R e, sevil musiki olarak fırtına kisim. Öz soyun musikisi Oz Soy hakkında gazstelerimizde çok şeyler yazıldı. Herkes takdirde bir- lik kaldı. Fakat eserin musiki kısımlar İ hakkında — bildirildiğine göre — he- nüz hiç bir yerde hiç bir esaslı tenkit sıkmadı. M. Ragıp Beyin esaslı bir tahlil ya- ası hazırlamakta olduğunu işittimse de bunu da göremedim. Binaenaleyh, | ilk bir küçük kalem tecrübesi olmak | üzere bizzat şu tenkit satırlarını yaz» | mıya cüret ediyorum. İ Bildiğime göre Öz Soy musikileri- nin bazı parçaları evvelce başka mak- satlarla bestelenmiş, kalan kısımları da ekseriyetle ya acele veya söyliyecekle- rin iktidar kadroları bilmecburiye göz önünde tutularak çok cebri bir üslüp- ta yazılmıştır. Fakat bütün bunlara rağmen musikilerin bu acele yazılan parçalar arasında bile hakiki bir deha ışığı parlıyordu. Meselâ; Size şölen hazırdır. Kurbanlar sizi bekler. Sözü ile başlıyan nefis Bariten | ve Koro münavebeleri, zevkine doyul. | maz bir his derinliği, tahayyül kudre- ti ve dini vecit hisleri yaşatıyordu. Hep kollar göğe kalksın, yere ka- pansın dizler. Dileğine kabilenin mih- rak önünde diz çökmek ve kollarını gö- ğe kaldırmak suretiyle huşu içinde u- yuşu da ne hazin ve içli bir ahenk teş- İ kil ediyordu. Canlı bir ibadet kokusu taşıyan bu dun herkesi müteheyyiç etmişti. Gene tamamiyle bu eser için beste- lenmiş olan Soprano ve Bariton par- manalı sanatkârların vz > söyliyen e; İtiraf etmek üzeredir ki, Nimet Vahit Hanımla Nurullah Şevket Bey hakiki Vyakatlerini ancak bu musikilerin gü- | <eliği ve ucumliği sayesinde duyuru Tabilmişlerdir. Bu iki Türk çocuğunun ses işinde olduğu kadar sktörlükte de birinci sınıf birer kıymete namzet ol. duklarnı iftiharla gördük. Koro bilhassa birinci temsilde çok dikkatli idi. Amatörce bir teşekkül ol- duğunu itiraf etmek lâzım gelmekle | beraber bir iki hafta zarfında her han- gi bir teşekkülün de bundan daha iyi hazırlanamıyacağı muhakkaktı. Basların da sopranolar kadar temiz olmasını dilerdik.. “Ulu Tanrı can verdin bize”. Sözleri ile başlıyan koralde: Evve- Vi baslar, bir kaç ölçü sonra tenorlar iyor, üçüncü olarak soprano ve az bir fasıla ile de altolar karşı cepheden | gelip katılıyorlar. Bu fasılalı girişlerin başka başka ses aralıkları ile saz refa- kati olmadan söylendiği ve partilerin | devamlı “taklit” imitations o halinde ilerledikleri düşünülürse, böyle bir Parçayı bozmadan yürütmenin İâlet- tayin istidatlar için mümkün olam-ya- Sağı teslim olunur. Sopranoların ve | bilhassa altolarm berraklığı karşısın. da hayran kaldık. (Fakat unutmıya - lam ki, bu koronun bu derecedeki mu- Yaffakiyeti ikinci ve üçüncü temsiller- | maatteessüf mümkün olamamıştır; Artık herkes ve hattâ solistler bile yo- Fulmuşlardı.) Semiha Hanımın köy inde söylediği içli Anadolu ağ- » Erzurumun “bar” larını hatırla. tan halka oyunu imrenilecek bir sami- MWiyet havası içinde geçti, Burada bes- e tamamen Folilörden fikir almış- e hile makamında çalınan m iyi bulmadım. Bu parçada, ©- ay olmaktan ziyade, alelusul ese- | » içindeki mühim geçitlerin seri bir ypluluğunu görmek isterdik: Çünkü | vari ür parçasının gayesi halkı bütün Merin ana musiki temlerine hazırla. | mak olduğu malâmdur, sidden nefis ve nev'i dahilinde evveli parşalardı. Prelütleri de çok sin ve manalı bulduk. Musikinin g Mümi üslü karakterine gelince: | bir pentatonik tipidir. Pentatonik mo- İ miş demektir. olması Adnan Beyi şüphesiz ki, iste- meden ve bilmeden Wagner çığırına sürüklemiştir. Gestekârı bu temayü - lünde haklı bulmamak mümkün değil. dir. Bilhassa solistlere yol açan veya re- fakat eden Orkestra kısımları ve Or - kestrasyon renkleri tamamiyle Wagner riyendir. Bütün büyük bestekârların gençlik eserlerinde selefiri olan büyük- lerin sadık birer taklitçisi kaldıklarını bildiğimize göre, bu hareketi Adnan | Beyin parlak istikbalinin bir müjdeci- si gibi görebiliriz. Bu tarz taklitler bi- le bile yapılan tem iktibasçılıklarmdan değildir; bilâkis genç bestekârların klâsik üslüplardaki kültür sağlamlığı- na delâlet eder. Netekim “Manastır türküsü” parçasınm orkestrasyonun- | da, bir iki yer ve bilhassa bir klârnet geçidi Rimsky - Korsakof'un “Şehra- zat” ımdaki bazı örkestrasyon boyala rını hatırlatmıştır. Bunlar hiç te yer- siz düşünmemişlerdi; bilâkis esere a- ğır başlı ve klâsik bir ton kazandır. mışlardı. Adnan Beyin musikisine Asyai bir koku da temin edebildiğini gördük. Vukuflu meslektaşlar bunun sebebini seçmekte geçikmediler: Ad - nan Bey ile tahsil arkadaşı M. Ragıp Bey için daima o kadar aziz bir araş- tırma mevzuu olmuş olan ve üzerinde birlikte çalışıp yazılarında müştereken bahsettikleri “Pentatonik” temler ol- muştu; bunlar beş sadalı ve yarım ton- suz minör motiflerdi: Lâ, do, re, mi, sol la gamı gibi. Fakat, bununla bu temleri esas tu- tan parçalarda diğer seslerin hiç kul lanılmadığı gibi bir mana çıkarılama- malıdır; bilökis kromatik gamın diğer dereceleri de tabiatiyle bu temlerin po- Hfenisi içinde kullanılmıştır. Pentatonik renk yalnız ana temler- de yaşıyordu. Meselâ muhteşem mer- divenlerden inen koronun tekrar ele i aldığı: “Ulu Tanrı can verdi bize” Koralinin ana motifi sol, lâ, do, lâ, mi, re, do, re, lâ şeklinde idi; bu tam tflere hâlâ Anadoluda ve - daha ber- rak bir şekil altında olarak Tatar ve Sibirya Türkleri arasında ransgelinir; En eski Türk ezgisi tipi işte budur. Prozodi berraklığını şayanı hayret bir derecede bulduk. Hülâsa, eser, çok defa gazetelerin yazdığı gibi bir ope ra değildir; çünkü operada muhavere kısımları hiç bulunmadıktan başka u- mumi plânı da ayrıdır. Alınan opera tarihinde hakiki ve ilk Alman operaia- rm yazan Mozart'ın eserlerine Sings- pil denilen musikili sahneler nasıl bir öncülük vazifesini gördü ise “Öz Soy” | ve önü lakip etmesi muhtemel ve şa- yanı temenni ve ümit ettiğimiz gele - cek büyük opera'arımızın deha izleri- ni taşıyan birer müjdecisi olacaklar dır. Çünkü hakiki bir milli operanın sahneye konulabilmesi, Nimet Vehit Hanım ve Nurullah Şevket Bey aya - rında hiç olmazsa 20 artistimizin ye- tişmiş bulunmasına bağlıdır. Bunu takdir etmeli ve ilk eser tec- rübelerine müvazi olarak milli opera organizasyonu işine de artık dikkat ve vakit kaybetmeden başlamalıyız. Öz Soyun temisili hâdisesi Ankarada cid. di opera teşebbüsünü ihtiyacının kati- yetle