2 Şubat 1936 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 2

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ULUS Bir münakaşa etrafında Yahya Kemal'ın ortaya aruığı ede- * biyana kete dö lesi, firir muünaraşaları fıhrınııı bile unu- tulmaya yuz tutmuş olduğu bir sıra- da, gizli bir sinir noktasına temas e- den bir hekim eli gibi, paralize uzvu biraenbire kunuldanışa sevketti. Ay- Bu mevzuun, aramızda birçokları ta- rafından birçok defalar işlenmesine rağmen, şimdiye kadar sürekli bir haşaya kapı aç ş olması, €ehemiyetli fikir meselelerini vazede- cek otoriteli üstadlara ve böyle üstad- ların da edebiyat âlemiyle ve zihin işleriyle temaslarını büsbütün kesme- melerine ne kdaar ihltiyacımız oldu- ğunu gösterir. b hamların şeklini tenkid ederlerhen ileri sürdükleri gibi, bugünkü türk e- debiyatı memleketten başka bir şey- den bahsediyor değildir. Mevzuun a. gırlık merkezi roman olduğuna göre, yeni romanlarımıza bakalım: Bunlar, bütün şahısları, muhitleri, renkleri ve ifadeleriyle yani her şeyleriyle yerlidirler. Şu halde bizi yışlarının sebebi nedir? Neden mese- lâ büyük rus romancılarından birinin eserini okurken bizi hayran bırakan doyurma- rus ruhunu canlandırış kabiliyetine türk romancılarında rastlamıyoruz. Bunun sebebi, bence, bir yazış meto- de- zihniyette dunda, bir ideolojide, dilenince giştirilebilecek bir yanlış Her nevi fikir mü şal gınların kültüre karşı olan alâka has. saları uzırındc hayırlı bir münebbih ki, olan anın, yi- A AT K tesiri yaptığ son larda en ehemiyetli veya en ganb ve man- tıksız iddia ve nazariyelerin bile, dü- — şünen ve yazanlar muhiti üzerinde, Va denize dü bir damla su ııbı, luç . SA bl’lhll—-ı k &” geç ü KAŞ. - B yoktu. Fi ıku ve ıdebıyat âlemimizdeki hare- — ketsizlik öyle bir raddeye gelmişti ki, kendimizi kulakları sımsıki tıkalı ol- düğü AŞ ileri sürül PS —P ae ar k doğru olmaz. Bir türk romancısı da, eserini vü- cuda getirirken memleketinin ruhu- nu aksettirmek kaygısiyle şüphesiz ki bir Tolstoy kadar duyguludur. E- ger bu işde onun muvaffakıyetini gösteremiyorsa, bu ancak o ayarda bır romancı olmadığını ispat eder. Türk romancısı etrafına bakması- nı bilmiyor veya gözleri olmadığı için görmiyor değildir; yalnız gördükleri- ni teksif etmesini bilmiyor, bir karak- terde bütün bir memleketi canlandır- mak mucizesini gösteremiyor. Bu ise, k bir deha işidir, yoksa bir me- S için biribirlerini iş ve — hep bir ağızdan hedefsiz bir gürültü — halinde konuşan bir kalabalığa ben- zettiğim anlar oldu. Bir hoşnudluğun — ifadesi olan — bu kısa önsözden sonra, yukarda bah- Si geçen münakaşa mevzuu üzerinde birkaç söz söylemek istiyorum. Şimdiye kadar türk , AMT edebiyatının İ B . tod işi değil. Üç Karamazof'unda bütün Rusya- yı veya Rusyanın bütün bir devrini hulâ boli: bilmiş olan Dostoyevski'ye bakarak ve onun meziyetlerini kendisinden — istiyerek türk romancısını itham edemeyiz. Çünkü #ldığımız örnek, dünyanın en yüksek edebiyatlarından birinin en ve Zza- : fından şikâyet etmiş olanların hepsi, edebiyatlı memleketlerin en bü- yük üstadlarına bakarak imrendikle- ri bir kudret ve kabiliyeti bizde de *görmeyi özlerlerken ne kadar haklı ,'* bir dilekte bulunuyorlarsa, bu nokta- — daki zâf teşhisi h da da, İ_ bence, o kadar yaıılış bir yoldan yü- yoı_-l_qr. Bazı arkadaşların da, ede- biyatçılarımıza karşı ileri sürülen it- yüksek deha tepesini teşkil ediyor. Acaba bir bulgar edebiyatında, bir İÇ HABERLER İstatistik rakamları hakkında Dünkü sayımızın ikinci sayfasın- da çıkan arkadaşımız Neşet Atayın, “Türk ömrü” adlı yazısının nihaye- tindeki not dolayısiyle İstatistik u- mum müdürlüğünden bir mektup al- dık. Aynen koyuyoruz: Ka ıncı cilt yıllığın — Dairemizce neşrolunan 6. 927 aid yüzde nisbetleri ihtiva etmediği zik. redilmektedir. Eski yıllıklarda mev- cut olan bu malümat, yıllığın hacmi- sayımına nin mütemadiyen artması hasebiyle bu yıllıktan çıkarılmıştır. Aynı malü- mat sayım neticelerini havi 3 numa- ralı fasikülde mevcuttur. 2. — Nurus yekünlarımda vukuu varid değildir. ek- siklik göçebelerin demografik evsafı hakkında malümat toplanamamış ol- masından ve bu kısım nufusun bu tab- beyan edilen yanlış Hali medeni sütununda görülen lolara dahil edilmemesinden ileri gel- miştir. Yıllıkta bu hususta izahat mevcuttur. 3. — Yaş gruplarmda — görülen fark da matbaa hatası olarak 6 raka- mının 9 olarak dizilmesinden ileri gelmiştir.,, İzmir esnaf ve ahali ban- kasının hisse senetleri İzmir esnaf ve ahali bankası- nın çıkarmış oldulu her biri 10 li- ra itibari kıymette 100.000 hissenin İstanbul borsası kotuna konulma- sını finans bakanlığı karar altına almıştır. yunan, bir sırb ve hattâ bir edebiyatında bu aynı kabiliyete ay- ra kudretle rastlıyabiliyor muyuz? Bu memleketi birkaç yüz sayıfa- nın içine hapsedebilecek bir türk ro- mancısı çıktığı gün bir metodun, bir zihniyetin değil, bir dehanın zaferini ; selamlıyacağız. Onun içindir ki iste- diğimiz edebiyatın vücud bulmasını görmek için onu vücuda getirebile- cek çapta dehaların aramızda yetiş.- ini dil. liyiz. Deh dilemekle en az vücud bulan şey olduğunu da unutmamak şartiyle. , Xaşar NABİ |- ;Bina vergisi âtirazlarını- Belediye meclisi dün toplandı Hava hücümlarına karşı şehrin bir çok yerlerin- de düdükler yapılıyor Belediye vali ve belediye reisi dün saat onda B. Tandoğanın reisliğinde ,toplanmıştır. meclisi Encümenler seçimi yapıldıktan sonra atlıspor ku- lübü suyundan para alınmaması hak- kında reislik müzekkeresi ve bu kulübe yardım olmak üzere bugüne kadar tahakkuk eden su bor- cunnu tahakkuk cedvelinden indiril- mesi ve bundan okunmuş sonra su parasi a- lınmaması karar altına alınmıştır. Yenişehirde bir binanın partiye layı ilyönrkurul başkanlığının teşek- kürü okunarak reislik tarafından. il- yonkurula belediye meclisinin başarı dileklerinin bildirilmesi kararlaştı ve kaymakamlık kadrosundan şimdiden hizmet gösterilmeye başlanan mü- hendis, memur, şoför ve işçinin şeh. rin günden güne büyümesi ve nufu- sun artması noktasından faydalı ve lüzumlu olduğu görülerek bu hareketi tasvib olundu. reisliğin Bundan sonra, belediye büdcesin- de bazı fasıllar arasında münakale yapılmasına dair encümen kararları büdce encümenine havale edildi. Bu münakale teklifleri arasında tayya- re hücumlarına karşı şehrin muhtelif noktalarında düdükler