4 Hazirs 1441 Yazan MURAD K “ Demek Yanefi tanımıyorsun? hal- | buki bu adam Sofyada çok meşhur- | dur. Asıl hareket merkezi Sofyadır.,, | Tefrika No. 39 'Anna yine lâtif bir keman se-| Bile ürpererek kendine geldi. De- | mek akşam olmuş, Cevdet daire- “inden aöğzmüştü. Yani avı tu- zağının başına gelmiş — bulunu- yordu. Hazin hazin gülümsedi. Ne kadar fena bir talihi vardı. Dün yada tanıdığı bütün erkekler a- rasında hislerine en yakın bul- ! adamı öldürmek vazifesi- Je mükellef bulunuyordu. Genç kız bu vadide daha fazla düşü- necek olursa içinde önüne geçil- mez bir zâf peyda olacağını an- | ladığı için bunları düşünmekten | geçti. Hemen ayağa kalktı.| Masanın çekmecesinden taban - casını çıkardı. Süratle bir mu- ayeneden geçirdi. Sonra bunu ipek mendiline sararak diğer eş- Yasile birlikte çantasına koydu. | Bütün bu hareketleri otom: tik bir surette yapmıştı. Bu ö- lüm makinasını Çantasına bü-| yük bir soğukkanlılıkla, sanki| pudra kutusu imiş gibi yerleştir- Mişti. Ondan-sonra aynanın kar-| şısına geçerek birkaç parmak hareketile saçlarını düzeltti. Ve doğruca merdivenlerden uça gibi aşağıya inerek bahçeye çık- | &. | Cevdet buhçede yalnızdı. Genç kızı birdenbire görmesi, ona bü- | vinç vermişti. Annaya ükle koştu: | üçük hanım? | Sizi bir daha göremiyeceğim di- ye o kadar Büyük bir teessüre düşmüş idim ki.. — Görüyorsunuz ya, burada- yırm. Merak edecek birşey yok. | — Buyurmaz mısınız? | — Eğer rahatsız etmezsem İ | | Yük bir s — Bu da ne kelime! Rica ede- rim buyurunuz. Anna kendisini koltuğa attığı zaman, büyük bir rahatlık ve huzur duydu. Masanın üzeri çe- #it Çeşit çiçeklerle süslenmişti. | Genç kızın bu gelişi Cevdeti de çok sevindirmişti: — Ne oldunuz? Nereye gitti- | niz? Ne fena! Size o kadar alış- | mışım ki inanmazsınız dünden -| beri hep sizi düşünüyorum. Her halde beni bırakıp Sofyaya kaç- ! tı gitti diye ödi kopuyordu. Hele dün sizi bütün gün göre- meyince ne kadar bedbinliğe kapılmış olabileceğimi kolaylık- la tahmin edebilirsiniz. — Dün öğle vakti amcam ge- lerek beni aldı. Civarda küçük bir çiftliği var. Oraya davet etti. Davetliler de vardı. Eğlendik. — Çok iyi, beni böyle yerlere hiç davet etmezsin değil mi? Hoş davet etsen de gelemezdim ya, o da başka bir mesele, Dur sana mühim bir haber vereyim. peşinde olduğumuz bir komita- cı Kalkandelene gelmiş, Anna yüreği ağzına gelmişti. Birdenbire bir heyecana kapıl- mış yüzü sapsarı kesilmişti. Bu hal zabitin de gözünden kaçma- dı. Fakat o başka türlü tefsir etti: — Yok canım, korkmayın! Burada biz varız. Komitacılar benim bulunduğum yerde iş gö- Burunlarından getiri- B remezler rim alimali — Hayır, hayır.. Ne diye kor- kayım, yalnız. — Yanef ismini duydun mu sen hiç? | Anna kekeledi | mi dedin? | — Evet; Yaflef. Bu adam çok yaman bir şeydir. Hem yalnız komitacı değil, komitacı şefidir. Anna, endişe ile genç adama bakıyordu. Yoksa her şeyi keşif mi edilmişti? Fakat Cevdet çok tabil bir sesle konuşuyordu — Evvelki gün iki yerde gö rünmüş. Dün bu yüzden Kalkan- deleni altüst ettim, fakat kendi- sini bulamadım. Kimbilir nereye gizlendi? Daha şimdiden bütün yolları kestim. Kalkandelenden bir yere kıpırdayamaz. Kasa da nasıl kücük. Sıkı bir a- geçer raştırma — sonunda mutlaka e Anna ne göyliyeceğini bir tür lü kestiremiyordu. Yoksa Cev det her Mi idi? Kendisin Yanefin geriki cürmü olduğunu biliyor mu idi? zer hakikat böyle ise hiçbi | yük bir ihtiyatsızlık eseri yalnız | | şey yapamadan Cevdetin eline düşmüş olucaktı. Cevdet devam etti — Sen hiç Yaneften bahsedi- diğini duydun mu? Büyük bir gayretle soğuk-| kanlılığını elde etmeğe çabaladı: | — Hayır. | — Halbuki bu adam Sofyada da çok meşhurdur. Asıl hareket merkezi — orasıdır. Sofyalılnaın onu tanımaları lâzımgelir. Her halde birçok gazetelerde ve mec | mualarda mütemadiyen ismi geçer. — Hiç duymadım. — Sana tuhaf birşey anlata- yım. Ben bu adamla birgün kar- Ş1 karşıya geldim. — Ne vakit? — Geçen kış. Bu garip bir vak'adır. Ne idi köyün ismi? tamam Kuşçular köyünde. Ora- kmıştım. Bu köy bir | idi ve birçok komi- tacılara yatak vazifesi gördüğü- nü de haber almıştık. Ben bü-| başıma bu köye gittim. Yolda | bir adamâ rastladım, o da ayni köye gidiyormuş. Onunla arka- | daşlık ettik. Beni köyün mey- hanesine götürdü. Biliyor mu- sun bu yol arkadaşım kim imiş? | Kim miş? — Yanefin tâ kendisi. Ve be- ni götürdüğü meyhane de bütün avenesinin toplu bulunduğu yer değil imi imiş. — Müthiş! — Evet hakikaten müthiş bir şey oldu. Ben kendi ayağımla bu canavarların arasına girmiş bu- lunuyordum. Yanımda silâh na- mına sadece bir tabanca vardı. Üstelik zaptiyelere de beni me- rak edip peşimden gelmemelerini tenbih etmiştim. Vaziyetimi ta- savvur et Anna! Onlar belki on- kişi vardılar. Halbuki ben tek bir kişi idim. (Arkası var) 'Top atışının kontrol ve taras- sudu tamamile - tayyarecilere terkedilmiş; Ark Royal tayyare ana gemisinde her tayyare havalanmak üzere ter- tibat alınmıştı. Serseri ve sey- yar torpillere karşı bir müdafaa olmâk üzere her zırhlının yanın- da müsellâh bir istimbot bulu- nup civarda görecekleri torpil- leri patlatacaklardı. Donanmaya tevdi olunup da başarılması mümkün olup olmı- yacağını meydana ko!) olan bu güzel düşünülmüş ve hazır- lanmış plân en nihayet mev icraya konacaktı. Martın 16 ncı günü öğleden sonra akdolunan bir konferans- ta tertibatın her noktası gemi süvarilerine ve diğer ümeraya birer birer izah edildi. Konfe- ransa Amiral De Robek riyaset ediyor, Amiral Gueprat'da hazır na kadar vahim tehlikeler ve bulunuyordu. Martın 17 nci günü akşamı havanın müsait olacağı anlaşıl- dığından harekâta başlanması emri bütün donanmaya tamim edildi. 