duyulduğunu bilfiil gösterdiği gibi, bötün halkın bu temsile karşı terdiği delicesine alâkadan opera, ğın halk musiki terbiyesinde oyniya - | bileceği — senfonik konserlerden pek daha canlı — rolü de şimdiden ihsas etmiştir. Her organizasyon duyulmuş | ihtiyaçlara cevap verdikçe, bilhassa müsmir olabileceğine göre de opera İ- sine bir an evvel başlamak zamanı gel | Mevzuun eski Cermen ef, i leri N hatırlatacak bir masal karakteriade i İ rinden Hasan Cemil Bey tarafın- imın kızı,, hikâyesinin filme alın- | şam Büyük adada Yat klüpte tem-| | Filmde asıl vakalar ! de bilhassa dikkate çarpmış ve sim sergisi tertip etmiştir. Sergi 20 temmuza kadar açık kalacak- tir. besinden: gisine iştirak edecekler eserlerini Ankara: 15 — 16 temmuz saat 14 - 16 Nuri ÇELİK ! kadar mezkör liseye getirmeleri. Haberler: Ertuğrul Muhsin Bey ve arkadaşları Çalı köyünden döndüler Rejisör Ertuğrul Muhsin Beyin şehir tiyatrosu ( sanatkârlarından bazılariyle beraber Bursaya gitti- ğini, Bursanın oOÇalı oköyünde “Bataklı damın kızı,, isimli bir film çevireceklerini yazmıştık. Meşhur Selma Lagerlof'un ese- dan tercüme edilen “Bataklı da- masına başlanılmış ve birçok sah- neler çevrilmiştir, Ertuğrul Muhsin Bey şehrimize dönmüştür. o Ertuğrul (o Muhsin Beyle birlikte gitmiş olan sanat - kârlar da avdet etmişlerdir, bu ak- sil edilecek olan “Adalar revüsü,, nün temsiline iştirak edecekler, sonra tekrar Bursaya giderek fil- min harici sahnelerinden geri ka- lan kısımlarını çevirmeğe devam edeceklerdir. Sanatkârlar Çalı köyünde köy- lülerden büyük bir o hüsnü kabul görmüşlerdir. Köylüler Ertuğrul Muhsin Beye ve arkadaşlarına bir ev göstermişler, kadın erkek on altı sanatkâr ve sinema operatör- leri bu evde ikamet ( etmişlerdir. Köylüler, filmin birçok sahnele- rinde kendiliklerinden rol almış - lar ve muvaffak olmuşlardır. Film çok ilerlemiştir, on gün daha çalışılınca harici sahneleri bitirilmiş ( olacaktır. açıkta geç- mektedir, bunun © için stüdyoda çevrilecek kısım azdır. Eserdeki domuz avı o sahnesi, bütün köylülerin iştirakiyle tertip edilecek olan hakiki domuz avı esnasında filme alınacaktır. Çalı köyünde bu büyük av için hazır - lıklar yapılmaktadır. Filmdeki kadın artistlerden baş rolleri Feriha Tevfik ve Ca- hide Hanımlar yapmaktadırlar. Feriha Tevfik Hanımın şöhret ve muvaffakiyeti malümdur, Ca- hide Hanım da İstanbul Şehir ti- yatrosu sahnesinde (o geçen kış mevsimindeki muhtelif temsiller- tamamen muvaffakiyeti görülmüş genç bir sanatkârımızdır. Filmde Cahide Hanım köylü kızı, Feriha Hanım şehirli çiftlik sahibinin kızı rolle-(&” rini yapmaktadırlar. Başlıca erkek rollerini büyük Behzat, Talât, Mahmut, Sait ve Müfit Beyler yapıyorlar. m Fikret Muallâ Beyin sergisi Ressam Fikret Muallâ Bey vü- cude getirdiği akuarel ve desen kolleksiyonunu teşhir etmek üze- re Beyoğlunda İstiklâl caddesin - de İsveç sefarethanesi karşısında” ki Kapps kütüphanesinde bir re- Galatasaray Resim sergisi açılıyor Güzel sanatlar birliği resim şu- 18 inci Galatasaray resim ser-|£ ya ya Hadi evlât, dede sultan ne ici bir e ki. R KP EY ARE Şüc: —— Derviş Ahmet — Neyzen Tevfik'in üç bin dört yüzün- cü tövbesinden