yaptırılması için 1750 liralık tahsisat da mekte idi. istenil- Otobüs mıntakalarına asılacak i- Iânlardan ve otobüslere takılacak i- lân ve reklâmlardan alınacak ücret tarifeleri hakkında daimi encümenin verdiği kararlar tetkik edilmek üze- re tarife enacümenine havale olundu. muayyen bir müddetle tahsisinden do- İstanbul telefon şirketinir aldığı fazla paralar Sağlık ve sosyal yardım bakan- lığı, İstanbul telefon şirketinin a- bunelerinden tahsil ettiği fazla ko- nuşma ücretlerinden resmi daire ve müesseselere ait olanlarınında İstanbul belediyesine terki hak- kında bir kanun projesi hazırla- mıştır. Hukuk talebesinin tetkik gezisi Ankara hukuk fakültesi tale- belerinin tatillerinden faydalanarak Anadolu içinde bir tetkik gezisine çıkacaklarını bir kaç gün önce haber vermiştik. Dün 15 günlük sömestr tatili başlamış- tır. Talebeler bugün başlarında, hukuk-usulü profesörleri B. Hay- rr Şakir olduğu halde, saat onda Kayseriye hareket edeceklerdir. Kafile 30 kişidir. Orada bir iki gün kalacaklar, sonra Adana ve Mersin - çevresini gezeceklerdir. Dönüşte Konya ve Eskişehire de uğrayacaklardır. sömestr Finans tayinleri İstanbul varidat tahakkuk di- rektörü Talat birinci umumi mü- fettişlik mali müşavirliğe, İstan- bul maliye mürakibi Hüsnü üçün- cü umumi müfettişlik malı müşa- virliğine tayin edilmişlerdir. Yeni İstanbul varidat tahakkuk direk- törü tayin edilinceye kadar bu işi muavin Nazım idare edecektir. * son verildi. (Başı I. inci sayfada) yor” manasına gelir. Fakat bu i kelimenin yerlerini değiştire- cek olursak, “hor mon” şekli “Ço- ban nezaret ediyor” manasına ge- — lir. Çünkü bu dilde “mon” ve “hor” heceleri bazan i ısım ve ba- zan da fiil rolü oynar: “mon” hem “çoban”, hem “gütmek” ve “hor” da hem “nezaret etmek”, hem “gözcü, bekçi, çoban” manalarına elir ve bu manalar ancak kelime- n cümle içindeki mevkiinden nlaşılır. Çincede de aynen böy- ir: Meselâ bu dilde (ta) şekli ı zamanda hem “büyük”, hem “buyıikhık", — hem ,“buyumek’ de “büyük nisbette” manala- ma gelir. Bu manaları tayin eden yegâhe âmil, kelimenin cümle indeki vaziyetinden ibarettir (2 |. — (Hovelacgue) bu hali menşe “devrinin umumi bir vasfı şeklinde göstermiştir. Bu müellif ilk kökün matikal mahiyetini şöyle anla- r B1 “İl demure invariable, toujours möme, et c'est uniguement la ition gu'il occupe gui determi- sa ualeur, sa gualit€ de sujet de rögime, d'epithöte ou de su bstantif, de verbe ou de nom, et nsi de süite”. Cümle içinde kelimelerin biri- yle olan münasebetlerini tayin n muahhar edatlar o devirde enüz teşekkül etmiş olmadığın- an, bu noksanı telâfi için tek bir re vardı: cümle teşkilinde her onosillâbın yerini kat'i şekilde n etmek. Bu vaziyetin neticesi ak, “gramer” den evvel ( Syn- e) teşekkül etmiş demektir. O- yun için (Hovelacgue)ı monosillâ- dillerin grameri (Syntaxe)- — (2) Z. Benloew, “Langage pri- | mitif”, 1863 Paris basması, s. 9, 16 ve 21. — |21 La İinguistigue, s. 42. nn GK “Ulus,,un Dil Yazıları dan başka bir şey olmıyacağını tes- bit etmiştir (4). Bu vaziyet Avrupa dilleri ara- sında yapılan mukayeselerle de tavzih edilmiştir. Meselâ lâtince gibi isim halleri muntazam bir dille fransızca gibi bu mekaniz- mayı kaybetmiş bir dil arasında görülen fark, meseleyi derhal ten- vir edebilir: Lâtince “Petrus Pau- lum caedit — Piyer Pol'ü döğü- yor” gibi bir cümle “Paulum Pet- rus caedit” şekline sokulmakla da hep aynı manayı ifade eder. Çün- kü isimlerin sonlarına gelen “us” ve'um” ekleri bu isimlerin gra- matikal rollerini tayin etmekte ol- -duğundan, kelime sırasının ehem- ,miyeti yoktur. Halbuki fransızca- da bu ekler mevcut olmadığından, aynı manaya gelen “Pierre frap- pe Paul” cümlesinde isimlerin yer- lerini değiştirecek olursak, derhal aksi mana anlaşılır yani vuranın (Paul) ve vurulanın da (Pierre) olduğu anlatılmış olur (5). Onun içni lâtinceye nisbetle fransızcada kelime sırası, “Güneş - dil” kanu- nunun aydınlattığı menşe devrin- de olduğu gibi, gramerin en mü- him esaslarından biri demektir. İşte bundan dolayı (Ferdinand de Saussure) mevcut dilleri iki kısma ayırmıştır: Bu âlime göre lâtince gibi kelimelerinin rolleri muayyen bir tasrif mekanizmasiy- le tesbi edilmiş olan diller “Gra- mmatical” ve çince gibi böyle bir mekanizma yokluğunu kelimele- rin cümle içindeki tertip sırasiyle telâfi eden diller de “Lexicologi- gue” vasfını alır (6). Diğer dilci- ler de buna mukabil “Tertipli” ve 14) La linguistigue, s. 42. 151 Meillet, “Langue latine”, s. 145.; Vendryes, “Le langage”, s 93. (6) Linguistigue generale, s. 183. Tertipsiz” isimlerini kullanmak- tadır (7). “Güneş - Dil” tatbikatı bize menşe devrinde dilin tamamiyle “Lexicologigue” olduğunu göster- miştir. Onun için bu devirde müs- takbel gramer esaslarının ancak pek umumi ve rüşeymi bir takım ana hatları bulunabilir. Bu ana hatları şöyle tesbit edebiliriz: 2. — Kelimelerde (müzekker ve müennes gibi) cinsiyet kategori- leri yoktur; 3. — Müfret, cemi ve tesniye gi- bi kemiyet şekilleri henüz teşek- kül etmemiştir; (Zaten lisaniyat âlimleri bunla- rın muahhar teşekküller olduğun- da müttefiktir. Onun için eski dil- lerde ve meselâ Sümercede kemi- yet gayet iptidat bir şekildedir|; * 4. — Fül tasrif edilmez; hattâ mastarla isim bile biribirinden ay- rılmamıştır; onun için sıygalar ve zamanlar yoktür; 5. — Cümle içinde kelimelerin biribileriyle olan alâkalarını tayin eden morfemler, isim halleri, e- datlar, âtıfeler ... v. s. henüz te- şekkül etmemiştir: yukarda gör- düğümüz gibi bu noksanı tertip sırası elâfi etmiştir; 6. — Prefiks ve enfiks yoktur; 7. — Cümle şöyle bir tertibe tâ- bidir: (Kök 4 ek 4 ek — ek...) ; bununla beraber bazan aynı bir cümle içinde birinci kökün mana- sını tamamlıyan ikinci bir kök de bulunabilir: fakat bu ikinci kö- kün de ekleri bulunduğundan, böyle vaziyetlerde yukarıki for- mül aynı bir cümle içinde iki de- fa tekerrür etmiş olur; yalnız her iki takdirde de eklerin sayısi mu- ayyen değildir: onun için ek sayı- sı, ifade edilecek mananın uzun- luk ve kısalığına tâbidir; 8. — Kök daima baştadır. ve İ7) Vendryes, “Le langage”, s 167. cümle içinde iptidai bir isim ve fail vaziyetindedir; 9. — Bu fail - kök'e iltihak eden ekler de, yukarda gördüğümüz gibi, esasen kök olmak itibariyle, cümle içinde muhtelif roller oy- namaktadır: kimisi fiil, kimisi sı- fat, kimisi zarf ve kimisi de edat mahiyetindedir; fakat hep birden baştaki kökün manasını tamamla- mak ve ona tâbi olmak itibariyle bütün bu muhtelif rollerine rağ- men hepsi de “ek” demektir; 10, — Bu vaziyete göre “Güneş- Dil” kanunu pregramatikal cümle- de isim ve fail rolünü köklerde ve fiil, sıfat, zarf vesaire rollerini de eklerde tesbi etmiş demektir. Bü vaziyet, klâsik lisaniyat bakımın- dan bile doğrudur. Çünkü menşe devrınde kökle ek arasında - hiç bir: fark olmadığını klasıkçıler de teyit etmektedir. Onun için - “Gü: neş - Dil” tatbikatının meydana çıkardığı “Kök - ek” lerden her- hangi birinin âaynı zamanda “fiil”,. v. s. rolü oynamasına klâsik zihni- yet itibariyle de itiraz imkânı yok- tur. Meselâ yukarda bahsettiiğmiz (Ulus) kelimesini teşkil eden “uğ & ul - uğ 4 us” hecelerinin temsil ettiği “Çokluk — yayılma —- sahip 4 saha” — mefhumların- dan “Yayılma” fikrini ifade eden “Ul” eki, rol itibariyle herhalde bir “fiil” vaziyetindedir fakat bu fiil, baştaki faile, yani “Uğ” kö- kune nisbetle aynı zamanda “ek”- tir. (Hovelacgue) bu vaziyeti şu cümlesiyle pek güzel tasvir etmiş- tir (8): “La langue, dans cette premiğre &tape, n'est formee gue ölöments dont le sens est €eminemment ge- nöral”, “Güneş - Dil” kanununun tatbi- ki faidelerinden biri de, işte bu ilk devrin klâsik gramere esas ©- lan hususiyetlerini meydana çı- (8) La linguistigue, s. 39... v. s. karmak olmuştur. Ahenk Kanununun Menşei Pregramatikal devrin bu husu- siyetleri, biribirinden ayrı hece- lerden mürekkep (Syntagme) lar gittikçe tek kelime haline gelir- ken, çok mühim bir fonetik hâdi- sesinin zuhuruna da sebeb olmuş- tur. Bu hâdise, “Ahenk kanunu”- nun zuhurudur. Bunu tavzih için (Göz) kelimesinin “Güneş - Dil” kanununa göre ayrıldığı “öğ - ög — öz” hecelerini misal olarak ele alalım: Bu üç hecede hep ay- nı (ö) vokali tekerrür etmektedir. Eğer bir an için bunun böyle ol- madığını, yani her hecede başka bir. vokal bulunduğunu tasavvür edecek olursak, o zaman bu üç he- ce ârasındaki fonetik birliği bir- denbire bozulmuş otur. Bu suret- le aralarındaki rabıtâ - kırılınca, bunların her biri müstakil bir kök vaziyetine düşer ve üçünün müşte- - Yek manası artık anlaşılamaz. O- nun için “Ahenk kanunu” biribi- rinden ayrı kökleri esas itibariyle birleştirip hepsinin müşterek bir manası olduğunu göstermek ihti- yacından doğmuş demektir. Za- ten monosillâbik devirlerde biri- birinden ayrı heceler arasındaki münasebetin tayininde muhtelif fonetik esaslarının da âmil oldu- gu klâsik dilciler tarafından geçen. asırdanberi tesbit edilmiş bir na- kikattir (9). — Bu vaziyete göre, pregramati- kal dil devrinin sentaksında ipti- dat cümlelerle (Syntagme) lar gi- bi mana cüz'ü tamlarını biribirin- den âyırt eden iki esas var demek- tir:” tertip sırası ve ses ahengi... “Güneş - Dil” kanunu bütün bu esasları meydana çıkarmakla dil bilgisinde menşe devirlerine doğ- ru büyük bir yol açmış demektir. İsmail Hâmi DANİŞMENT l B (9) Hovelacgue, tigue”, s. 42. linguis- ı den istinaf komisyonuna meclis adı- na bir aza seçildikten sonra per, bej gun.ı saat 17 de topl. Üüze-

Bu sayıdan diğer sayfalar: