğu Snagov gölüyle or- manından dönen otomobillerin seli şehre doğru akıyordu. Avrupa şehirlerindeki hu- susi otomobillerin çokluğu gözlerimizi daima şaşırtıyor, biz bu şahsi servetlere şaşakalı- yoruz. Bu rahat ve güzel yolun üstünde, bu mu. nis ve ılık hava içinde yarı uyuşmuş, artık muayyen bir şey düşünmüyordum. Zihnim dinleniyordu. Bazen böyle mesut zamanlar olur ki onlar da, bir çocuk safvetile, hariçte yayılan kokuları teneffüs etmekle, taşan musikileri dinlemekle iktifa ederiz Rüzgâr- lar eserek, ışıklar aksederek ve gölgeler sü- zülerek açılmış benliğimize dolar, bizi tabii bir hazla kaplar. Gözlerim gördüğüm şeyle- rin parlak sathile sanki oynuyor ve ben bu zavahir âleminden hoşnut kalıyordum. Hepsi birer tebessümle geçen bu adam- lar, bu kadınlar, bu çocuklar, hepsi parlıyan bu gözler, bu bakışlar, bu ağızlar, bu dudak- lar, kadifedenmiş gibi yumuşak uzak mesa- feler, ipektenmiş gibi ince akşam renkleri yavaşça beni başka bir âleme kaydırarak içimde başka arabalarla; çocukken annele- rimle başka gezinti yerlerinde; gençken arkadaşlarla başka mahallelerde gezindiği- miz başka akşamların hatıralarını tazeliyor, bana iade ediyordu. Nihayet bizde yolumuzdan geriye, Bük- reşe dönünce, manzara büsbütün değişti. Şimdi genç ve tombul hayvanlar gibi neşeli koşuşan otomobillerin üstünde, gök yü- zünde, gurub karşımızda ve sağımızda her zaman o kadar rikkatimize dokunan en- gin renklerini dökmiye, kanlı ışıklarını tu- tuşturmıya başladı. En nazlı bir toz penbe- sini güya kızartarak ateş gibi bir kırmızıya çeviriyor, ziyalı kanlarını döküyor, yangını” nı seriyordu. Güya bir sihirbaz tılsımlarını aydınlatıyor ve renklerile bize hayatın ve aşkın trajedilerini icmâl ediyordu En fakir en kör bir ruhu vecde ve galeyana getire- cek renkler, sıtmalara, ihtiraslara, dualara delâlet eden; aşklara, bakışlara benziyen renkler ufukta açıldılar, parladılar, yandılar, karıştılar, döküldüler ve söndüler. Gözler bu şiire bakmaya kıyamıyordu. Akşam her şeyi büyültüyor, bir azamet hissile kaplı- yor, her şeye geniş manalar giydiriyor ve söyletiyor. Gurub ufka bir kalbin, kalbimizin hassa- siyetini verince onun bu heybetli kızıllığı ö- nünde birer hatıraya, birer hülyaya benzi- yen bütün renkler ve şekiller; susmuş kuş- ların edasını alan tepelerin garipsemiş man» zaraları; esmer ve bikes. yanyana münzevi duran ve boyunlarını büken ağaçlar; dün- yanın her tarafında gamlı düşünen başlar gibi, birer akraba benzeyişile hep birbirle- rini hatırlatan bu şeyler okadar rikkatimize dokunur ki onlari kendi mayamızdan sanırız. Ve bu ihtişamlı ve hisli tabiatın hüznüne dalarak bizde kendimizi bütün bu muhite kök salmış, geniş ve yumuşak bir kalbe sahip olmuş duyarız. Gördüm ki bu ufuk, bu gurub, bu şehir bitince gözün alabildi- ğine uzanan ova güzel, fakat - Boğaziçinde daha derin bir surette duyduğumuz gibi hü- zünlü ve meyustur. Çünkü ruhu incelten genişleten, yükselten güzellik, daüssıla verici bir şeydir. Gurub bu güzelliği, bu uzak mesa- feleri dolduran büyük sükütu güya bir musiki gibi söyleterek ruhlara ne kadar mahrem ve yüksek hitap etmesini biliyor | İçimizde uyuklarken bu azametle bu su- . kütu, bu müphem hitapla daveti duyan ruh silkiniyor, uyanıyor, kanatlarını gererek bek. liyor. Bu saatte içimizde muhakkak bir şey beklediğinden (hiç şüphe (etmediğimiz ruh bilsek ki ne bekler ? Bunu ken- dime her zaman sordum. İçimizde bek- liyen bu his ihtimal uzak ecdattan kalma ve manasını artık unutarak bilmediğimiz bir miras; bu, asırların süzgeçlerinden süzüle süzüle gönlümüze gelen ve yolda imanını kaybetmiş eski bir intizar olacak! Ruh bel. ki kendine lâyık yani ebedi bir saadet bek-

Bu sayıdan diğer sayfalar: