Nakleden : Selâmi izzet , 7 Hayır, yakında göremiyece-! Biz. Çocuğu kucağma aldı. On sai Yüz kere alnından öptü. Bir ana şefkatile çocuğu kucakladı. Son- ra gözlerine baktı: — İhsan, dedi, bu andan itiba - ren senin baban benim! İhsan gözlerini kaldırdı, Müşfi- ke baktı, sonra ellerini çırptı: — Siz de ha!... Demek O sizde babam oluyorsunuz... Ne iyi.. İki babam olacak demek.. Sizi de ba- bam kadar seviyorum zaten... Hep seveceğim. Hilmi Müşfik, Hasanı görmek istiyordu. Onun gözlerine Bakacak, göz“ bebeklerine gözlerini dikecek ve söylediğini doğru veya yalan ol duğuna kanaat getirecekti." o Müsaade istedi. Tevkifhaneye girdi. Taş koridorlardan geçip Hasanın odasına vardı. , Hasanı öksürüğünden © tanıdı. Öksürük ,biçarenin ciğerlerini sökmekte devam ediyordu, Hasan tanınmaz bir hale girmişti. Saç- larını kestirmişti. Şakakları ta- i mamiyle (o beyazlaşmıştı. Fersiz gözlerinde, hastalığın alevleri ya- Bıyordu. Hilmi Müşfik bir müddet sessiz durdu, nihayet sordu — Sen misin Hasan?. Öteki boyun büktü: — Ben miyim?. Evet benim... Matküm Wova Hasan. dersi Buna, ne; ? Hilmi Müşfik, sert, 'dik bir ses- le sorguya başladı: — İtiraf ettin öyle mi?. Kaya Hasan da, ayni şekilde, sert mukabele etti: — Evet, itiraf ettim. — Demek öldürdün?, — Öldürdüm mü?,. Kaya Hasan cevap vermiyor, Müşfiğe bakıyordu. Dilinin ucuna gelenleri söyle- mekten korkuyor, susuyordu. Nihayet, usulca fısıldadı: — Öldürdüm mü bilmiyorum. Yalnız mahküm olduğumu biliyo- Tum, Memnunum. Artık bitti, kur-| tuldum, Sesinde bitkin bir ahenk vardı. Müchbet bir uykuya dalmak arzu- sunun ahengi vardı. Hilmi Müş-| fik biraz daha sokuldu. Gardiyan da yaklaştı. Hilmi Müşfik: >— Kaya, dedi, beni dinle Ka- > « Sen katil değilsin, sen adam d üremesi. Ne oldu?, Neok un?. Gözlerime bak, hâkimleri- Ne söylediklerini bana da tekrar ©. Onların duyduğunu ben de bir! daha kulaklarımla işiteyim. — Selim Nazım n Beyin katili ol- ie söyledim, Evet, bunu söy-! rna masum olduğunu id- si in | Söylüyordun ÇA demek yalan — Her halde kimler, Ya size veya hâ- yalan l N söylemiş Sümeni! >> Sen delisin Ha Ri san, - Bana! Masum olduğunu iddin ettiğin za- | m reka Buna | lin poe Sen o adamı| Vakıt'ın Edebi Tefrikası: 45 emare Baba-Oğöul A ŞA 2 — İtiraf ettim ya.. Siz ona ba- kın... İtiraf ettim, Ben öldürdüm! dedim. — Evet, itiraf ettin. Boynunu ipe uzattın, Senin masum olduğu- na yemin edecekleri yalancı çı-| kardın.. Bugün buraya neden gel-| dim biliyor musun?. Çünkü itira-| fma rağmen, senin katil olduğu- na inanmıyorum. Katil, alçak o- lur. Sen alçak bir insan değilsin. Sen mert bir insansın. Sen öldür- dün ha!... Sen birinin kanına gir- din öyle mi?., Yok carım.. Sen para için, birinin cebindeki para- yi almak için, ona kama saplıya- caksın ha!.. Birini öldüreceksin, sonra cesedine iğilecek, ceplerini karıştırıp (parasını < alacaksın... Buna imkân var mı?.. Hayır, bu imkânsızdır. Belki herkesi inan- dırırsın, fakat beni inandıramaz- sın. “Ben | öldürdüm,, dediğin zaman, sana:| “Yalan söylüyorsun,, diye baykı- İnandıramıyacaksın.. racağım. Kaya Hasan ayakta, kâh elini göğsüne bastırıyor, kâh ağzına götürüyor, öksürüğünü . kesmeğe çalışıyordu. Kızaran gözlerine yaşlar doluyordu. Hilmi Müşfi- ğin boynuna sarılmamak için kendini güç tutuyordu. Bütün vü- cudu titriyordu. Tepesinden tır- nağına kadar feci bir ıspazmoz içindeydi. Bir an: — Hakkın var öldürmedim. Ben mâsumum! Demek istedi. Bu sözler dilinin ucuna geldi.. Fakat o ande, ciğer- lerinde kızgın demir acısını duy- du. İhsanı düşündü, sözlerini yut- tu, İçinden söylendi: “Söyliyeceğim de ne olacak?.. Bu da, herkes gibi beni katil san- HM, Ben İnanma. Kollarmı yana sarkıttı ve ök-! sürükle ayrılan cümlelerle, keke- liyormuş gibi; — Bana bundan bahsetmeyi- niz Müşfik Bey, dedi. Beni oldu- ğumdan fazla perişan etmek iste-! mezseniz bahsetmeyiniz. Bir insa- nın içindekini kim anlıyabilir?. İ Hiç kimse7. Ne yaptığımı, hâlâ ne yapmakta olduğum bir gün mey- dana çıkar elbette.. Bana bir sey| sormayınız. Beni masum zannedi-; yorsunuz. Bunu söylüyorsunuz. Teşekkür ederim. Yer yüzünde yaşıyan ender bulunur yüksek ruhlu bir insansınız. Sevdiniz mi iyi seversiniz, Sevdiğimiz bir insa- nın fenalığına inanamazsınız, Bel- ki dehakkınız vardır. OÖy- le ya, Kaya Hasan (o gibi şen, şatır, o mert, çalışkan bir adamm ipte hatıra gelir miydi?. Bunu havsala alır mıydı?.. Yarabbi, - ben de ne * saf, ne iyi bir adamdım. Her se- ye inanırdım.. Her iyiyi ve her güzeli sevmek için yaradılmıştım.. Bir gün yoluma o, Gülfem çıkın- inandım. Fakat ilk can vereceği ca ona da zamanlar o da fena kadın değil di.. Yalnız bir kabahat ettim. O- nun dışındaki her şeyi unuttum. Ne yapayım, yalnız ve sade onu ceviyordum.. Evet, onu seviyor - dum, çok seviyordum. (Devamı var) Öz dilimiz Bir yolculuğun Duyguları İstanbulu büyük bir düğünün artakalmış sevinçlerini ve yorgun- luğunu taşıyan büyük bir konak gibi buldum. Şurada burada bü- yük konuklarin kente yarışını kut- lulama uruncundan izler vardı. Ankaranın yüksek yaylasından Boğaziçinin ılık ve ıslak kıyrıları- na inen yolcu, gene sularda tu- tuşmuş ışıkların ve yollarda dalga” lanmış bayrakların gölgesini gö- rür gibi oluyor. Bir ucundan öteki ucuna değin bütün yürt bucaklarını biribirin- den ayırt edilmez bir sevgi ile se- venler için Boğaz sularmın fışıltı. sı ile Orman çiftliğindeki körpe ağaçların dallarını dolaşan fısıltı birdir, Ankarayı | İstanbula bağlıyan demiryolu, yolcuları daha ucuz götürdüğü için gidenler ve dönen- i ler daha çoktur. O yüzden Ankarada İstanbulu ve İstanbulda Ankarayı göremi- yenler azalıyor. Bugünlerde sanki orada deniz sularını yalayan görez, burada ç€- tin dağlara çarpan yele gidip ge- len bu yurttaşların o omuzlarında taşımıyor gibidir. İstanbuldan Ankaraya döner- ken birçok duraklarda yakın geç- mişten kalmış ve buraları dağla- rına, taşlarma sinmiş armağanları öğünerek anıyorsunuz. Bu yolculukta duyduğunuz bu öğünç ve