20 Temmuz 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Z0 - 7 - 939 ,.,,.mmtll”n ıııııuı!m., * aattt MNDN Yörük Ali Efenin Muvaffakıyeti Efeyi Çetesi İle Teslim Almaya Giden Köprü Muhafız Kıtası, Bir Anda Darmadağın Olmuştu B u gibi, işlerde becerikliliğini gördüğü ve bildiği Nazilli papazını hemen, Yörük Ali ile te- masa memur etti. Uapaz bhir kaç gün sonra, beklediği cevabı aldı. Bir çocuk sevincile, cübbesinin e- teklerini topladı, kumandanın o- dasına daldı ve: « — Müjde, diye bağırdı. Yörük Ali Efe bütün kızanları ile birlik- te, bir kaç gün sonra, Malkoç de- resi üzerindeki büyük şimendifer köprüsü başında bulunan işgal kı- tasına teslim olacak. İnanmamak için sebep yoktu. Papaz Efendinin bu gibi işlerdeki ehliyeti, teşebbüslerdeki muvaffa- kıyeti yapılan tecrübelerle bilini- yordu. Hemen, Köprü başında bu- lunan kıtanın kumandanına mu- vaffakıyet müjdelendi ve icap &- den emirler verildi. gün 1335 yılı Haziranının on altısı idi, papaz, efeyi karşılamak, ağırlamak İçin ku. mandanın yaveri ile beraber Sul- tan Hisarına kadar gelmişti. Se- vinç içinde yolları gözlüyor, ken- disine çok büyük bir şeref kazan- dıracak olan muvaffakıyet anını sabırsızlıkla özlüyordu. Bu sırada, Yörük Ali Efe de, isimlerini bildi- ğiniz üç zabit arkadaşı ve kırk ka- dar kızanı ile, Sultan Hisarın bir kilometre kadar şarkında bulunan Malkoç deresi üzerindeki simendi- fer köprüsüne doğru ilerliyordu. Efenin o gün dehalet edeceğinden haberi olan köprü başındaki kıta. nm zabiti, çetenin köprüye doğru ilerleyinişi,şUzaktan. seyrediyordu. Hattâ istikbal için hazırlık emrini vermiş ve Efenin vürudünü bile Sultan Hisarına müjdelemiş bulu- nuyordu. - par < Biraz sonra, en önde efe olduğu halde çete, köprü başını bulmuş ve ©& anda Kızılca kıyamet te kopmuş- tu. Çünkü, Teslim olmıya gelen efe ve arkadaşları ansızın silâha sarılmış, köprü muhafız kıtasının üzerine saldırmıştı. Koca bir kıta bir an içinde olduğu gibi yok edil- mişti. Kahramanlarımız, ilk rast. ladıkları bu kıtayı imha ile meşgul iken mülâzim Zekâi Bey de şimen- difer köprüsünü dinamitle havaya uçurmuştu. ultan Hisârında dört gözle e- feyi bekliyenler, ansızın patlıyan silâh ve bombalar karşı- sında telâşlanmışlar ve ayaklan. mışlardı. Fakat, köprü başındaki bölüğün imdadına koşmak veya kendilerini müdafaa etmek şöyle dursun, Sultan Hisarından kaçmı- 'ya bile vakit ve imkân bulamamış- lardı. Çünkü, efe ve arkadaşları, buldukları vasıtalarla hemen Men deres nehrini geçmişler, bir yıldı- rım hızı ve şiddeti ile Sultan Hi- sarına da yetişmişlerdi. Oradaki kuvveti de perişan etmişlerdi. Ka- çıp canlarını kurtarabilen bir kaç kişi müstesna olmak üzere müfre- zenin efrat ve zabitlerini papaz ve yaver de dahil olduğu halde kğ— râilen yatağandan geçirmişlerdi. Sonra da, buldukları silâh ve ha- fif makinelileri, cephaneyi, hattâ ölüler arasında yatan yaverin Sır- ma'ı kordonlu elbisesini ve diğer buldukları askeri malzeme ve €eŞ- yayı topliyarak geri dönmüşlerdj. Mülâzim Zekâi Bey ayni gün Atça le Malkoç arasında bulunan diğer sir şimendifer köprüsünü ve mü- âzim Mithat Efendi de bir kaç gö- iüllü kahraman ile birlikte, Aydı- »n garbında, Karapmnar civarında vüyük bir köprüyü dinamitle at- mış'ar ve hu - süretle, o cephedeki milli mücadelenin ilk zaferlerini kazanmışlardı.q Pantikyan maskesini nasıl kal- dırdı?.. 335 yılı Haziranının on be. şinci Pazar günü sabahı idi. Taksim bahçesinin deniz görülen tarafında, mükellef bir kahvaltı masasında Pantikyan ile Ihsan Bey bir saattenberi karşılıklı otu- ruyorlardı. Fakat, ne yiyor ve ne de içiyorlardı. Tavırlarından belli ki çok ciddi bir şx7 görüşüyorlar- dı. Ihsan Beyin, arasıra not defte- rine bir şeyler yazdığı bilhassa gö- ze çarpıyordu. Damat Paşa, Paris konferansına gideceği sırada, Pantikyanın men- sup olduğu teşkilât ile Vahdettin arasında kendi vasıtasiyle cereyan eden mahrem muhabere ve müna- sebetlerin teminine Ihsan Beyi memur etmiş ve keyfiyeti ayrıca Pantikyan Efendiye de bildirmişti. Damat Ferit, ötedenberi yaptıği bu temasları kabine ve saray erkâ- nından ve hattâ Vahdettinin Re- fik ve eki gibi en yakın bendegâ- nından bile gizli tutuyordu. İhsan Bey de, aldığı direktif mucibince, bu mahremiyste son derecede iti- na ediyor, gün aşırı birleşmekte olduğu Pantikyan Efendiden aldı- ğı gizli malümat ve haberleri, Da- mat Feridin zevcesi Medihe Sul- tan vasıtasiyle Vahdettine arzedi- yordu. Tabii, ayni şeyleri miralay Esat Beye bildirmeyi de ihmal et-* miyordu. Işe o sabah ta, Pantikyanın bir gün evvel gösterdiği arzu üzerine, Taksim bahçesinde birleşmişlerdi. Pantikyan, mensup olduğu teşki. lâtın konferansı hakkında Paris- ten telsizle aldığı malümatı dikte ettirdikten sonra, bakışları çok te- sirli olan gözlerini Ihsan Beye dik- ti. Ve: : — Buğgünkü haberlerim. Dedi. Padişah Hazretlerini düşündüre- cek ve bazı yeni kararlar vermiye mecbur edecek ehemmiyet ve ma- hiyettedir, değil mi Beyefendi”.. hsan Bey, bu sualde hiç te gayritabiilik bulmadı, fikir- lerini söylemekte beis görmedi. Ve: — Bilhassa, Müösyö Pantikyan. Dedi., Sadrazam Paşanın refaka- tinde bulunan zatlarla ve hele Tev fik Paşa Hazretleri ile istişare et- meksizin kendi kendine siyasi te- şebbüslere girişmesi, hakikaten hiç te muvafık değil. Bu hareketi, hiç şüphesiz ki, Padişah Hazretleri tecviz buyurmıyacak ve belki de Ferit Paşayı tekdir edecektir. — Ya, Klemansoya verdiği no- tayı, mahalli hükümeti tarafından refakatine tayin edilen irtibat za- bitine tashih ettirmesine ne buyu- racak acaba?.. Damat Paşa, bu ha reketinin bizimkiler tarafından du- yulacağını ve bilhassa uyandıraca- Bi fena tesiri, hiç düşünmemiş. Söz aramızda monşer. Paşanız pek kaz beyinli imiş meğer. Vaziyeti idrak ve fırsatı takdir edemedi. Sulh konferansına davet olunmaklığınız, İtilâf devletlerinin hakkınızda pek şiddetli kararlar it tihaz etmediğine ve etmiyeceğine kuvvetli bir delil idi. Ne yazık ki, bundan istifade edemiyeceksiniz. İhsan Bey, muhatabının itira/z ve hükmünü kalben kabul ve tas- dik etmekle beraber, bu acı sözle- rin bir yabancı tarafından söylen- mesine müteessir olmuştu. Kız- miş ve fakat kızginlığını ancak kı- zarmak ile izhar edebilmişti. Mu- kabeleden çekinmişti. Pantikyan, bu mevzu üzerinde Damat Feridin hareketlerini biraz daha tenkit ve mrahaze ettikten sonra, mânalı bir tebessümle: — Bunları. Dedi. Ne vakit arze- ceceksiniz Hünkâra?.. — Akşama., — Hayır, akşama bırakmayınız bugün. Çünkü, vaziyet aleyhinize- dir. 4 Ihsan Bey, bu müdahale ve teh- didi de yersiz bulmuştur. Sert bir tavırla: — Vaziyetin aleyhimize ve isti. cale lüzum olduğunu ihtara, zan- nederim, lüzum yoktur, Mösyö Pantikyan. Dedi. Milletin bir ferdi olmak haysiyetiyle maslahattaki e- hemmiyeti, sizden daha fazla tak- dir ile hareketimi bizzat tayin ede. bilirim. Pantikyan, müteessir ve biraz da telâşlı bir eda ile: — Sözümü yanlış anladınız, İh- san Bey. Dedi. Bahsettiğim tehlike nin şahsınıza ait olduğunu ima et- mek istemiştim. Çünkü, Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey.. Ihsan Bey, muhatabının sözünü kesti. Ve hayretli, telâşlı bir ta. vırla: — Tehlike, Dedi. Şahsıma mı ait dediniz?.. — Ne sandınız ya, Ali Kemal Bey, bir haftadanberi sizi takip et- tiriyor. Benden ayrıldıktan sonra, nerelere gittiğinizi ve kimlerle te- mas ettiğinizi tamamiyle öğren- miş. Dün, bizde idi. Hakkınızda e. dindiği malümatı ve şüphelerini olduğu gibi anlattı bana, |Devamı var) TAN Tefrika No. 116 ” HİKÂYE 3333 LLDK birader, hem kapılanmak, hem maaş almak, hem ça- lışmamak, hem de can sıkıntısın. dan patlamamak istiyorsan, gel de bu apartımanların birisinde kapıcı ol. — Senin kırk yıldanberi kapıcı ol- duğuna bakılırsa, pek te fena bir iş olmıyacak. — Hiç te fena değil. Tiyatroda bir oyun oynanır, ben buradaki yir« mi apartımanda gece gündüz oy- nanan yirmi oyunun seyircisiyim, hem de para veren seyircilerden değil, para alan seyircilerden. Ge- çenlerde tiyatroda “Ah şu ka. dınlar!,, Diye bir şeyler oynama. mışlar mıydı? Sana yeminle söy. liyeyim ki, buradaki ondan hiç olmazsa on misli daha güzeldi. — Nasıl olur yahu? — Bak sana anlatıvereyim. Be. şinci katta oturuyorlardı. O dört köşeli cadaloz — kadınlar olur a, hah, tam onlardan biri, — gözleri kırmızı biber gibi yanar, ve kır. muzı biber gibi yakardı. Sesi tâ buralardan duyulurdu. Dişlerim kamaşırdı. Vallah şama- tası artık canıma tak etmişti. Ku- laklarıma pamuk tıkıyordum. — E sözü uzatma! Ne oldu! — Her şeyden şikâyet ediyor. du. Komşularından da, aşağıdaki, yukarıdaki kiracılardan da. O kiracılar hakkında söyledik. lerini, kiracılara söyleseydim, ca« PATATES BAYRAMI... İspanyada — karpuz — bayramı, Fransada üzüm bayramı yapıldı. ğını İngilizler, galiba, kıskanmış- lar, onlar da bu yıl patates bayra- mı yapmıya karar vermişler. Bu- nu haber veren gazetenin rivaye- tine göre, patates bayramında se- kiz tane, cana yakın İngiliz kızı otuz İngiliz şehrini dolaşacaklar, oralarda patates şarkıları söyliye- cekler, patates dansları oynıyacak- larmış. ması, hattâ bir çok memleketler. de ekmeğin ayağını kaydırarak ©- nün yerini tutması, patatesin de- ğerini gösterir. Patatesin bir çok yerlerde ek- meğin yerini tutması, , şüphesiz, ekmek kadar beslediğinden değil- dir. Patatesin suyu yüzde 74 ol. duğu halde, ekmekte ancak yüz. de 36 nisbetinde su bulunduğun. dan, ekmekte besliyecek madde- Patates yamrıyumru vakit bile yuvarlacık bir sebze ol. duğundan onun için bay propaganda yapacak olan kızların da, yuvarlacık olacakları hatıra gelirse de, İngiliz kızları yuvarla- cık olmaktan, başka memleketler. deki kızlardan daha ziyade çekin. diklerinden patates prop d larının İngiliz tipinde ince, uzun. ca kızlar olması daha münasip gö- rülmüş, hem de bu kızların yuvar- lacık olmamaları patatesin insanı Ş İstmkdiyma, bir' slâmet'sar D şarkı. sı söyliyecek ve patates dansı 0y- nıyacak kızların kendileri, pata - tese benzemeseler de, patatesi az çok temsil etmeleri de lüzumlu ol- duğundan, bu kızlar başlarına — kabak gibi — kocaman bir pa- tates geçireceklermiş.... Bu şekilde, patatese propagan- da yapmanın ne derecede zarif 0- lacağı hakkında, İngiliz kızlarını g den bir şey denil de, İs öi Peeri yı . p lere daha çok yer kalır. Ondan lmadığı — dolayı ekmekt lbümin nisbeti yüzde 7, seker olacak maddelerin d isbeti 55 olduğu halde patatest birinciden ancak yüzde 2,5, ikin- cilerden yüzde 22 bulunur. Neti. cede ekmek ayni miktarda pata«. tese nisbetle iki buçuk defa ziya- de besler... Böyle olduğu halde patates, bir çok yerlerde niçin ekmekten ziya- de rağbet görür? Galiba alçak gö- nüllü olmasından. Ekmeği vere - Eek olan buğday, her toprağı be- ğenmediği halde, patates *her top- ""ımlı küllükte bile yetişir. Onun için kendi topraklarında kehdile. rine yetişecek kadar buğday ye. tiştirmiyen — memleketler, başka yerlerden alacak kadar zengin ol. salar bile, kolayca yetiştirdikleri patatesi ekmeğe tercih ederler. Si Ekmek yerine patates yiyenler lmezlerse de, patatesin fence ek- meğe mühim bir üstünlüğü var. ılıı-.J Plşınek. kınlı ve vücudün sulu İngilizlere patates bayramı ve pa- tates propagandası yaptıklarından dolayı, hak vermemek kabil değil- dir. Bir kere, üzümü kıt, karpuzu da, galiba, hiç olmıyan bir mem- lekette adına bayram yapmak i- çin patatesten başka lezzetli pek çok şey bulunmasa gerektir.. Son- ra da bu zamanda patales bayra- mı yapmak dünya barışı hesabına ince bir fikir gibi görünür. Al- manlar da patatesi, İngilizler gibi Şo!