18 mart sabahı da herke sin ümitlerini boşa çıkarmıya cak kadar güzeldi. Sabah, serin- bir cenup rüzgârı ve berrak bir sema ile açılmış, Adalar denizi- nin meşhur lâtif günlerinden biri hâsıl olmuştu. ah er- kenden İngiliz may tarayıcı gemileri geceleyin (beyaz yar) ile (Kepez) körfezi arasındaki sahayı yani Çanakkaleye 8000 yardaya kadar olan kısmı tor pillerden serbest bulmuş olduk ları haber verdikleri gibi, Fran sız balıkçı gemileri de (Beyaz yar)a kadar olan sahayı mua yene etmişlerdi. — Binaenaleyh büyük teşebbüsün hemen ba: lamasını meneden artık birşey kalmamıştı. Güneş doğarken sis de dı, lodos rüzgârı kesild at sekizi çeyrek ger İleriye hareket;, işareti sirte to nin dit a edildi İi BAH İA RIRSTEAPABDIL A hasbihâl O'ı yaşında ya vardı, ya yoktu; fakat öyle aliz | ve müstehcen bir şekilde kü- für ediyor, kendisinden biraz | saatte bir l Sabah Küfürbaz çocuk babalarile bir daha kabaca hasmına o derece | Ööğüp sayıyordu ki bacak kadar | çocuğun & timal verilemiyecek bu sunturlu şütum karşısında ürpermemeğe imkân yoktu, İşin tuhafı, büyümüş de son-| radan küçülmüş gibi, yaşile mü- tenasip olmıyan bir ağızla konu- | şan bu yavrunun üstü başı te- miz, kılığı kıyafeti de yerinde | idi. Acaba bu körpe dimağ şirret külhanilere parmak tacak bu müstehcen ve yüz kı- zartıcı kelimeleri nereden, kim- den öğrenmişti? Birdenbire Ahmet Ra humu hatırladım. Nur içinde yatsın, onun - (Sokaklarımız) unvanlı bir yazısı vardır ki: “— Biz, ötedenberi çocuğa e- hemmiyet vermeyiz, lüzumu nis- betinde dikkat etmeyiz. Daha doğrusu ne ehemmiyet verme: ni, ne de dikkat etmesini bilme- yiz.,, Girizgâhile b e de-| rin bir içtimat derdimizi teşrih eder ve görüşünü tevsik için de şu müşahedesini nakleder: — | — Bir gün öteberi almak için köyün çarşısında gezinirken beş altı yaşında bir küfeci ço- cuğu diğer bir küfeci çocuğuna zincirleme usulile öyle bir sövziş' sövdü ki, küfürbazlığile meşhur im mer- | kırklık bir balıkçı tezgâhtarı bi- le şaştı kaldı hattâ iki elile ba-| şını tutarak: | — Ben de küfür etmesini ili- rim amma dizisi bu kadar uzu-| nunu beceremem, diye dükkân- dan içeri girdi idi | N | Bundan on beş yıl önce Ah- met Rasim merhumu, dün de be- ! ni parmağımızı ağzımızda bıra- kan körpe ağızların bozukluğu, | üzerinde dikkatle durulacak bir içtimai derdimizdir. Çocuk her şeyi muhitinde öğ- | renir. Şu halde üstat merhumun | küfecisi de, benim temiz pâk kı-| yafetli bacaksız küfürbazım da| bütün bu iğrenç sözleri muhi- tinden kapmış birer gramofon- dan başka birşe ydeğildirler, Bizler hâlâ yanımızdaki çocu- ğa: ' — Öp amcanın elini!.. zandan çıktığına ih- Büy Bir mukayese «Ti YENİ SABAH CA SAN'AT ve EDEBİYAT AHMET HİEŞ;M ve FUZÜLİ A 'Şarkta "Senbolizm .. isi bundan dört yüz sene, ene evvel ölen bu şairin isimlerini yanyana ge- tirerek yazdığ sırf bu iki şairin de hayat ve il- ham menbalarını doğdukları yer olan Bağdaddan almış olma.arı dol le olsaydı Ahmet Hâşi- min isminin yanına Bağdadlı Ruhiyi de getirebilirdim. Fuzu- liyi tercih edişim edebi mes itibarile aralarında — bulduğ büyük münasebetler dolayısile- dir. Edebiyatçılar Ahmet Hâşimi Türk edebiyatında senbolizm mektebinin bir müessisi gibi ile- ürlerler ki doğru — değildir. Hâşim mektepte bulunduğu sı- ralarda (şair) lâkabile anılan arkadaşları Paul Verlain, Emile Verharen, Albert Samain gibi büyük Avrupa sembolistlerin te siri altında bulunuyorlardı. Hâ- m bizzat kendi izahına rağmen | Der demez elini ekmekçi kü- reği gibi uzatarak: | — Seni kerata seni... Vay ko-| eni! Yolunda aklınca iltifat ettiğini sa- nan - beyinsizler — bulundukça, karı koca münakaşalarında ço- cuğun mevcudiyetine - ehemmi- | yet bile verilmedikçe on yaşın- da bir yavrunun eski tulumbacı reisleri gibi küfürbaz kesilme- sine hiç şaşmamalıyız. | Kanaatimce âğzı bozuk bir çocuğun yola gelmesi için ken- disini değil ebeveynini cezalan- dirmak Tâzımdır. | Çocuğu mektep okutur, lâkin | aile yuvası terbiye eder. Artık | bu, hakikati anlıyalım ve öyle| har&ket edelim. Bizim “ağzımız bozuk olabilir, fakat - istikbalin neslini ağzı bozuk yetiştirmeğe hakkımız yoktür. A. C. SARAÇOĞLU DÜNYA HAR ük Senbolistler -Hâşim bu mektebin müessisi midir?: evlidin tesiri - İran edebiyatı - Sâdi,| Hayyam, Urfi - Türklerde rumuzcular - Nesimi, Bâki, Nedim - Kanuni Süleyman - Ahbntet Hâşimin şiirlerinde hâkim olan ruh - Hususiyeti - Bir fıkra ! m bu müsahabe İğ YAZAN ULUNAY senbolizn n raikessisi değil, şark | ta yetişen pelc çok senbolist şa- irlerden biridir. Yalnız bu sem- bolizmi daha mahalli, daha milli ve daha anlaması güç bir şekil- de arzetinesini bilmişti: Ahmet Hâşim için bir hakikat h: isi, ne bir be. âgatli insan ,me de bir vâzıı ka- airin Hsanı nesir gibi anlaşılmak için değil fakat du- yulmak üzere wücut — bulmuş Müsiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye - yakm- muta-| vassıt bir lisandır.,, | Hâşime gelinciye kadar im- bikteu süzüle süzüle damlıyan şark senbolizmi bu hassas ada- mın gayet rakik Oya iğnesine benziyen kaleminde - elbette bu inceliği alacakta. Ahmet Hâşim eserinin başlan gicinda: | “Manzumede elektrik cereya- ni nevinden olan şir seyyalesi bir an inkıtaa uğradı mı bi bu anasır derhal fitri çirkinlik- | lerine sukut ederler. Şiir bir hi- | kâye değil, sessiz bir şarkıdır.,, dedikten sonra, şarkın en büyük senbolist şairi olan Mevlâna Ce- lâleddini Ruminin Mesnevisin- | den: | | air “ne Sırrı, men ez malei men dur Rist Lik çeşmü güşra an nur nist beytini almakla zımnen yahut rümuz tarikile şarktaki senbo-| lizmin Mmevcudiyetini tasdik e- | | diyor. | Ahmet Hâşim hakkında yazı- lan bir etüdde: *O eski şiir an-| anesine isyan ederek kendinden | de d İ (YENİ SABAH)IN BÜYÜK SİYASİ TEFRÜKASI sa bunun kat'i yet teşkil ami kânı Çanakkale taarruzunun şark- ta miyorlardı. evvelkilerden hattâ muasırların- dan ayrılmış olduğunu ilân et- ti.,, denilivor. Ahmet Hâşim ancak şark sen bolizminin tarzına, edasına is- yan eylemiştir. Yoksa senboliz- min bizdeki kuvvetli temelleri şairin üzerine kuracağı âbide ne şekilde olursa olsun ondan mü- teessir olacak mahiyette değil- dir. Fuzuli, daha Bağdad Türkler tarafından fethetlilmeden evvel Fıratın sol tarafında Hille şeh- rinde doğmuştur. Belki de Ab- basiler zamanında Türkistandan Iraka göç ettiği tahmin edilen Türk aşiretlerinden Bayat aşi- retine mensuptur. Kanuni Si leyman Bağdadı fethetmeden evvel o havalide bulunan Türk | aşiretleri göçebe halinde bu- lunuyorlardı. Bu aşiretler Bağ- dad ikinci defa olarak Dördün- | cü Murad tarafından fethedil-| dikten sonra Yakube, Şehriban, | Kızıl Ribat, Hankin, Mendili ka- | sabalarına — yerleştirilmişlerdir. | Asırlardanberi Türk yaşamışlar, | Türk kalmışlar; hâlâ dillerin. den, an'anelerinden birşey kay- | betmemişlerdir. | Füzuli Kanuni Süleyman ida-| resine bir Türk şairi olarak gir- mesine rağmen kendisine lâzım | gelen dikkat ve ehemmiyeti cel- | bedememiştir. Ahmet Hâşim de 1885 de Bağ dadda doğdu. On iki yaşlarında İstanbula gelerek Galatasaray lisesine girdi. Benden yukarı sı- nıfta bulunmasına rağmen ken- disinin mektep hayatını pek gü- zel hatırlarım. Fikretin: Yüzünde şu'lenüma mihri ateşini Irak diye tasvir ettiği Füzuliyi hatır- latan hassas- çehreli, zayıf bir (Sonu: sahife 6, Sütun 1 de) bir muzafferi- edeceği kanaatin- eydim. l Fakat bir çok generaller, ler, devlet adamları var- 1 ki bunlar bu hareketin im- üzerinde bheli idiler, aki tesirlerini bir türlü ölçe- Fakat şimdi onla- « di 'e rın söz söyleyebilecekleri — bir A zamandı. — Lord - Fischerin-dP | sltanbulu elde elim |ç|i1 (Bahriye - birinci — lordunun) söz söyleyebileceği — zamandı. a Şimdi o ve ötekiler pek âlâ di- an Ş p B : yebilirlerdi ki: | n ı 5 ere e m uc p w —— Çanakkaleyi zorlamak ü- 9)| zere Carden plânını pek âlâ €| ü a - bolu yarım adasına ve Asya tatbik ettik. Ben zaten bu plâ- & | Türkler ne yapıyor ? ,———Yazan — sahillerine toplamıştı. nı pek beğenmemiştim. Plân Martın ortasına doğru, yal- n Techizatı bozuk olan Türkler Netice vermemiştir. Bununla nız deniz harekâtında değil, Ç v corç : her cinsten mühimmat ve top- Peraber, nümayişimiz fayda- ÖŞ | nakkale seferinde de bir dö- a ları her taraftan toplayıp ge- ! oldu: Türkleri atdattık. Rus- ( | noktasında idik. O zama- | tirmişler, yahut yola çıkarmış- İâra yardım ettik. Pek fazla nüm Bir zayiat ile karşılaşmamış, pek mühim kuvvetleri ciddi bir surette harp hattına sürmemiş; tik. Carden plânını parça par- ça küçülterek tatbik ediyorduk. Vakıa bu plânın tatbiki muvaf- fakıyetsizliğe uğramamıştı. Fa- kat tatb.k sahasına çıkarılışı o kada aşlamıştı ki, şu dakikada artık durmuş nazariyle bakılabilirdi. Halbu- ki bir taraftan da zaman geçi- yordu: Ateşi açtığımızdan be- ri bir ay geçmişti. Türkler ne yapıyorlardı b Onların kuv' tırdıkları, tahkim rı, yeni maynlar torpil atacak tüpler ve Al- man muallimlerin nezareti al- tında yeni toplar yerleştirdik leri meydanda idi. Ya Almanlı yi ona t — yaptıklı döktükleri, ar ne yapıyorlar? Onların bir ay evvel Elbe ağ: zından denizine ve Ça nakkale önlerine denizaltı gön- rmiş olmaları lâzımdı. Gön- rebildile Bunlar yolda kadar — mesafede- Belki de Alman deniz- lar kınlardadır. Bu bizde dehşetli 'bir eh KPRĞRİ 132 lardı. Buna mukabil R zayiat vermedik. Şimdi bu işi $8 | dişe uyandırıyordu. Artık tu- parlak bir hareketle Kafk orada bırakalım ve başka işler (£ | tacağımız yolu bir kere daha da vaziyetlerini düzeltmi arayalım. ııuııır daha ileridi gözden. geçirmel ş ikri yani nisan (1915) içinde, bir mişti. Daha Ça Vaz göçmek fik hayli zayiata maruz kaldıktan © | ruzuna - başlamadan evvel — Eğer işler ümit ettiğimiz sız ve İngiliz kuvvetlerinin Ge- Henüz denizlerde olan Fran- ve esaslı bir hezimete de uğra- dıktan sonra buna benzer ih- gibi gitmezse ve eğer Türk is- liboluya ihraç edilmesi tarlara hedef olduk. O zaman tihkâmları pek fazla mukave- da bir taarruzda muvafi artık o zaman Çanakkale har- met gösterirlerse, ması şüpheli idi. Bun ine tamamiyle girişmiş bulu- İstediğimiz anda harekâtı ta- fi miktarda & i. — Fakat nuyorduk. — til etmek yolundaki kararımı- kimsenin şüphesi yoktu ki bu — Halbuki mart ayında bu mü- za gözden geçirmek zamanı gel-- kuyvvetler İskenderuna ihraç 0- talea pek âlâ müdafaa oluna- mişti. Hakikatte biz bu işi bir Jmabilirler, orada 'Türk impa- — bilirdi. | anda yapabilirdik. Bir işaretle yatorluğunun mühim bir saha- Çanakkalede, yahut Çanakkale yolunda bulunan bütün arma- sını ikiye eden Mısırı tehdit va- ayırır mu' Türk ordusunun araftar ve aleyhtarlar ruvazö) orpido u erket e ol ? lar ü T da, kruvazörü, torpido muhri- — vorn ee e kadar hararet, — Derken.. Ne oldu? Harekâtı bi, mühimmat ve asker nakli- (& SüNü M - tın vap fatil etmek şöyle dursu, bah- Ö | e bekledikleri m atın var ne mahsus gemileri, zırhhlarile © bekledikeri aaaaamaa n var DA N A O kin erir, dağılır ve gözden kaybo- : İ A “ Çanakkale den daha hararetli olarak ta- lurdu. Blütün dünyayı alâka- İhra çhareketi için Çanakkale — kemmel bir başlan- arruza taraftar görünüyordu dar eden bir taarruza girişmiş taarruzu mükemmel bir başi aarruza yeni bir şekil vermek olan kuvvetli donanmanın üs- giç teşkil edecek, onu kolaylaş- BB A AA ae SD tüne gece çöker ve boş deniz. tıracaktı. 5 Üzi plân 1;/ıı.ııxı lerle sakin sahiller üzerinde — Bütün bu mülâhazaların be- Si hattâ Çanak- güneş doğardı. nim üzerimde hiç bir tesiri ol: Kaledeki kumandanlığın en vâ- Artık hangisini yapayım, di- Mmadı. Hepsini biliyor, hepsini alâhiyetli biriside — bulun- ye düşünecek zaman değildi, bertaraf edi Jum, Ben Ça- ması lüzumunu ileri sürerek Çanakaklemin devamlı bir su- nakkale taarruzumna bağlı idim. bu mes'uliyeti bizzat deruhte rette bombardımanı hiç şüphe Ben, kâfi & etlerle Çanak- etmek niyetinde olduğunu söy yok - ki Türk vvetlerini £ kale zorlam lâzim geldiği- lüyordu,. tikçe sartan: bir niabette e Çahakk orlanıp açılır- (Arkası var VKARIRIIAR ÇERGDY Ai PI GALEBIERTTİRİN, | Sayfa 5 —a Şimdilik — —— Bu kadar! Harp ve' iktisad erhin gittikçe üzaması ve daha ziyade de uzamağı istidadını göstermesi karşısın - da halka düşen başlıca vazife “mümkün mertebe iktisada dik- kat,, etmektir. Halk bu prensipe nekadar itina ile riayet eder, memleketin dahili stoklarını ne kadar tasarrufla sarfederse her | bakımdan memleketin dahili ve harici mukavemetini takviye ot miş olur. Yanlış bir muhakeme Belkı bazi vatandaşlar şöy- le bir muhakemede bulu- nacaklardır: “Memleketin buğ- day ve saire gıda istihsalâtı. kendi ihtiyacının - fevkindedir. Bu vaziyet karşısında niçin ek- mek yerken tasarrufa riayet edeyim? Niçin her zaman yedi ğimden daha az et yiyeyim? Ge rek buğday ve gerekse et mem- lekette mebzul değil mi? Bu hu- usta mânasız bir tasarrufta bulunmak memleketin milli mü- dafaasını ne şekilde takviye & | der? 1 Bu muhakeme - yanlıştır. E- vet, filhakika memleketimiz as- la bir kıtlığâ sahne olacak du rumda değildir. Her nevi gida istihsalâtımız, — — istihlâkimizin fevkindedir. Fakat bugünkü harpte gıda maddeleri — stoku nun memleket müdafaası bakı mından cephane ve silâh ste kundan az değil, belki de daha fazla ehemmiyeti vardır. Harp ve açlık Nü[usu 450 milyonu bulax Avrupa bugün açtır. Bü- tün kıt'ayı yeditahakkümüne geçiren Almanya, müthiş düş manı İngiltere ile boğuşurken — ayni zamanda açlık denilen bi- aman düşmanla da mücadele etmektedir. Ve hattâ bu düş- man İngiliz imparatorluğunur âlemşümul donanmasından da. muazzam hava filolarından da daha ziyade kuvvetlidir. Bumu İngiltere de itiraf ettiği içindir ki Almanyayı abluka ile yenme- ğe çalışmaktadır. Ayni hakika- te Almanya da iman etmiş oldu- — ğu için o da İngiltereyi istilâ te- şebbüsünü bir yana bırakarak adayı aç bırakmak suretile har-: bi kazanmak gayesile tahtelba- hir harbine germi vermiştir. Ni- hai zaferi haddizatında bir “ac hk meydan muharebesi,, olar “Atlantik meydan muharebesi, mtin temin edeceğinde her iki ta- raf mutabıktır. inaenaleyh — vatandaşlar mızin - bü hakikati asi B | gözden uzak tutmamaları bunu için de memleket müdafaasın | fevkalâde takviye edecek ola iktisada riayet,,— prensipinir tatbikinde en büyük - titizliğ göstermeleri icap eder. MURAD SERTOĞLU ARARARA Orta Anadolunun ziraf kalkınması Sivas, 3 (Hususi) — Ziran Vekâleti Orta Anadolunun x rai kalkınması ve istihsalin art tırılması esasları üzerinde yapıl makta olan büyük ziraat anke tini tamamlamak üzere her yı tatil aylarında Yüksek ziraa enstitüsü talebeleri — köyleri tıkları gezide bu yıl da vi İâyetimiz çevresindeki — köyle üzerinde devam etmeğe başla mışlardır. Bu maksatla Ziraa enstitüsü talebelerinden üç grup şehrimize gelerek üç ekip halin de mıntakalarına hareket etmi: lerdir. "Talebeler burda ziraa' muallimleri ile birlikte büyü! köy davasının önemli etüdlerin yapacaklardır. Birinci ekip: Yıldızeli çevre - sinde Yüksek Ziraat Enstitüsi şeflerinden Kâzım Mıhcıoğlu nun riyasetinde 373 köy dolaşa caklardır. İkinci ekip: Hafik, Kızılhisa larının 564 köyü - üzerind ka ziraf incelemeler yapacaklardır Üçüncü ekip: Ziraat Vekâlet ziraat mualimlerinden Hamc Özkanın başkanlığı altında mer kez, Divrik, Kangal, Şarkışl: kazalarının 461 köyüne gidecek ler ve köylü ile yakından tema: ederek istihsal ve ziraf vaziyet ler hakkında notlarını hazırlı yacaklardır. Cümhuriyet — hükümetimizir bu mühim memleket işinde gös terdiği alâka köylümüzün yü zünü güldürmüştür. n ş Y a ? v vey  d D BAA :