urunç öyle bir duygudur ki acumun sor gününe dek bu yol- da duyulacaktır. M.N. Bu söydt geçen bir takım sözlerin dilde karşılıkları Konuk — Misalir Kent — Şehir Urunç — Heyecan Görez — Hafif rüzgâr Öğünç — İftihar Acun — Dünya “Bu sözler tarama dergisinden alın - muştir.,, Azerbaycan için Türk —Iran dostluğun- dan beklenilen Berlindeki Azerbaycanlılar tara fından çıkarılan İstiklâl gazetesi “Türkiye — İran dostluğu,, başlı- ğı altında şu yazıyı neşretmekte - dir: Sonki günlerde cihan, komşu ve kardeş memleketlerden Türkiye ile İran arasında nümayiş etliri - len pek büyük bir dostluk tezahü- ratına şahit olmuştur, Yeni İranın reformatoru Riza Şah Pehlevi Hazretlerinin Türki- yeye vuku bulan ziyareti Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, matbuatı ve efkârı umumiyesi tarafından son derecede samimi kardeşlik his ve heyecanlarile karşılanmıştır. Türkiye matbuatının pek haklı olarak kaydettiği veçhile, medeni, | Müyyg8yyyı“,yrahMayyyaARiy yy siyasi ve iktısadi sahalarda yekdi- gerini tamamlıyan bu iki kardeş memleket arasında © ötedenberi mütekabil anlaşmayı göze alan bir çalışmanın mevcut olduğuna vakıftık. Riza Şahın memleket haricine olan ilk ziyaretinin Tür- kiyeye vukuu suretile sureti mah- susada kayıt vetesit olunan bu dostluğu her kesten evvel biz Kaf kasyalılar ve bilhassa biz Azer - baycanlılar iyi gözle görür, onu candan alkışlarız. Bu iki komşu ve kardeş memle- keile biz, bir çok bağlarla ve ha- yati, siyasi menfaatlerle bağlıyız. di ali ele as aile 7 Türk - İran hudutlarında Neler gördüm? Yazan: Erzincan mebusu Aziz Samih Harbin sonunda nasıl olsa hudutlar değişecek! “Onun için biz Iranda kalalım, sonra mütehassıs olarak işe yararız!, ( Mösyö Minorski dedi ki: | Ben bazı resmi ve hususi işle — Öyle amma, bu papaslar mü- him paralar alıyorlar. Bunlara karşı elbet bir şey yapmak lâzım. rim ve rahatsızlığım dolayısıyle | birkaç gün daha Rumiyede kal mak mecburiyetindeydim. Hudu- dun bu kısımlarında müna yerler de olmadığından arkadaş- ları göndererek ben (11) ağusler | sa kadar Rumiyede kaldım. Harp havadisleri nadir ve biribirine muhalif o geliyordu. Goben ve Breslavın İstanbula gelişi, Ruslas rın mağlübiyeti havadislerini duy duk. Rus konsolosundan gelen jansların bir kopyasının ba gönderilmesini istedim. Dedi ki: “Baş üstüne göndereyim. Fakat bunları evvelâ başkumandanlık, sonra Petrograt sonra Kafkas va- ii umumisi sansür ve tetkik edi- yor, Herkes bir tarafını kırpıyor, hiçbir şey ifade etmiyen bir hale geliyor. Fakat her halde gene bir manası vardı ve biz anlıyorduk, Vali de kendisine gelen ajansla ka? dan gönderiyordu. Ağustosun on birinde Mösyö Bel (o beraber güzel bir hisara malik ve toprak duvarla çevrilmiş, dağla - rın ovaya kavuştuğu yerde yaj Binaenaleyh icraat göstermek için onlar da bu antikalara kıymak mecburiyetindedirler. Şimdinanın asi şeyhi Seyyit Ta- ha hükümete dehalet etmek isti - yormüş. Bunun (adamlarından Hudaverdi ve Tevfik isminde