ı seı_ıerler. Onlar da İngilizlere zi psini yüzde 7,5 erecede ekşi yapar. Halbuki pa- ftates, onun aksine yüzde 7,84 de- recede alkalenlik verir. Bundan dolayı ekmek yerine patates ye. yince, insan ayni zamanda sebze yahut meyva da yemis gibi olur. Şeker hastalığına tutulanlar için, vücutta ekşiliğin fazla olmaması pek lüzumlu olduğundan, onlara şk_mek dokunduğu halde, patates iyi gelir, Bir de vitamin — bakımından: Buğday, hele tohumu, türlü türlü , patatı bayram yap yı akıl ederlerse, patates bayra - mı şerefine birbirleriyle candan barışırlar da, âlem de, olacak mi, olmıyacak mı düşüncesinden kur- tulur., Zaten, bu mütaleaların hiç biri varit olmasa bile patates, adına bayram yapılması haklı olacak ka- dar değerli bir gıdadır. Eski dün« yada — tanındığındanberi, ancak dört yüz yıl geçtiği halde, binler- ce yıllık ekmek kadar meşhur ol v pek olduğu halde, ekmekte ancak B; vitamininden 100 ölçü kadar ka. hr. Buna karşılık patatesin vita - minleri daha az olmakla beraber, k_üldo pişirildiği vakit, vitaminle. rinin h hepsini haf e der. Kabuğiyle birlikte suda pisin- ce. gene öyle, Yağda kızartıldığı vakit bile C vitaminlerinden pek az kaybeder. Bu vitamin de, diş- lerin ve kemiklerin sağlamlığı i- çin âdeta bir devadır. öreitiğ Amma da Karı ha! Yazan: Florence Kilpatrick - Çeviren: Cevat Şakir ©©CCCCOOOCECECCU e DDDDLGSO ©O©OCECOCEE CE daloz da — her gün mahkemeyı boylardı. Söyliyecektim ama söy- lemedim, çünkü onunla beraber, ben de her gün mahkemeyi boy- lıyacaktım. Gelir, gider, sütünü dokuz numaradaki kiracının çal- dığını, sekiz numarada şarkı dersi veren kadının bir kaltak olduğu. nu, kapı komşusu apartımandaki karı ve kocanın nikâh kâğıtları olmadığını, söylerdi. Bu kadar yalanı nereden bulup uydururdu, bilmem. Önüne geleni sokardı. Bağrı akrep doluydu. Neyse, yine dudak büzüyorsun lâfı uzattık galiba, bu otuz sene. denberi çenem gevşedi gibi. Ha! Neredeydik, cadaloz karıda de. ğil mi? Günün birinde kocasiyle beraber sokaktan geldilerdi. Ka. dın iriyarıydı. Herif ise, pısırık mıymıntının biriydi. Önde Câlüt ve arkada Davut girermiş gibı gir. diler biydi. Vallah karının böylesiyle evle. nen o herife şaşardım. İnsan o- nunla evlenmek değil, o göktey. se yerdibine, o yerdeyse deniz di. bine kaçardı. Fakat ne de olsa karılar öylesi, işkence ede ede canını çıkartacak budalanın biri. sini bulurlar. Ne bileyim? Belki herif vaktiyle kılıbık değildi de dibine kadar erkekti. Fakat o ka. dının eline geçtikte:n sonra, mut- laka kadın, herifi çamaşır sıkar. mış gibi burkup burkup, canını, suyunu akıtmıştı. Ha ne diyor. dum, O duba gibi kadın önde, ka. dının teferrüatı imiş gibi koca ar. kada, cümle kapısından girerler. ken herifin şapkasını aşan paket kümesinden bir paket düsüp açıl. masın mı? Kâğıdın içinde bir de gevrek varmış, gevrek dört yerinden kı- rıldı. Herifin korkudan aklı çika. caktı. Kadının yüzü ateşlerle har. ladı. Herife döndü: — Nah sana, beceriksiz ahmak. Diye bağırdı. Herif: — Hemen koşup, bir gevrek da. ha alayım, dedi. Kadın çenesini fare kapanı gi- bi kapata kapata: “— Hayır! Gidemezsin! Sana iş buyurmak mı? Hafazanallah, beceremez, yüzüne gözüne bulaş. tırırsın, diye haykırdı. ! Tâ yukarıki kata çıkıncıya ka.- dar, kadının köpek gibi havladığı. nı duydum. Sonra apartımanları. nın kapısı bir kapandı, apartıman kökünden yıkılacak sandım. Doğrusu canım sıkıldı. Biz, er. kek kısmısının birinin bu hale konmasina isyan ediyordum. Uta- nıyordum yahu. Yartm saat mi geçti, diyeyim, bir saat mi geçti diyeyim. Geçmiş gün, iyice hatır- lıyamıyorum: Herif telâşlı telâşlı indi ve ba. na geldi. Herifte bet, beniz kal. mamıştı. Soluğu soluğuna bana: « —— Aman Tom, yukarı gelsene! Aman bir felâket oldu, dedi. Ne. fesi bayağı kesildi duvara dayan. dı. Alnını sildi. Ben: — Aman ne oldu? Kendinizi böyle kedere birakıvermeyin, ne var? Dedim, o: 1 Kadının suratı pancar gi- — Ah karımı öldürdüm! Dedi. Doğrusu hayret ettim. Öyle bir haltı bu erkek heriften beklemez. dim. —Haketmesine kadın haket. mişti ama, herifin adliyece başı belâya uğrıyacağını anladım. A- cıdım doğrusu, ona: “— Sizinle beraber çıkalım, dedim. Asansörde de: “— Size elimden geldiği kadar yardım edeceğim! Ne derseniz ha öyleydi diye sizi takviye ederim. dedim. O, ağlar bir sesle «—. Duvara bir resim çerçevesi asıyordum. Merdivene çıkmıştım. Ayağımı tepedeki basamağa ba - sarken, kayar gibi oldu. Çekiç e. limden fırladı. Karımın kafasına çarptı. O da cansız olarak yere düştü, dedi. Ben, ona: “—- Eğer adliyeye anlatacağımz martaval buysa, aman bu masala çam sakızı gibi yapışın. Sakın po. His sorarken kekeleyim demeyin: Ben tıpkı anlattığınız gibı oldu, diyerek size şahitlik ederim. Size büyük geçmiş olsunlar olsun, de- dim. . Vay sen misin böyle diyen, he. rif lodos havasına kalmış kardan adammış gibi göz yaş'arı içinde eridi: — Hayır! Hayır! Yalan değil, diye cıyak cıyak öttü. Kapı önüne gelince durakladı. İçeriye dalmayı gözü yemedi. Ga.- liba sunturlu yılanın ölüsünden bile ödü kopuyordu. Ben anahtar. ları elinden aldım. Kapıyı açtım. — Siz hele burada biraz bek- leyin, ben girip bir göreyim, de- dim. yukarıya çeri girdim. Kalay yere se. riliydi. Fakat ölü mölü de. gildi, Kocası hakikaten doğru Ssöy. lemişti. Kafasına ağırca bir dar. be yemiş ve yalnız nakaut olmuş. tu. Mendilimle yüzünü yelledim, gözlerini açtı: — Kocam nerede? Beni bıra. kıp kaçtı mı? Dedi. Ben de dik. dik: “ — Kaçaydı, vallahi kabahat 0- onun demezdim, dedim. — Evet hakettim. Müstahak. kımı buldum, dedi. Sesinde o ka. sıp kavurucu meydan okuyuculu. ğundan eser kalmamıştı. Kadının da, tıpkı ilkönce benim sandığım gibi başına bir çekiç in. dirildiğine inandığını gördüm. He. rife dırdır ederken, herifin illâllâh diye keseri başına patlatmış 0- lacağını sanıyordu. Hemen dış odada bekliyen ko. casına vardım. Meseleyi anlattım. Sakın ha, kaza maza dememesini, tenbih ettim. O önde, ben arkada içeri girdik. Kadın herifi görün- ce, tiyatrodaki bir aktris gibi: — Ah kocacığım, beni affeyle! Diye bir feryat saldı. Ben, herifin bir falso yapmasın- dan korktum. — Yavaşça arkasını yumrukladım. Herif zincir kemi. ğini doğrulttu. Kollarını açtı. He« rifin oyunu becereceğine aklım er. di, Artık odada duramazdım, ma- lüm a. Karı koca o vaziyetteyken yabancıların o yerde yeri yoktur. 5 ll gÖÜ ı a AM

Bu sayıdan diğer sayfalar: