25 Eylül 1932 —remanereee sese rmrasenez ee Dilimizin istiklâli , ÜZEL SANATLAR İ Dilimiz şimdiye kadar bünyesi» Ni kemirerek istiklâline mâni o- ve ağırlıkları dimağımızı tem leştiren ecnebi kelimelerinden / Ayıklanmalıdır. Bunlarm en teh- elileri harsımıza arap ve acem ları saçanlardır. Türk dili asırlardanberi bün- Yesini istilâ eden bu ecnebilerle türlü kaynaşamıyarak asale- Mini muhafazada sebat göstermiş Ve saffetini İstanbul halk dilinde eYe Anadolu lehçelerinde yaşat - Müuştır, Sarık, cüppe, çakşır, çe - dik, pabuç gibi şeyler içinde Vücut nasıl ağırlaşırsa bu ihtiyar illerin kisvesi altında fikir de Şevikliğini kaybetmektedir. : Ve ne asırlardanberi Osmanlı im- aratorluğunün reemi dili olan türkçe niçin kendi o köklerinden İ dal budak sürerek hasıllanamamış x? Biz bütün tercihimizi ecnebi | limelerine vererek kendimizin- kileri körletmiye uğraşmışız. Bir kelime lisandan lisana ge- Şerken phonetigugsment, morpho - giguemeni yani savten, şeklen > Uğradığı değişiklikler de bazı ka- > Bunlara tâbidir. Biz yazı lisanı - Mıza aldığımız arabi, farisi keli- Melerde bu kanunlara riayet et - memişiz. Bu kelimeleri asılların » i imlâ ve telâffuzlarile almı * , Onları imlâ ve te - a ri Selİarı hilâtmda kulla - Manları cehaletle itham etmişiz. | Ve hâlâ da bu iddiadayız. Fakat İ halk kendi sivesine uymıyan ağır- Miklarını gidermeden bu yabancı İlmeleri ağzıma almamış mese - arabın sahihini sahiye çevir - İ miş, (Hızırilyası) 1 hıdırellez yap | Müş bunlar gibi bir çok kelime ve terkipleri kendi fonetiğine uydu- Tarak kullanmakta ısrar etmiş.. “Böyle dilden dile geçerken #eklen lâfzen değişmiş kelimele - tin asıllarını aramak o (etymolo - tie) ye iştikak ilmine aittir.. Her Nereden olursa olsun lisana kabul | dilen kelimeleri (o benimsiyerek *nları doğurtmalıdır. Bu gün İransızların (At) manasma kul - İandıkları heval kelimesinin lâ - ince aslı diksiyonerlerde Cabal - olarak gösteriliyor. £ Fransız ileri tabiiyetlerine aldıkları İmeye milli başlığı giydirerek Mİninş mavi, beyaz, kırmızıya bo- | ıktan sonra onu kendi gramer Wullerile kaidelendiriyorlar. Ya - “Mİ tamamile Fransızlaştırıyorlar. lime girdiği dilin sahasmda ar- Yavrulayıp duruyor.. Cheval - nt, chevalersgue, (Chevalier, alöe, chevalet, o cbevalerie, İeresse, ochevaleresgumeni, Savalerie, cavalier, o chevalereux, “evaline, ilâh... bu suretle on beş pa fazla şekil ve mana (alarak İranazca doğum kaidesine tevfi- kan dili zenginleştiriyor. Bu ana Kadar âr türkçe Anadoludaki kökle” | vlan filiz sürememişti. haya payitaht ana toprağında ü- İSven ecnebi kelimeleri hasıllan - Masına mâni oluyorlardı. O dere- iz ki zavallı türkçe öz muhi - iz kendi namına yapılan lügat larına bile kabul oluzmuyor- A ve lâtincenin fransızca- Çünkü | © bi ve farisiden o görememiştir.. Çünkü ırkları başkadır. Kaç asır- dır arabın feresinden, acemin es- binden böyle döl alabilmiş mi - | yiz? Bu ecnebi kelimeler türkçeye i kendi kefiyeli, papaklı kaide ve kıyafetlerile gelmişler mağrur ve hâkim tavırlarla baş sedire kurul- muşlar, öz dilimiz bunlar arasın- da sığıntı vaziyetinde kalmış, bü- tün resmi, ilmi tabirler, ıstılahlar onlardan yapılmış kendi kelime- lerimize kabalık damgası vurul - muş, edipler, şairler ilhamlarını onların çığırtkan renklerinde a - ramışlar,. Frenklerin edebiyatımız hak - kındaki muahazeleri şudur. “Türk edebiyatı şark edebiya- ından biri olmakla beraber Av- rupaca en az tanılan binaena - leyh enaz takdir görendir. En büyük kusuru orijinaliteden mah rum bulunmasıdır. Türk edipleri, şairleri asırlardanberi (o sazlarını arap, acem nağmeleri üzerine a - kort etmişlerdi. Son nesiller Av - rupa asriliğine dönmek istemiş - lerse de bir İspanyol, bir Rus, bir Macar edebiyatı olduğu gibi bir Türk literatürü meydan alama - mıştır. Türkün öz unsur hayatın - dan doğmuş ve o unsurun ruhunu t nüm eden kuvvetli edebi bir MERA Ktü de'ovarım “diye kendini cihana takdim edememiş- tr.,, Avrupalıların bize bulduk « ları kabahat işte bu... Türk dili bugün (niçin söyle - mekten çekineyim) anarşi halin - dedir. Kaide şirazelerile kendini derleyip toplamak ihtiyacındadır. Grameri yok, bu nama müstahak bir lügat kitabı yok. Zaten asır « larca doğru telâffuzunu veremi - yen arap harfleri rejimi altında kuradalaşmıştı. Lâtin harfleri im- dada yetişti, Lâkin şimdi dilimiz yeni kirizme ve gars yapılan bir bahçe halindedir, Dikilecekleri ih tiyaca tevafuk eder surette seçe - rek dikmek ve kökleşmelerine iti- na göstermek lâzımdır. Türk dili- i nin şeceresini meydana çıkarma- k akrabalığı bulunan lisanlardan lâgat ve kaidece istifade olunma- kdr. Evvelâ tahlili ve sonra ter- kibi surette hareket olunur. Türkçemiz Oural — altaigue yani Finois, Lapon, < Hongrois, (Macar) Samoyede, Mongole Mo gol, Kalmuk, Mandchu ilâh.. dil » lerin ailesindendir. Bunların ara » sında müterakkilerden bulunan macarcanın ıslah ve garplılaşma usulünü tetkikten müstefit olabi - liriz, Dilimize kabul olunacak her kelime tesbit edilecek kaidelere ve en dürüst şivemize tevfikan | şeklen ve lâfzen türkçeleştirilme- lidir. İngiliz, alman, fransız lisanla- rı arasında pek çok müşterek ke- limeler bulunduğu malümdur. İ - lim, fen ıstılahlarınca bu diller - den çok uzaklaşmamak fikrinde- yim, Meselâ, müvellidülhumuza demedense Oxygene, hydrogene demeyi tercih ederim. Bizden son ra gelecek nesiller belki bu keli - gelene meleri su doğuran, ateş doğuran e — Bulgaristanda tiyatro hayatı Sofyadaki Bulgar milli tiyat- rosu temsillere başlamıştır. Bu hafta içinde yeni Bulgar piyes- lerinden “Boryana,, yı ikinci de- fa olarak oynıyacaktır. Eserin mubharriri Yordan Yofkof'tur. Bulgar milli operasıda faali- yete geçmiştir. Bu pazar günü “İvanko,, isimli operayı oynı- yacaktır. 3 perdelik olan tarihi piyesin muharriri Drumeflir, Amir Han - Kniyazef tarafın- dan bestelenmiştir. Sofyada “Kooperatif Teat- ro,, temsillerine başlamıştır. Bu hafta içinde “Fraskita,, yi oynı- yacaktır. Macaristanda modeller giydiriliyor Budapeşte, 24 (A.A) — Müs- tafi maarif nazırının bir kararna- mesine Mâzaran yüksek güzel sanatlar mektbi modelleri bün- dan sonra mayo ile poze ede- ceklerdir. Sanatkârler mahafili, bu ted- biri bayağı bir tedbir addede- rek tenkit etmektedirler. Pazartesi-Perşembe Darülbedayiin bu seneki kış temsilerine İ teşrinievvelde baş- lanacağını, ilk eser olarak Seni- ha Bedri Hanımın Almancadan | terceme ettiği köylü hayatına ait “Zeynep,, isimli piyesin oyna- macağını yazmışlık, İkinci hafta- da Musahip Zade Celâl Beyin “ Pazartesi - Perşembe ,, isimli telif komedisi temsil edilecektir. suretine çevirmekte bir garabet görmiyeceklerdir. Afaki, enfüsi gibi (o saçmalara dilimizde yer vermektense doğ - ruca objectif, (o subjectif diyerek sesimizi bütün medeni o cihanla birleştirmeyi muvafık bulurum. Mikroplar mukavemetten âciz zay (o Gcutlara hücum (ederler kor. Jan, döviz, kabotaj ve ilâh birçok kelimeler dilimize ellerini kollarını sallıyarak resmi kapılar dan girmektedirler. Bunlardan fazlalara karsı kapı önüne bir yasaktır nöbetçisi koyacak mı - yız? Dilimizin ilim, fen, felsefe, siyaset ve ilâh.. bütün şubelerde- ki bugünkü fakrı münasebetile bu akının önüne durmayı çok müş - | kül buluyorum. Bu istilâdan dili- miz kazanacak mı? O Bozulacak mı? Bugün spor, atlet, boks, maç rekor ve daha sayısız (kelimeler bize artık munis geliyor. Bunla - rın hangisi bangi dile mensuptur düşünmüyoruz... Yalnız delâlet et tikleri manaları biliyoruz.. Bun - lar şimdiki medeni dünyanın ge - çer akçe kelimeleridir.. Bütün dil- lerde mevki tutarak umumileş- mişlerdir. Türkçede bunlara kar şılık kelime icadına kalkışmak a- bestir, Fakat bu dalgalar coşkun geldikçe dil kapımızın önünde bir Çanakkale mukavemeti ya - pabilecek miyiz? İstikbal bu yasağımızı dinle - miyecek gibi geliyor bana.. Köklerinden (o sürdüreceğimiz filizlerden yapılacak uygun ter- kiplerle asri tekâmülüne kavuştu- racağımız dilimizin ihtiyaçları- na karşı bir hazine hazırlamış o - lacağız, Hüseyin Rahmi m yl" iŞ # / İkra Bir münasebet Muhakkak olan birşey varsa edebiyatı cedidecilerin, fecriati- cilerin ve bu iki nesil arasında kalmış kimselerin Parisle bir münasebetleri var. Bu münase- bet, birkaç gün evvel, Hikmet Feridunun yaptığı bir anketle de bir kerre daha sabit oldu. “Edebiyatı cedide,, Parisin ede- biyatından ilham aldı, iyi, kötü birşeyler yapmıya muvaffak ol- du. “Fecriati,, ise kendisinden evvelki mektep - mektep demek caizse - Kadar derli toplu bir varlık göstermemekle beraber, aşağı yukarı ayni yolda yürüdü, “Paris hayatı,, nın soluk bir aksi olmıya çalıştı. Fakat bu iki nesil arasında sıkışıp kalmış olanların ekserisi bir Devekuşu vaziyetinde kaldı- lar. Yani ne deve, ne kuş. * Hikmet Feridunun açtığı anket ile bu sözlerin ne manası var? Diyeceksiniz. Çok! Pariste bu- günün modası Devekuşu yarışıdır. Her Ves gidip bu yarışları görüyor. Hikmet Feridun da, kalkmış, okuyucularına aynı lez- zette birşey verebilmek için, yaptığı ankete, yukarda babset- tigim münasebetleri ispat ede- bilecek bir şahsiyetle başlamış. Buzlu bir müdüriyet odasın- dan gelen bu sesin sahibi "hikâyeci” olarak memlekette bir meslek erbabı tanımıyor- muş, Vakıa bizim matbuat ve edebiyat âlemimizde romancı, fıkracı olarak da bir "Meslek" erbabı yoktur. Çünkü ekseriya bir edip ve muharrir hem fık- racı, bem hikâyeci, hem roman- cı ve bazan da hem gazeteci veya musahhihtir. Bu takdirde Meselâ romancılığı bir Meslek” olarak kabul edersek, elbette hikâyeciliği de bir ”Meslek” ta- nıyacağız. İşte deve kuşu burada başını kanadının altına sokmuştur. Ya- ni, bildiği farzedilen bir mesele hakkında suale maruz * kalan bu şahıs, (Böyle “meslek” yok- tur!) diye kesip atabilmek için etrafın bomboş zannetmiştir. Bu zat bilmek mecburiyetin- dedir ki, Türk matbuat ve ede- biyat âleminde en az yazmış olanı altmıştan fazla bikâyeye sahip bir Aka Gündüz, bir Pe- yami Safa, bir Sadri Etem, bir Vâ-Nü bir Mahmut Yesari, bir Memduh Şevket, bir F. Celâlet- tin, — daha sayalım mı? — hatta, kendisile anket yapmıya gelmiş olan bir Hikmet Feridun da vardır. * Dedim ya, edebiyatı cedide- cilerin, Fecriaticilerin ve bilhas- sa bu iki nesilden arta kalan- lardan bazılarının “Paris ile şids detli alâkaları var. fa. m. BOŞ SAATLERDE... Kıymetli muharrir Mehmet Nurettin Bey “Boş saatlerde... ismi altında güzel, ince, hisli nesir parçalarından bir seri yazmıştır. Edebiyalımız için bir kazanç olan bu güzel eser kitap halinde de çı- kacaktır. Aşağıdaki mensur şiirler henüz basilma- miş olan bu güzel eserden alınmıştır. — Yaz! dedim. Serin bir babar akşamıydı; Gözlerine bakmayıp da gözlerimi karşılara çevirseydim, pembe sisler içinde o gün- kü güneşin eridiğini görecektim... * — Yaz! Diye yalvardım. Önümüzdeki havuzda biribirine yaklaşıp (biribirinden uzaklaşan iki yıldızın aksi tilreşiyordu. * Sana bir daha: — Yaz! dediğim zaman sabah yeni olmuştu. Ufuk gözlerinden ve gözlerin ufuktan daha mabmurdu. * Hâlâ yazsa, diyorum, neye yazmıyor diye düşünüyorum. Fildişi (o göğsünün altına gizlenen okalbinde biriken duygular, bir bahar gezintisinde bir aşinaya kısa kısa, acele acele ? anlatılacak kadar fani şeyler değildir. A iy igi Dün annemin mezarına iki kök ortanca diktim. Annem, bu çiçeği çok severdi. Ben gurbete çıkmadan ve onun öleceği gün daha yaklaşmadan bir gün bana “Bu çiçekten benim mezarıma dik|,, işti. diye o, kendisi vasiyet et- Lâkin, dün annemin mezanna diktiğim iki kök ortanca- yı ben annem için değil, kendim yeşil, yaprakları kendi fani gözlerimi için diktim. Onun enli, dinlendirmek, onun pembe pembe çiçekleri kendi bahtsız gönlümü unmak içindir. Bütün mezarları süsliyenler, bütün kitabeleri yazan ve metmerleri oyanlar gibi, bende annemin mezarna, kendim için, iki kök orta diktim. wi Mehmet Nurettin