iki kişi geldiler. Görüştük. Seyyit Tahanın avdet arzusunu anlattı - lar. Fakat, benim diğer taraflar- dan aldığım haberlere göre bun - lar Rus kumandanlığına müracaat ederek kabilelerini onların emrine vermek için pazarlık ediyorlardı. Barzan şeyhi bu hiyanet satıcıla - rmdandı. © Harbi umumi artık alevlenmiş - ti. Yüzbaşı Vilsonla konuşurken lâtife olarak dedi ki: — Biz, bütün tahdidi hudut he- yeti İranda kalalım. Harp niha - yetinde hep hudutlar değişecek. Biz harbe iştirak etmemiş bitaraf ve mütehassis bir heyet olarak muharip devletlere arzı hizmet e « deriz ve hudütlarını yaparız. Ben dedim ki: — Biz muharebeye girmiyoruz. Vilson dedi ki: — Hepimiz gireceğiz ve döğü- şeceğiz. Dedim ki: — Siz tabii müttefiklerinizle beraber barbe gireceksiniz ve her harbe giren galebe arzusu ile işe başlar. Sizin müttefikler kazanır- sa Rusya da kazanacak ve Akde- nize, Umman denizine çıkmak e- mellerini tatbik edecektir. Halbu- ki siz Rusyanın bu emellerinden hiçbirinin tahakkukunu değil dü- şünülmesini bile istemiyorsunuz. Bu halde nasıl oluyor da beraber! harbediyorsunuz. Vilson dedi ki: — Muhakemeniz çok doğru - dur, Biz Fransa, İngiltere ve Rus- ya harbe gireceğiz. Fransa ve İn- giltere galip ve Rusya perişan o- larak harpten o çıkacaktır. Fakat Bu diplomatların işidir. bu nasıl yapılacaktır?, nova) köyünde köyün reisi yit Han Bey ile görüştük. 20 bir köy. 4 12 ağustos akşamı bizim bölü! merkezi olan (Bacerge) ye gel- dim. Bacerge bir sırt üzerinde 15 evli bir köy. Hudut bölüğü merkezi olduğu için telgrafhi si var, Nahiye merkezi de intih ıp edilmiş. Buradan sonra ufak sir! lardan geçerek Barnok köyün geldik. Fransızların mağlübiyetis ni haber aldık. İngilizler çok, vik hassa çok müteessir oluyorlar. Ruslar inanmak istemiyorlar. Car ran köyü, Perihan boyunu z lik var, Bizim arkadaşlar İstan buldan en güzel Belçika av tüfel leri almışlardı. Fakat bu seyahat: te o güzel tüfeklerin mahsulünü biç göremedik. Yalnız nişancı n iâzimimizin kırık dökük av tü ği son moda Belçika silâhlai dan ziyade bizi besledi. Yol | dere kenarından gidiyor. Dereni en dar yerlerinde ve sol sahi ii gayet sarp kayalar üzerine yapi şık gibi bina edilmiş çok güz bir kale harabesi gördük. a; 7 o R e o E N - 2 a. . ei 33 z Bilemem. Cenuptaki bu dindaş, ırkdaş ve kardeş memleketler arasında ne zaman nifak, şikak ve mücadele olmuşsa bundan şimal düşmanı istifade etmiştir, ki bunun da acı- sını ilk asırda çeken biz olmuşuz- dur. İşte bunun için Türkiyeile İran arasındaki samimi dostluğun de - vamını derinleştiren bu ziyaretin mesut neticeler vereceğini ümitle her iki kardeş memlekete candan saadetler diler, bu dostluğun Kaf- kasya ve Azerbaycan hesabına dahi ümitli neticeler vermesini te- menni ederiz. — > içinde minareli camisiyle bazı b nalar görünüyor. Öğle yen on evli Hasan köyünde (Predli) dağının hattı ta 1 den geçerek Dostan köyüne gi dik. İran cihetinde bulunan ta mmm Ül e meyillerle Alpak ovasına iaiyor, Ti *