Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
SŞ ( MAYS SI Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No, 54 Şarap İçme Yasağı Sipahilerin Müsellâh Bir Nümayişine Sebep Oldu, Subaşı da Etraflı Bir Dayak Yedi | Gevher Mülük Sultan, küçük bir mescit içi kadar büyük olan odayı işte bu korkunç vaziyette dolaştı, yanağı okşanan kızın kar- şısında dikildi: — Erimin, dedi, eli yumuşak mı, yanağında gül bitti mi? Söyle melün! Ve kızın ağız açmasına meydan vermeden silâhini zavallının kal- bine soktu. alk, Piyalenin bu hâdiseden iki üç yıl sonra ölmesini, yanağına el uzattığı kızın kanlar içinde yere yuvarlanıp can verme- sini bir türlü — unutamamasına hamlettiği gibi, Hançerli Sultanın — kocası öldükten sonra — Hacı olmayı kurarak Mekkeye kadar gidip gelişini de, bu cinayetin gü- nahını Allaha bağışlatmak istedi- ğine atfetmişti. Fakat kıskanç Sul- tanın, o tehevvür sırasında koca- sını da niçin öldürmediğini düşü- nenler azdı, Herkes bir kadının br erkeğe silâh çekemiyeceğine zahip olarak Piyale paşanın ölüm- den kurtuluşunu tabit görüyordu. Halbuki Gevher Mülük, müces- semi hiddet kesilmesine rağmen, kocasına kıymanın kendi hayatına kıymak demek olduğunu, Piyale- den sonra o ayarda bir koca bula- mıyacağını düşünmekten geri kal- mamış ve hattâ halayığı öldürür öldürmez, kocasının kucağına atı- larak- “Ah zalim herif..Beni sew, yecanını hoşnut etmeğe çalışırlar- dı, Fakat kendinin başından geçen bir vaka, masal sevgisini de unut- turacak derecede onu endişeye dü- şürdü, günlerce elemlendirdi: Bir gün o, kayıkla Haliçten geçiyor- du. Kürekçiler kıyıdan uzaklaş- mıyacak bir surette kayığı yürüt- tükleri için sahile sıralanan kah- vehaneler, ayrancı dükkânları, meyhaneler — içerlerine kadar — görülebiliyordu. İşte bu sırada bir rum meyh inin Öönünden de geçildi. Orası yeniçerilerin küme küme gelerek keyif çattıkları yer- lerden biriydi ve saltanat kayığı- nın geçişi esnasında da bir kaç manga yeniçeri içeride kadeh to- kuşturuyorlardı. Onların kafaları hayli tütsülüy- dü, ayranlıkları da kabarmış ol- duğundan yere, göğe bir pul ver- mekten müstağni bir durumda bu- hunuyorlar demekti. Fakat gözleri açık, iradeleri uyanıktı. Bu sebep- le hep birden padişahı görmüşler, neşelenmişler ve onu — meyhane âlemine yakışir şekilde — selâm- lamak hevesine kapılıvermişlerdi. İçlerinden biri, bu hevesi açığa vurunca, öbürleri bir ağızdan hay hay, dediler, birer dolu kadeh ya- kalıyarak dışarı fırladılar, koşa koşa kıyıya geldiler ve kadehleri kayığa doğru uzatıp bağırdılar: — Sıhhatine, senin sıhhatine i- çiyoruz! aatardırdın; ateşledin, Hihayet ka- Ail ettin,, Diye bağırarak ondan nuvaziş aramağa koyulmuştu. Murat bu gibi hâdiselerden zevk alıyordu. Çünkü, evelce de işaret ettik. Onda masal sevgisi hemen hemen kadın ve şarap sevgisi ka- dar kuvvetliydi. Böyle nadir vu- kua gelir hâdiseler duyunca âde- ta heyecanlanır ve muhtelif kim- seleri, o hâdiseleri incelemeğe me- mür ederek, sonunda her birini ayrı ayrı dinlemek suretiyle he- S ultan Murat, bu nâraları pa- dişahlık gürurüuna savrul- muş birer balgam saydı, saraya gelir gelmez, bir hattı şerif kale- me alarak müslümanların şarap içmelerini, meyhanelere gitmeleri- ni yasak etti. Fakat üç gün geç- meden Üüç yüz sipahi tarafından bu irade aleyhine müsellâh bir nümayiş yapıldı, yasağın kaldırıl- ması lüzumu hissettirildi. Payi- tahtın subaşısı sipahilere gözdağı vermek istemişti. Onu — kardeş- çe görüşüp anlaşmak bahanesile — aralarına aldılar, kemikleri kırı- lıncıya kadar patakladıktan son- ra: “Haydi git, hünkâra selâm söyle,, Deyip bıraktılar. Sokullu, asker arasında sevile- geldiğine güvenerek, sipahilere nesihat vermek - ve , kendilerini hanlarına yollamak teşebbüsünde bulundu. Fakat padişah tarafından muhtelif suretlerle haysiyeti kırı- lan vezirin artık asker yanında da nüfuzu kalmamıştı. O sebeple is- tihza olunarak karşılandı ve ağız açmasına meydan — verilmeden: “Ya gidersin, ya dayağı yersin!,, 'TTehditleriyle sahadan uzaklaştı- rıldı. Bu vaziyette hünkârın ya- pacağı, yapabileceği biricik iş var- dı: Emrini geri almak!.. O da bu küçüklüğü kabul etti. Meyhanele- rin eskisi gibi, her müşteriye açık olduğunu ilân ettirdi!.. (2). Tİşte nedimler şebekesi sadraza- mın nüfuzunu kırmakla, bu çirkin neticelerin yüz göstermesine yol açarken, kadınlar grupu da padi- şahın iradesine — gönül yolile — tahakküm için hümmalı bir faali- yet gösteriyorlardı. Bu küme için- de en çok çalışan Nuru Banü ile Mihrimahtı. Safo yüzünden ve ilk önce hakaret görmüş olduklarını unutamıyorlardı. Fakat gün başı- na bir güzel kız bulüp padişaha takdim ettikleri halde, henüz Yüu- zalana b dekişrdi. Sönlü aşkında karar kılıyordu, o körpe körpe kızcağızları unutup gidiyor- du. Nuru Banü ile görümcesini küplere bindiren de, Muradin bu haliydi. Adamcağız, anasından ve- ya halasından yeni bir halayık gelince Safoyu da, çocuklarını da unutmuş gibi görünüyor, yaman bir telâş içinde onu yıkatıyor, süs- letiyor, gelin haline koyuyor ve kendisi ertesi gün soluğu Safonun yanında alıyordu. TAN (2) Hammer tercümesi - (C: 7. S: 23) - “yor. Gideceğim yer de uzak mı uzak... Nakleden : Şehâbettin Fuat 25 Nisan 1919 Ben “Petrograd,, 1 çok severim! Neden bilmem, bu şehire bayılırım: Hele köyden dönerken... Işte vagonun penceresinden fabrikaların bacaları, kilise- lerin kubbeleri ve sayısız çatılar belirdi: Yüzlerce, binlerce çatı... Gökyüzü nihayetsiz ve dumanlı. Kal- bim heyecan içinde kuş gibi çırpınıyor. İçim içime sığmiyor. Neredeyse istasyona gireceğiz. Tren durur durmaz atladım. Aman yarabbi, in- san aklını oynatacak: Ne kalabalık, ne kargaşalık!.. Halk bağrişiyor, koşuşuyor, birbirine giriyor.. Is- tasyonun içi mahşerden farksız. Sepetimde biraz erzak var: Bu erzağı şehirdeki aç babama götürüyorumı Fakat, galiba, ileride kantarların yanında yoklama yapıyorlar, Milis ne- ferlerinin etrfina bir sürü halk toplanmış. Yoksa erzak, zahire vesaireyi harp ganaimi diye musade- re mi ediyorlar? Milis efradı saran ahali arasında ağlaşanların, yekdiğerine küfürler, tehditler savu- ranların haddi hesabı yok. Acaba küçük sepetimdeki yiyecekleri de alacak- lar mı? Çok şükür! Kantarın yanından müşkülâta uğra- madan geçtim. Vakit te gecikiyor. Istasyonun saa- tine baktım: Altıya on var. Eyvah, neredeyse tram- vayı kaçıracağım. Altıdan sonra tramvaylar işlemi- Tâ limana kadar gitmek mecbüriyetindeyim! Acaba tramvay bulabilecek miyim? Koşarak - istasyondan çıktım. Gözlerim etraftaki insanları görmüyor. Deli gibi koşuyorum. Kalaba- lığı itekaka kendime yol açmağa çalışıyorum. Arkamda iki saç örgü muttasıl sallanıp duruyor. — Herkesin bana güldüğünü hissediyorum. TEFRİKA No. | “Petroğrad,, a, resmi dairelerden birinde çalış- mak üzere geldim. Henüz on beş yaşındayım. “İznamenksiya,, meydanına bir çılgın gibi çık- tım. Arabacılar, hamallar birden etrafımı sardılar. Nekadarda utanmaz, arsız şeyler! Üstüme başıma sürünüyorlar, âdeta yakama yapışıyorlar: — Matmazel, matmazel, bir araba istemez misi- diz ,. 6 ; — Buraya buyurun matmazel! — Buraya, buraya!.. — Dağılın ulan.. Matmazeli sıkıştırmayın! Gözlerimi kaldırıp baktım; ve bu son cümleleri söyliyen adama teşekkür ettim. Kendisine o kadar müteşekkir kalmıştım ki... Biraz &evvel etrafimı sa- ran külhanbeylerinin arasında az kalsın yeisimden ağlıyacaktım. Etrafımdakileri dağıtan adamın yüzü geniş, sa- de ve kırmızıydı. Gözlerinde büyük bir şefkat oku- nuyordu. Uzun kumral bir sakalı vardı: “-— Şüphesiz, dedim, bu adam beni aldatmıya- cak, Böyle iyi yüzlü bBir adamın beni diğerleri gibi aldatabilmesine imkân tasavvur edemiyordum. — Matmazel, lütfen paketinizi verir misiniz? Korkmayın canım.. Merak edilecek bir şey yok, Ya- bancı ve açemi olduğunuzu anladılar da, etrafınızı ondan sardılar. Ben sizi götürürüm. Tramvayla mı gideceksiniz? — Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim. Beş numaralı tramvaya bineceğim. Tramvay acaba ne- rede? Bilmiyorum yerini... Çok rica ederim.. Ya- rabbi, yanlış biniyoruz Zzannederim! Ben limana gitmek istiyorum.. Bu nereye gidiyor? — Çabuk, çabuk matmazel! Son tramvayı da kaçıracaksınız. Buna binin havdi atlavın. bekleme- 26-5-939 uradın anasiyle halası, bir kaşık suda boğmak istedik- leri gelinlerinin gerçekten güzel olduğunu inkâr etmiyorlardı. Lâ- kin padişahın ona gösterdiği bağ- lılığı bu güzellikle de ölçülemiye- cek kadar geniş bulduklarından arada bir sır olduğuna inanmağa başlamışlardı. Esmihanla Gevher Mülükün de iştirakiyle yapılan bir toXantıda bu sırrın mahiye- ti araştırıldı ve Safonun büyücü- lüğünde karar kılındı. Zavallılar güzelliğin en kahir bir efsün, ze- kânın ise güzellikten de kuvvetli bir sihir olduğunu düşünemiyor - lardı. Bâtıl bir itikatla Venedik- li dilberin büyü yapıp kocasını a- vucu içine aldığına kanaat getiri- yorlardı. RADYOLİN En büyük sergilerde 18 diplomaâa: “Dişlerin ve ağzın sıhhati sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra günde 3 defa dişleri temizlemekle kabildir.” 48 madalya kazanmıştır. Böyle güzel dişler yalnız RADYOLİN Kullananların Dişleridir. Diş Tabipleri Diyor ki: Fakat bu kanaati Murada aşıla- | £ mak imkânsızdı. Çünkü o, dört taraftan sunulan kizlardan kâm almıyor değildi. Yalnız kalbini Sa- foya vermiş görünüyordu ve o kalbe yeni bir sevgi sokmaktan uzak kalıyordu. Bu vaziyette Sa- 4 foyu ithama kalkışmaktan bir ne- ı tice elde edilemezdi. | Bununla beraber ne Nuru Ba- i | nü, ne Mihrimah fütura düşmüştü. Onlar ve öbür sultanlar yine şevk- le, azimle Safoyu düşürmek gay- | retini güdüyorlardı. İşte bu sıra- da Esmihan sültan, taçdar karde- şine bir ziyafet verdi ve yalnız o- | nu Şehzade camii civarındaki bah- çeli konağına davet etti. Yalnız, | dedik. Çünkü Murat, bu gibi da- | vetlere, Nuru Banünun, Safonun çağrılmaması şartiyle icabet eder- di. Valide ve haseki sultanların çağrılmadığı bir yere başkaları da , davet olunamıyacağından ziyafet pek hususileşirdi, Murat ta bu du- rumdan haz alıp dilediği gibi eğ- | © lenirdi. Sokullunun, biri Alay köşkü ya- biri de, Şeh Ş olmak üzere iki büyük konağı vardı, Onun karısı bulunan Esnii- han sultan — kocasının yine dev- let. işleriyle meşgul olmasına, zi- yafette bulunmamasina müsaade he aa e aaeşarçme Ser S L Z mel bir harem bahçesini de ihtiva ğ DKi a etmekte * olan Şehzadedeki kona- v © ğına çağırmıştı. Çünkü tasarladığı s » n plâni yürütmek için geniş bir bah- çeye ihtiyacı vardı. Muradın maskaraları, mukallit- leri, cüceleri daha sabahtan Şeh- zadebaşına taşınmışlardı. Verile- ıâg ’,’, cek emre göre hemen işe başla- 100 ğ 200 çi mak üzere hazır bulunuyorlardı. (Devamı var) yin!.... “Vasilevski,, ye bu gider... . Tramvayın içinden- ibir adam- seslendi: — “Vasilevski,, ye bu gitmez; şu ilerideki gider! Derhal koştum. Çok şükür yetiştim. Uzun kumral sakallı adâm da yanımda. Elini uzattı: — Bahşiş matmazel? Mahçubiyetimden kızardım. Ne zaman birisine para verecek olsam, utancımdan kıpkırmızı kesi lirim. Ben de amma budalayım ha.. Acaba ne ka- " dar bahşiş versem?.... Bu adamcağıza ne versem Kulaklarıma kadar kızarmıştım. “Gerenski,, hü- kümetinin çıkardığı paradan yirmi rublelik bir banknot uzattım, O: — Bu kadar mı? İstemem bunu!.. Dedi. Aman yarabbi!.. Tramvaydaki bütün çehreler gülümsemeğe başladı. Ileriye uzanmış olan elimde- ki banknota bakıyorlar; ve bir düziye gülümsüyor- lar. Anlaşılan çok para vermiş olacağım.. Demek bahşişi pek cömertçe vermeğe kalkmışım!.. Halbu- ki kumral sakallı adam: — Bu az matmazel, dedi, yetmez! Ah, bu herif te meğer ne kadar arsızmış. Çehre- sinde o eski şefkatten eser kalmadı. Hilekâr, tilki gibi bir herif oldu birdenbire...... Etraftakiler adtı- makıllı gülmeğe başladılar. Fena halde sıkılıyorum. Gözlüklü bir efendi kaşlarını çatarak sırtını çevir- di. Kumral sakallı adam hâlâ elini açmış, bekliyor. Küçük sepetimi tekrar karıştırdım. Ellerim titri- yor. Aman yarabbi! Etrafımdakiler hep benimle eğ- leniyorlar. Adamakıllı alaya başladılar. Ben gittik- çe kızarıyorum. Utancımdan yerlere geçtim. Bir. banknot daha uzatıyorum: — Istediğiniz para değil mi, buyurun! — Hayır matmazel. Murdar herif gözlerini kırpıştırarak, alay eder gibi, gülüyor: — Hayır, hayır... Allah aşkına paranızı alınız.. Alınız rica ederim... Paraya ihtiyacım yok. Yalnız... Kabilse...... Bir parçacık ekmek!... Şimdi anladım. Zavallı adamcağız, benim köyden geldiğimin farkına vardığı için, biraz ekmek, kopa: rabilmek ümidiyle, paketimi tramvaya taşımış.., VENÜS kadar güzel olmak isterseniz Meşhur Alman güzellik mütehassısı Profesör tarafından formülü yapılan ve dünyada mevcut müstahza- | ratın en mükemmeli olan VENÜS güzellik Umumi deposu: Nureddin Evliyazade Ecza, alât e Itriyat deposu İstanbul HORNİPHON RADYOSU MÜŞTERİLERİNE Alman HORNİPHON radyosunun 1460 liralık eşya piyangosu, i haziran 1939 da saat 15 te İstanbul 5 inci noteri huzurunda cekilecek” tir. Satılan her radyonun numarası bu piyangoya istirak etmiş addö' luhür. Sayın müşteriler o gün noterlikte bulunabilirler. müstahzeralını kullanınız. / Doktor E. WİNTERB Altın 14 ayar cep saati PerpetuumP S 1. Otomatik piköp Rrın;ıoi'on :’ ” 58 » Ps » » " » KA Doksa marka altın 14 ayar kadın kol saati ” 50 10 numaraya birer erkek kol saati » ” kadın kol saati kaplama RW marka taşlı kadın fantazi bilezik ranforse 18 K, RW. marka kurşsşun kalem gümüş taşlı fantazi kadın yüzüğü RW. marka gümüş kurşun kalem birer lira kıymetinde muhtelif hediyeler. 1050 Yekün — Lira 1460 —— z K v 100 Heyhat! Demek koca şehir aç!... “Nevski,, (1) caddesinden geçiyoruz. Cadde N© kadar tenha ve hazin.... Eski neşesi, gürültüsü kal- mamış. Benim zavallı aziz “Nevski,, ciğim!.. Ne kâ* dar değişmişsin.. Az daha seni tanıyamıyacaktım: Sokaklarda açlıktan ölenler var muhakkak. Amafl yarabbi! Ben nasıl iş bulup ta yaşıyacağım? Acabâ babam işe gidiyor mü, yoksa açıkta mı? Ne yiyor, nasıl yaşıyor?.. ğ “Nikola,, köprüsüne geldik. İşte geliyorum artık« Bütün kuvvetimle kapının zilini çaldım, Zayıf, aksi bir ses içeriden sordu: — Kim o?... Bu “Tonya,, nın sesi. O ses mutlaka açlıktan bü hale gelmiş olacak. Benim de sepetimde hemen Z8* hire namına bir şeycikler yok gibi.. Keşke fazla ge” tirebilseydim: — “Tonya,, , cicim, benim.. Ben canım., Tanımâ* dın mı yoksa? Boynuna atıldım. Öpüştük. Teessürümden ağlı” yorum. Acaip şey! Onu görünce acaba neden bü kadar sevindim? Bana yabancı sayılır: Kardeşimil karısı. İyi huylu bir kadın da değildir. Soğuk V? şirrettir. Boynu kemikli. Öyle zannediyorum Kİ şimdi beni gördüğüne de memnun olmadı. Göz ya$” larımın arasından bunu hissediyorum. Çehresind? memnuniyetsizlik alâmetleri görür gibi oluyorum: Fakat ben yihe ona sarılıp şapur şupur öpüyorum! Bilmem neden? — Yiyecek falan getirdin mi bari? — Affedersin “Tonya,, , ekmek getiremedim Vallahi inan, ben de seyahat esnasında ağzıma bir, lokma koymadım. Yalnız çantada biraz kuru €& mek kabuğu var... Bir de,... “Tonya,, bana hazin hazin bakıyor; bir tarafta? da merak ve tecessüsle çantayı süzüyor. Şüphe Y' ki, içinden başka şeyler geçiriyor: Muhakkak â0” nemin, mahsus, erzak göndermeğediğine kani. Fakat, doğrusunu isterseniz, bizim de yiyı ekmeğimiz yoktu. Köyde hep patatesle geçiniyof” duk... Ah! “Tonya,, nın nazarları ne kadar fenâ! ş (Devamı Var) (1) Petersburg'un en büyük caddelerinden biri: