L E R AĞAÇ M “LE ROMAN, vermek imkânsız değilse bile, pek güçtür. Çünkü çirkef ile ulvi, bayağı isteklerle yüksek iştiyaklar, okadar sıkı. birbirlerine karışmışlardır. Bunlar, akıl ile hareket et- mezler. Pinti, Haris, Asker, Papaz, Tefeci değildirler. Etten ve kemikten örülmüş, verâsetlerinin tesiri altında, kötü huyla, kusurlarla dolu; hastalıklı, iyiliğe olduğu kadar fenalığa da yatan, kendilerinden her şey beklenilebilen, umulan, korkulan var- lıklardır. İşte, Balzac'tan büsbütün ayrı bir ro- mancı. (Burada Balzac'ı, bir kol başı olarak alıyorum, bütün arkasından gelenleri, adı ile çerçeveliyorum. ) İmdi, bu Rus sanatkârı hemen hemen hepimizi, derin tesiri altına aldı. Burada, gene bana: “ O, Rusları tasvir ediyor. Mantıksızlık, tezat Rus karakterine mahsustur.,, diye itiraz edebilirler. Öyle ise dört yanımıza bakalım. Rast gele birini se: çerek ve peşin olmadan hakkında kati bir hüküm vermeye çalışalım. Çaresiz, binlerce tezat ile çevrilmiş olacağız. Ve nihayet korkmadan iddia edilebilir ki son sözümüzü söyliyemiycceğiz. oOBunun aksine Balzac (o tipinde bir romanın, kadın veya erkek okalıramanından söz açılınca, ona sevimli veya sevimsiz, alçak veya yüksek sıfatını yapıştırmak için, uzun zamana ih. tiyaç yoktur. Dini kitapların yasağına rağ- men, benzerimiz hakkında hüküm vermeye okadar düşkünüz ki, ihtimal romanesgue edebiyatın muvaffakiyeti bu yüzdendir. Kar- şımıza kıymetleri hakkında aldanmıyacağı- mızdan emin olduğumuz; kadınlar, erkekler çıkarıyor. Entellektüelden arabacıya kadar okuyucu, gizliden gizliye, hâinden iğrenme- yi ve genç yetim kıza, hayranlığı diler. Dostoievsky'nin kahramanları Rus olduk- ları için değil, belki bizim gibi insan olduk- larınd a, yani canlı chaos ve tezatlar içinde göründüklerindendir ki onlar hakkında ne düşüneceğimizi bilemeyiz. Zira Dostoievsky, onlara hiç bir düzen, hayatın mantıkından - ki bizim aklımızca mantıksızlığın ta ken- disidir - . başka mantık vermemiştir. Her olarak, - ân, onun şahıslarinın duymaları tabii ve normal olan duyguların zıtlarını besledik. lerini görmekle şaşırıyoruz. Fakat içimizden hangi birimiz, kendisini taraf kollamadan dinlerse, içinde, ummadığı ani hisler bulmak- la şaşırmaz. Yalınız, buna biz ehemmiyet vermeyiz, realiteye kulak asmayız. Hayatı- mızın her safhasında, duymamız münasip ve mantıki olan şeyleri duymaya savaşırız, Fransız romancılarının yarattıkları şahışlara uydurdukları ' kaideyi okendimize uyduru- TUZ. Dostolevsky'ye dair konfaranslarının birinde - Rus romancısım en iyi anlayanlar- dan biri olan - Gide şunu işaret ediyordu: “ İçlimai muvazaa, büyük yalan müteah- hididir. Ne kadar insan hayatlarında, ben- liklerine müthiş surette aykırı bir şahıs ro- lünü oynamaya, kendilerini mecbur ederler. İçimizde, önce tasvir edilip, adı konmamış ve önümüzde örneği olmayan bir his bul- mak ne zordur. İnsan oğluna her şeyi tak- lit etmek, hiçi yaratmaktan daha kolaydır. Ne kadar insan bütün hayatlarında, yalanla dolanla yaşamayı (kabul ederler ve her şeye rağmen Mmuvüzuanın oyalanında hususi oduygularının, samimi ifadesinden ziyade rahat ve gayret sarfı için de daha az zaruret bulurlar. Kendi varlıklarının is- patı, onlardan bir nevi icat bekler ki onlar buna kendilerini muktedir görmezler. A. Gide tarafından, o kadar iyi tarif edilen, bu muvazaayı bozmayı istememek bizim için imkânsızdır. Dostoievsky'nin der- # ? sini iyice dinliyenler, artık - içindeki şahıs- ları, tabiata nisbetle Versailles gibi 'düze- ne konmuş- Psychologigue Fransız roma- nının formülüne (o bağlanamazlar. Bununla beraber bu sözlerim tenkit sayılmamalıdır: Versailles'a, Princesse de Clöves'e, ddol- phe'a bayılırım. Fakat, bizim de başka bir derse dikkat etmemiz kabil değildir. Bu- rada oesaslı bir noktaya dokunuyoruz: ( Yürüyor) Burhan TOPRAK ( François MAURIAC) in