İstifası münasebetile (Şair Mehmet Akif Beyin Mısırda yazdığı yeni bir manzume elimize geç ti, Neyzen Tevfik Beyin geçenler deki içkiden tövbesi, ve söhra tövbesin. den vazgeşişi haberleri Mısıra kadar gitmiş, Mehmet Akif Beye bu fan- teziyi ilham etmiş.) “Bir ömürdür içiyorsun, bırak artık şunu!.,, der; Derviş Ahmet bu hidayetle hemen tövbe eder. Amma bir tövbe ki: Binlikleri çarpar duvara; Tas, çanak, testi perişan serilir tahtalara. Rakı tufanı, su girdabı alırken odayı, Anaforlarla dönerken mezeler fır dolayı, Bir kerametle dedem postu oturtup sedire Oradan, mesti zafer, bakmağa başlar seyre. Başlar amma pek uzun boylu seyirden hıkılır.. Derviş Ahmet te bizim, öğleye varmaz sıkılır. Kalkar, olmaz, yatar, olmaz, döner, olmaz dediği; Neyle doldursun o bir türlü kapanmaz gediği?. Zikreder, vahdete girsem diye zorlar, giremez; Hu çeker, sine döğer, hiç biri eğlendiremez. Saatin ömrü soluktan da kısayken hani dün, O ne yıllar devirir saniye geçtikçe bugün!. Devrilen devrile dursun dedem illâllâh der; Camı sarsar, damı sarsar, tepinirken ter ter!, Bu kadar velvele oynatsa yerinden ya biraz, Ne haron şey ki zaman, hiç yürümez, hiç tınmaz! Derviş Ahmet bu sefer: “Ben yürürüm!.,, der mi sana.... “Aman Ahmedim, bana baksana, Bozacak mısm gene tövbeni?, Kıracak mısın yeniden beni? Sakın Ahmedim, gideyim deme!,, Cezbe kuvvetlice gelmiş ki dışardan dedeme, Bu içinden kabaran sesle hiç irkilmiyerek Hak erenler yola bir düşme düşer: Yel yepelek! “Derviş Ahmet, gidiyorsun ya, sakın sapma sola! İşte bak, dirseğe geldin, göreyim şimdi: Mola! Bu gidiş hayır değil Ahmedim, Dayan Ahmedim, dikil Ahmedim! Aman Ahmedim, göreyim seni, Dayan Ahmedim, göreyim seni!, Lâkin aldırmıyor Ahmet, cereyanlar müth Karnı irkilse bacaklar gidecek, hem ne gidiş! “Ne o, meyhaneye geldin mi? Sakın girme, dayan! Aman Ahmedim, sonu pek yaman! Kuzum Ahmedim, gireyim deme! Mola istemem, vereyimdeme! Asıl Ahmedim, kasıl Ahmedim! Bu geçit belâ, asıl Ahmedim! O ne batmalar, ne boğulmalar!... Asılır boş, kasılır, boş; dedem en sonra dalar, “Bari meyhaneye düştün, be mubarek derviş, İçmeden geç ki desinler: Dede Sultan ermiş! Hadi Ahmet, hadi yavrum, hadi son bir gayret....,, wi Yü 0 ON > A pa Lâkin Ahmet, bu ne gayret, ne tahammül, hayret! Sen kurul lök gibi meyhaneye #er postu, otur; Yan, tutuş, sonra dayan: Dağ gibi dur, taş gibi dur! Dağ demiş, taş demişim, doğru mu lâkin ne gezer... Onu bir zelzele sarsar, bunu bir dalga ezer, Seni kaç zelzeledir yokladı hiç sarsamadan; Koca arslan, hani övmüş te yaratmış yaratan! Öyle bir tövbe geçirdin ki, hakikat, değdi; Az belâ mıydı, seher vakti, o tufan neydi?. Çiğnedin dalgayı, girdabı cıkardın daraya; Postu Cudiye yanaştırdın, atıldın karaya. Sallamış tekmeyi bir milke diyorlar Ethem; Yumruk atmış mı yarım binliğe? Hiç zannetmem! Hak erenler, iyi bak kendine, mikdarnı bil; Sendedir nushai kübra, okumuşlarda değil! Sen ne cevhersin a devletli, ne cansın, bilsen... Aba altındaki sultanlara sultansın sen. Sen ki kevser dağıtan Haydara kulsun ancak, Sana ısmarlamıyan kimlere ısmarlıyacak?. » e, ve aa Doldurun dervişe benden iki birlik, Yorgi! Mehmet Akif M